Misafir Kalem
Dünya Sürgününde Bir Adam: Nizamettin Amca
Hüsniye Ünal’ın yazısı
Evim işlek bir caddeye bakıyor. Dört yolun birleştiği gayet hareketli, renkli bir caddeye...
Cam kenarında oturup akan trafiği, oradan oraya koşuşturan insanları seyretmek hoşuma gidiyor.
Böyle dışarıyı seyrettiğim günlerden birinde dikkatimi çeken bir şey oldu.
Elinde baston, yaşlı bir kadın duraktaki bankta oturuyordu. Otobüs beklemediği belliydi. Çok uzun süre orada kaldı.
Sonraki günlerde de sık sık, hatta neredeyse her gün onu orada gördüm. Saatlerce öylece oturuyor, durağa gelenlerle konuşuyordu.
Sonradan öğrendim ki yalnız olduğu için birilerini görmek, birileri ile konuşmak için oraya geliyormuş.
Kadıncağızın hali, zaten fasılasız hüzün dolu kalbime çok dokundu. Onun yalnızlığını yüreğimin derinliklerinde hissettim.
Bu durum beni aldı tâ çocukluğuma götürdü. İlk ve ortaokul yıllarında oturduğumuz Cihangir'de koltuk döşeme işiyle geçimini sağlayan yaşlı bir amcamız vardı.
Nizamettin amca...
Bizim hemen karşımızdaki apartmanın en alt katındaki dükkânında çalışır, dükkanın üstündeki evinde de yalnız başına yaşardı. Kimsesi yoktu. Bir evlilik yapmış, bir kızı olmuş, yürütememiş eşinden ayrılmış,eski İstanbul beyefendilerinden biriydi.
Tabi bunu o günkü çocuk aklımla idrak etmem mümkün değil, öyle olduğunu şimdi anlıyorum.
Dediğim gibi kimsesi yoktu. Ne bir akraba, ne eş-dost.
Eski eşi ve kızı Almanya'da yaşadığı için kızını da göremiyordu. Ancak Türkiye'ye gelirse görebiliyordu.O da nadiren oluyordu. Koca dünyada yapayalnız bir adamcağızdı.
Düşünebiliyor musunuz?
Eve geliyorsunuz, kapıyı açan kimse yok. Mis gibi yemek kokuları ile sizi karşılayan sıcacık bir yuva yerine koyu bir sessizlikle karşılaşıyorsunuz. Ne birlikte oturup yemek yiyeceğiniz, çay içeceğiniz, sohbet edeceğiniz, üzüntülerinizi, sevinçlerinizi paylaşacağınız bir hayat arkadaşı, ne de "babacığım hoşgeldin" diyerek boynunuza sarılan bir evlat var...
Bomboş, buz gibi bir ev.
Ne acı değil mi?
Bir keresinde evinde birlikte yemek yemiştik. Evin her yerini gezip incelemiştim.
Yalnızlığın kokusu olur mu? Oluyormuş. Evin her köşesinde buram buram, insanın içini yakan bir yalnızlık kokusu vardı. Her nefes çekişte içinize dolan ve daha fazla yakan bir koku...
Kokular ya güzeldir, ya kötü. Güzelse hoşunuza gider, tekrar tekrar koklarsınız. Kötüyse burnunuzu kapatır koklamamaya çalışırsınız.
Yalnızlığın kokusu ise bunlardan farklı. Çok farklı. O, koklayana acı verir, içinizi yakar kavurur.
Koltukçu amca da o bomboş, ruhsuz evde hep yalnızlığı koklayarak yaşıyordu. Acısı dışarıdan bile görülebiliyor, içindeki boşluk anlaşılabiliyordu.
O kadar yalnızdı ki...
Sanki uzak bir gezegenden getirilip tek başına yeryüzüne bırakılmış gibiydi.
O nev-î şahsına münhasır bir adamdı.
Biz, mahallenin çocukları akşama kadar dükkânında oynardık. Bizi çok sever, her türlü yaramazlığımıza katlanırdı.
Dükkânında, tamirat, tadilat bekleyen çeşit çeşit koltuklar, onlara örtü diktiği bir dikiş makinesi ve bir de pikap vardı. Bize karşı o kadar sevgi dolu, o kadar hoşgörülüydü ki... Dikiş makinesini karıştırır, aklımızca dikiş öğrenmeye çalışırdık. O da sabırla öğretmek için uğraşırdı.
Mahallenin çocukları olarak top oynamaya meraklıydık. Hepimize sırayla top alırdı. Dükkanın önünde onun aldığı topla oynardık. Patlarsa yine alırdı.
