Abdulkadir Menek
Üç Elifin İttihadı (2)
İman ve Kur’an hizmetinin engellenmesi, risalelerin yazılmasının ve dağıtılmasının önlenmesi için yapılan baskılar ve alınan tedbirler zaman zaman vahşice yöntemlere ve zalimane boyutlara ulaşmış ve bazen de bunları yapanlar, kendilerini çok gülünç ve zavallı durumlara düşürmüşlerdir.
Barla’ya gönderilen kâğıtlar ve defterler bile takip edilmiş, risalelerin yazılmasını engellemek için akla hayale gelmeyen tedbirlere bile başvurulmuştur. Üzerinde “Ramazan’a aittir” ibaresi bulunan Ramazan Risalesi’ni müsadere eden işgüzarlar durumdan vazife çıkararak bir Ramazan’ın peşine düşmüşler ve okuma yazması olmayan ve kitapla hiçbir ilgisi bulunmayan masum bir köylüyü sırf ismi Ramazan olduğu için gözlerine kestirerek derdest etmişler ve Eskişehir Hapishanesi’ne göndermişlerdir.
Fakat Barla’da samimi ihlâs, tesanüt, ittihat ve sırren tenevveret ile ifadesini bulan bu hizmet metodu sonucu, bütün engeller, kartondan kuleler gibi bir bir yıkılmış, Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye, bu mukaddes gayretler sonucu mânialardan yavaş yavaş temizlenmiştir.
Bu şekilde ve elle yazılan Nur Risalelerinin altı yüz bini bulduğu ifade edilmektedir. Bu yazılan nüshalar büyük bir dikkat, itina ve manevi sorumluluk duyguları ile bütün vatan sathına dağıtılmış, bu büyük hizmetin neticesinde insanlar karşılaştıkları meşakkat ve işkencelere zerre kadar önem vermemişlerdir.
Bu büyük ve cihanşümul hizmetin ulaştığı netice ve büyük başarıyı iyice anlamak için, 1930’lu yıllarda ceberut ve istibdat-ı mutlak altında yapılan ve tıpkı karda açan kardelenler gibi insanlara tebessüm eden bu büyük ve fedakâr hizmet ehlini iyice tanımak ve anlamak gerekmektedir.
O zamanlar maddi olarak çok büyük anlam ifade etmeyen, ancak bugün ulaştığı seviye ile mana ve mahiyetleri daha iyi anlaşılmaya başlanan Nur hizmetinin mensupları, birbirleri ile münasebetlerde, Üstad’larından aldıkları dersi tam anlamıyla ve manevi duyguları ile hazmederek bütün ruh-u canları ile uygulama sahasına koymuşlardır.
Nur Hizmetindeki başarının sırrı Üstad Said Nursi tarafından aşağıda ifade edildiği şekilde formüle edilmiş, hizmet aşkı ve heyecanı ile yerinde duramayan Nur Talebeleri tarafından da büyük bir sadakat ve kanaat ile uygulanmıştır. Üstad’larından aldıkları Kur’an’i ders ile hakiki ve samimi ittifakın manevi feyzini ve bereketini idrak eden, sayıca az olan bu kahraman insanlar, aşağıdaki ifadeleri adeta kulaklarına küpe yapmışlardır:
“Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehit adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevi kıymeti ve kuvvetleri vardır.’’ (Lem’alar, sayfa, 165)
“Sırr-ı uhuvvet, ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife” sonucu, büyük bir dayanışma ve işbirliği halinde çalışan bu nurani cemaat; yirmi gözle bakmanın, on akılla düşünmenin, yirmi kulakla işitmenin ve yirmi elle çalışmanın neticesi ve semeresini en mükemmel bir şekilde elde etmiştir.
Bu başarı; kibir ve enaniyetleri ile kendilerine güvenen ve kendilerini herkesten üstün gören, nefislerinin ve maddi güçlerinin esiri ve zebunu olmuş insanların anlamayacağı kadar büyük ve ihtişamlı olmuştur. İşte bu imanın azmi ve kararlığı karşısında, bütün zecri tedbirler ve istibdat yöntemleri çaresizliğe mahkûm olmuş, tam bir beraberlik ve dayanışma içinde hareket eden gönül kahramanları muvaffak olmuşlardır.
Bu manayı tam olarak hazmeden, bütün oyun ve tertipleri boşa çıkartan, ihlâs, uhuvvet ve tesanüdün sırrını hem kendi nefislerinde ve hem de kendi aralarında tam olarak yaşayan ve bir hayat tarzı haline getiren Nur Talebeleri, Üstadları Bediüzzaman Said Nursi tarafından şu ifadeler ile takdir edilmiştir:
“Ve Risale-i Nur böyle kuvvetli ve halis ellere tevdi edildiğinden, bize kat’î kanaat verdi ki, Risale-i Nur mağlûp olmayacak. Bu kuvvetli tesanüt onu daima yaşattırıp parlattıracak. Evet, kardeşlerim, sizler, ihlas sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlası ve fena fil’ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev’in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlası ve mahviyeti, Hafız Mustafa’nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakarâne teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali manasını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada her şeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.’’ (Kastamonu Lahikası, sayfa; 187)
Böyle dehşetli bir zamanda ve ehl-i imana büyük ve organize hücumların olduğu bir hengâmda, İslam’a hizmet eden bütün cemaat ve grupların da tam bir birlik ve dayanışma içinde ve ‘’eliflerin ittihadı’’ sırrı çerçevesinde hareket etmeleri gerekir. Hatta tesirli vaaz ve nasihatleri ile halkı irşad ve tenvir eden şahsiyetlerin de metin bir şahs-ı maneviye dayanmalar gerekmektedir. Aksi halde, yalnız başına ve bir şahıs olarak yapılacak hizmetlerin istenilen neticeye ulaşması çok zor olacaktır. Üstad Said Nursi, bu büyük mananın tahakkuku için bir vaize hitaben yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı olsa iki kıymeti var; bir çizgi üstünde omuz omuza verse, on bir kıymet aldığı gibi; senin tesirli nasihatinle ihzar ettiğin hizmet-i imaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil. Eğer Risale-i Nur’un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi, on bir, belki yüz on bir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve karşıdaki ittifak etmiş dalâletlere karşı dayanacak. Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.’’ (Kastamonu Lahikası, sayfa;106)
Haliliye mesleğinin mütevazı mensupları, bu nurlu hizmetleri; birlik, beraberlik ve dayanışma duyguları ve büyük bir inanç, cihanşümul bir anlayış ile dünya durdukça yapmaya devam edeceklerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.