Raşit Duran
‘Yanılmışım TANRI Varmış’
Başlık; ömrünün üçte ikilik kısmını Allah’ı (cc) ve ahireti inkarla ve inkarını ispat etme çabasıyla geçiren, ölümünden altı yıl önce, 2004 yılında, “Artık bir Tanrı olduğuna inanıyorum.” diyerek, inancını ilan eden, dünyaca meşhur ateist, İngiliz felsefe profesörü ve bilim insanı Antony Flew (1923-2010), hak ve hakikate dönüşünün ardından bu kitabını yayımlamış: Yanılmışım TANRI Varmış.
Kitabına; “Ben bir ateist olarak doğmadım. Hayata oldukça dindar biri olarak başladım. Hıristiyan bir ailede dünyaya geldim ve özel bir Hıristiyan Okulu’na gittim. Aslında ben bir vaizin oğluyum.” sözlerle başlayan, “on beş yaşında ateist olduğunu” söyleyen yazar; bize, İslâm fıtratı üzere doğan bir insanın iman-inkâr sürecinde yaşadığı ibretlik hikâyeyle hakikate ulaşma serüvenini anlatıyor.
Anlıyoruz ki hem bu kitap bize, Küçük Asya Anadolu’yu bir sefine-i Nuh hükmüne geçiren Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nurların hem dünya hayatı hem ahiret hayatı için ne kadar lüzumlu ne kadar kıymettar ne kadar ehemmiyetli olduğunu, nasıl bir hazinenin sahibi olduğumuzu hatırlatıyor; tek başına bir üniversite olan “Risale-i Nurların kıymetini bilin!” diye kitap lisanıyla ikaz ediyor. Yazarın 2004 yılında, Tanrıya inandığını söylemesi, hakikati ifade eden şu sözlerin cisimleşmiş bir delili ve burhanı mesabesindedir.
“Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih(uyanmış) olan beşer dinsiz olamaz. Lâsiyyema (bilhassa), uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne (hücumuna) karşı istinat edecek ve gayr-ı mahdud (sınırsız) âmâline (emellerine) neşvünemâ (gelişme) verecek ve istimdatgâhı (yardım istenilen yer) olacak noktayı, yani din-i hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî (araştırma meyli) uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü'l-istihlâl (iyi bir alâmet) vardır.”
(Münazarat)
Bir bilim insanı olmasına rağmen, zaman ve mekânla mukayyet (kayıtlı) beşerî kuru akla çok güvenen ve rehber edinen; puta tapmayı akıl dışı görüp aklı put edinen, Pozitivizm denen “deli gömleğini” sırtına geçirip Akıl Veren’i unutup, inkâr-ı Uluhiyet (Allah’ı inkâr) bataklığına saplanmış. Yıllar sonra bir bilim/ilim insanı olarak, Bediüzzman’ın, “Biz ehl-i hâliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyini müddea zihnimizi işba’ etmiyor. Bürhan isteriz.” (Muhakemat) sözünde ifade edilen ve yazarın bağlı olduğu, “Kanıtın götürdüğü yere gitme” ilkesi gereği hak ve hakikati görmüş, şuurlu bir hissiyat olan vicdanında hissetmiş olmalı ki, Allah (cc) inancını ilân etmiş, bunu kitaplaştırmış.
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüt eder.”
(Münazarat)
Şu hakikatli tespit, şahsi ve içtimai hayatta yaşadığımız taassup, hile ve şüphelerin kaynağını gösterip çözüme işaret etmektedir: Din ilimleri ve fen ilimlerinin birlikte tedris edilmesi / öğretilmesi zarureti. Bediüzzaman, asrın başında, zamanına göre hayli modern anlamda, “Âlem-i İslâm’ın merkezi hükmümdeki Şark” tan başlayarak tüm İslâm coğrafyasının cehalet, sefalet ve tefrikadan kurtulması, manen inkişaf ve maddeten terakkisi ve barışa muhtaç dünyanın sulh-u umumisi/dünya barışı için 102 sene önce Van’da kurulmasını istediği “Medresetüzzehra namında (hem mektep hem medrese olacak) Şark Üniversitesi” projesi vardır. Öyle ki üç, dilde (Türkçe, Kürtçe ve Arapça) hem din ilimleri hem fen ilimleri eğitimi verecektir. Antony Flew’in kitabını okuyunca yazarın, fen ve dinsiz felsefenin yönlendirmesiyle inkâr-ı Uluhiyet bataklığına saplanmasına karşılık Bediüzzaman’ın bir asır önce kurulmasını istediği bu üniversite projesinin, coğrafyamızın manevi tahribatına engel olma hesabına ne kadar isabetli ne kadar elzem olduğunu -bugün- gayet iyi anlıyoruz.
Hıristiyan dindar bir ailede doğup büyümesine rağmen, tahrif edilmiş Hıristiyanlık dini, kilise ve papaz öğretileri, teslis (Baba-Oğul-Ruhül Kudüs) inancı ve gençlik dönemine adım attığı 40’lı yıllarda ABD ve Avrupa’yı sarsan materyalist ve dinsiz felsefî akımlar, dönemindeki ateist filozofların etkisiyle ateizme yöneldiğini anlatıyor. Buna tekabül eden tarihlerde Türkiye’de de maalesef inkâr-ı Uluhiyet (Allah’ı inkâr) ve dinsizlik fikri tabiat üzerinden yayılmaya ve Kur’an’a hücum edilmeye başlanmıştır. Bu vakte denk gelen zamanda dinsizlik hücumuna karşı ehl-i imanı korumak için Bediüzzaman, 23. Lema olarak bilinen ve 1933’de Barla’da telif edilen Tabiat Risalesiyle, “Tabiiyyunun / tabiat felsefecilerinin inkârcı kısmının gittikleri yolun ne kadar akıldan uzak, çirkin ve hurafe olduğunu Dokuz Muhal” ile (imkânsız ve akıl dışı olduğunu) beyan ve ispat etmiştir.
Özetle; bizim için kâinat çapında bir hazine olan Bediüzzaman ve Risale-i Nurlardan Antony Flew’in haberi olup olmadığını, risaleleri okuyup okumadığını bilmiyoruz. Tanımış olsaydı -muhtemelen- dinsizlik vadilerinde, 2004’e kadar altmış yılı aşkın bir süre dolaşmaz; imkânsız ve akıl dışı, hurafe ve safsata olmaktan öte bir anlam ifade etmeyen Allah’ı (cc) ve ahireti inkâr düşüncesini ispatlamak için ömür sermayesini heba/heder etmezdi.
“Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.”(Niyaz-i Mısrî)
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.