Bir de her hafta birimize para verirdi. Biz de gider sevdiğimiz bir şarkıcının plağını alır, pikaba takar dinlerdik.
O dükkân bizim ikinci evimiz gibiydi. Vaktimizin çoğunu orada plak çalarak, sağı solu kurcalayarak, "Koltukçu amca" diye hitap ettiğimiz Nizamettin amcayla sohbet ederek geçirirdik.
Bir detay daha var: Koltukçu amca arada, yandaki lokantadan sevdiğimiz tatlıları almamız için para verirdi. Ben keşkülü çok sevdiğim için hep keşkül alırdım. Sayesinde çok keşkül yedim
Biz Sarıyer'e taşındıktan yıllar sonra (liseye başladığım dönem) eski mahallemi ve onu ziyarete gittiğimde bile gidip o lokantadan bana keşkül almıştı. Canım benim.. Keşkül sevdiğimi unutmamıştı.
Gözü gönlü bol, cömert, sevgi dolu bir insandı. Konuşması, tavırları kibâr ve yumuşaktı. Günümüzde hasret olduğumuz hasletler...
Sarıyer'deki evimize , zaman zaman gelir, misafirimiz olurdu. Kimsesi olmadığı için bizi ailesi gibi görürdü.
O dönem bendeki değişimleri (İslamî yönde) görünce çok şaşırmış, benden hiç ummadığını söylemişti. Çünkü fazlasıyla haşarı, asi ruhlu bir yapım vardı. Tesettüre girmiş, üzerine bir olgunluk gelmiş, hanım hanımcık beni görünce şok olmuştu. Onun pek dinî eğilimleri yoktu. Entel bir hayattan gelmeydi.
Aradan yıllar geçti. Zaten yaşlı olan koltukçu amca iyice yaşlanmış, dermanı azalmıştı. Fakat dükkânında çalışmaya devam ediyordu. O ara hayatında belki de hiç kılmadığı namaza da başlamıştı. Çok sevinmiştim duyunca.
Sonra birgün ağır hastalandığını haber aldık. Annemle ziyaretine gittik. Gerçekten de ciddi şekilde hastaydı. Çok üzülmüş, çok etkilenmiştim.
İnsan, ergenlik dönemi sayılan o yaşlarda bütün duyguları derin yaşıyor, hadiselerden fazlasıyla etkileniyor?
Bunu neden yazdım?
Annem birgün otobüsle eve gelirken gördüğü bir kazadan bahsetmişti. Yolda (tahminen) oğlu ve gelini ile giden yaşlı bir kadına araba çarpmış. Kadın oracıkta ruhunu teslim etmiş. Oğlu ve gelininin "anne anne" diye feryat ettiğini anlatınca içim parçalanmış, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. O hadiseyi iki kere anlatmış, ikisinde de hıçkırıklara boğulmuştum.
O dönemlerde her duygu gibi merhameti de, fazlasıyla derinden hissediyor, her şeyi içselleştiriyorsunuz, empatiniz çok yüksek oluyor. Yoksa ben mi öyleydim, bilmiyorum.
"Dünya hassas ruhlar için bir cehennemdir" demiş Alman mütefekkir Geothe. Doğru söylemiş.
İşte yukarıda anlattığım örnekteki gibi koltukçu amcanın yataktaki o hasta hali bana çok dokunmuştu. Özellikle küçükken yaşlılara karşı aşırı bir şefkat, merhamet duygusu besliyor, onlara hiç kıyamıyordum. Hele de sakallı dedelere....
Çünkü dedem aklıma geliyordu. İstanbul'a yerleştikten sonra, anne babamın, köye götürmemeleri yüzünden hep hasret kaldığım rahmetli dedeciğim...
Neyse...
Sonra derin bir teessürle, Koltukçu amcanın vefat ettiğini öğrendik. Ondan sonra da bir daha Cihangir'e gitmedim.
İşte, sürekli durakta oturan o teyzenin yalnızlığı, mazide kalmış ve ömrü boyunca yalnız yaşamanın üzüntüsünü çekmiş rahmetli koltukçu amcayı hatırlattı. Hayalen o günlere gittim. Koltukçu amca sanki hâlâ hayattaymış da o üzüntüyü çekmeye devam ediyormuş gibi bir halet-i ruhiyeye girdim, acısını yüreğimde hissettim. ????????????
Hayatında hiç mutluluk yüzü görmemiş bu zat-ı muhterem için temennim o ki; bu dünyada bulamadığı mutluluğu ötelerde bulsun, kabrinde sürûr içinde, açılan pencerelerden cennetin güzelliklerini temaşa ederek yatsın.
Rabbim ona rahmetiyle muamele etsin.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.