Risale-i Nur Talebelerinin Hususiyetleri-1

İnsanların hürmet ve ikramını arzu etmemek.
Şan ve şöhret peşinde koşmamak.
Enaniyeti büyük tehlikelerden biri olarak bilmek.
Tevazu ve mahviyet sahibi olmak.
Dine hizmet ettim diye gururlanmamak.
Tezellüle girmeden hizmet etmek.
Uhuvvetkârane tesanüd etmek ve kardeşleri tenkit etmemek.
İhlas kaideleriyle hareket etmek.
Tesanüdü en önemli bağ bilmek ve onu muhafaza etmek
İktisadı esas tutmak.
Tama (aç gözlülük) göstermemek.
Riyadan (gösteriş) sakınmak.
Tasannua (yapmacık hareket) girmemek.
İman hizmetinde korku duygusu taşımamak.
Vazifegüzarlığa kalkmamak.

Konu ile ilgili Risale-i Nur’dan derlenmiş hususlar:
Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibariyle cidden kaçıyoruz. Husûsan acib bir riyakarlık olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şaşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nur’un bir esası ve mesleği olan ihlasa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilakis şahsımız itibariyle ondan ürküyoruz. [1]

Kur’an’ın feyzinden gelen ve i’caz-ı manevisinin lemeatı olan ve hakikatlerinin tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevi keramatım ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlup ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz [1]

İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakarane, halklara görünmek ve nazar-ı ammede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’i-külli arzu vardır. Hatta o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i ahiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlak-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır. Yani bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlup eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. [2]

Evvela, rıza-yı İlahi ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbani öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsanı ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez. [2]

Risale-i Nur’un hakiki şakirtleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevide ve havz-ı müşterekte erittiklerinden inşaallah bu fırtınada sarsılmayacaklar. [3]

Bununla beraber etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’aniye eneyi kabul etmiyor, "nahnü" istiyor; ‘Ben’ demeyiniz, ‘Biz’ deyiniz" diyor. Elbette kanaatiniz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hadim yapmıyor. Belki, enesiz bir hadim-i Kur’anî olarak kendini size göstermiş ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı meslek ittihaz etmiş. [2]

Kardeşlerim, enaniyetin içimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf Lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez; öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevisinde her biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir. [2]

Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki; içinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir; çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi o ilmi enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımni bir adavet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder. Ta ki kendi mahsülat-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. [2]

Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadı muhafaza eden bir halis kardeşimiz, bir veliden ziyade mevki alıyor. [3]

Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkarane ittihat gittiği vakit, manevî hayat da gider.[3]

Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem, birbirini kıskanmak değil, belki, bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatin, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i aliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. [4]

Bizler birbirimize lüzum olsa ruhumuzu feda etmeye hizmet-i Kur’aniye ve imaniyemiz iktiza ettiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle, hakiki fedakârlar birbirine karşı küsmeye değil, belki kemal-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir. [3]

Evet, velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i halisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddi, samimi tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı manevisi bir veli-yi kamil hükmüne geçebilir; inayata mazhar olur. [4]

Evvel ahir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffüz ve itidal-i dem ve ihtiyattır. [3]

Mesleğimizde zaman, mekan sohbetimize mani olamaz. Şarkta, garbda, hatta ahirette, berzahta olsa da, beraberiz. [4]

Şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak, umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur hizmetini her belaya, her derde bir çare, bir ilaç bulmuşlar. Biz her gün hizmet derecesinde, maişette kolaylık, kalpte ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehşetli yeni belalara, musibetlere karşı da, yine Risale-i Nur’un hizmetiyle mukabele etmemiz lazımdır. [5]

Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedaya (yani fakire) padişah gibi, lezzet-i nimetini ihsas ettiriyor. Evet, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlık ile yediği en ala baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir. Cay-ı hayrettir ki, bazı müsrif ve mübezzir insanlar, böyle iktisatçıları, "hısset’ ile ittiham ediyorlar. Haşa, iktisat, izzet ve cömertliktir; hısset ve zillet, ehl-i israf ve tebzirin zahiri merdane keyfiyetlerinin iç yüzüdür. [6]

Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenab-ı Haktır, O hem Rahim, hem Kerim’dir; Onun rahmetini ittiham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette gayr-i meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesatını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-I haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-i meşru para, sizden ona mukabil bin kat fazla fiyat isteyecek. Hem, her saati size ebedi bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur’an’iye ye sed çekebilir veya fütur verir. Bu böyle bir zarar ve boşluktur ki, her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz. [2]

Farz ve vaciplerde ve şeair-i İslamiyede ve Sünnet-i Seniyyenin ittibaında ve haramların terkinde riya giremez, izharı riya olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyakar ola. [5]

Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek tasannukarane (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkarane (layık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder. [5]

Pek ağır şerait altında iman kurtarmak hizmeti, herşeyin fevkındedir. Şahsi makamlar ve hüsn-ü zanların ilave ettikleri meziyetler, böyle dağdağalı, sarsıntılı hallerde hüsn-ü zanlarını kırmakla muhabbetleri azalır ve meziyet sahibi dahi onların nazarlarında mevkiini muhafaza etmek için tasannûya ve tekellüfe ve sıkıntılı vakara mecburiyet hisseder. [3]

Çok ehemmiyetsiz evham ile, çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer. [2]

büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen bela, en evvel onların başında patlar [2]

O canavar vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayasız yüzlerine! [2]

İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onların tenbelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazifedarlıklarından istifade ederler. Onlar, öyle desiselerle onları hizmet-i Kur’aniyeden alıkoyuyorlar ki, haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar; ta ki hizmet-i Kur’aniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da, dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki, hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin ve hakeza... [2]

Bir sonraki yazımız Risale-i Nur Talebelerinin Hususiyetleri-2
Allah’a emanet olunuz.

[1] Emirdağ Lahikası
[2] Mektubat
[3] Şualar
[4] Barla Lahikası
[5] Kastamonu Lahikası
[6] Lem’alar

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum