Abdulkadir Menek
İman Hizmetinde Takdire Rıza
Kâinatta cari olan ve yapılan işlerin perde gerisinde bırakılarak, bizim nazarımızdan gizlenmiş olan hikmetlerle çok fazla alakadar olmak, ihlâs noktasındaki niyetimize halel getirebilir. Biz emredileni yapmakla görevliyiz. İnsanların teveccüh veya kabulü, bizim işimiz değildir. Biz muhatap olduğumuz ve iman hakikatlerini tebliğ ettiğimiz insanların niyetlerini ve liyakatlerini bilemeyiz. İnsanların kabulü ve ıslah olmaları cihetindeki takdir, Âlim-i Külli Şey olan Allah’a mahsustur.
Bu cihanşümul hizmetleri yaparken, karşımıza çıkabilecek tehlikeler konusunda da uyanık ve müteyakkız olmak zorundayız. Çünkü bu cihan paha hizmetlerde de nefis ve şeytandan kaynaklanan ve insanı hüsrana uğratabilecek bazı eşikler ve dönüm noktaları bulunabilir. Bunun içindir ki Üstad Said Nursi’nin aşağıda ifade ettiği tehlikeyi din ve diyanet ehli aklından çıkarmamalıdır:
“Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların her birisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve her birinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nasta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve manevi her bir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüt edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.’’
(Lem’alar, sayfa,153)
Bu önemli husus çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Hizmet etmek gayretinde olan din ehli, vazifelerini en iyi şekilde yerine getirmek için mümkün olan her insana ulaşarak, tebliğ vazifesini olabildiğince geniş bir kesime yapmak ile yükümlüdürler. Bu gayret esnasında, ulaşılan insanların artmasına paralel olarak, sosyal makamın yükselmesi veya insanların kendilerine olan ilgilerinin artmasını talep etmek gibi bir nefsi yanılgı ve aldanma içine düşmek ihtimali belirebilir.
Bu hizmet hengâmesi esnasında daha fazla insana ulaşmak ve daha çok hizmet edebilmek maksadıyla da, aynı hizmete talip olan insanlar arasında bir rekabet ortamı da söz konusu olabilir. Böyle durumlar bazen tehlikeli sonuçları, çatışma ve çekişmeyi beraber getirme riskini de içerir. Zaman zaman bu durumdan kaynaklanan rekabetkarane davranışların önüne geçebilmenin formülü de, yine Said Nursi Hazretleri’nin ifadeleri ile şu şekildedir:
“İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galip gelmekle, "Benim mükâfatımı vermek ancak Allah’a aittir." (Yunus Süresi, 72) sırrına mazhar olup, nastan gelen maddî ve manevi ücretten istiğna etmekle "Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir." (Nur Suresi, 54) sırrına mazhar olup, hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dâhil olmadığnı ve lazım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.”
(Lem’alar, 153–154)
Olumlu tesir etmek, insanların ilgi ve sevgilerini kazanmak, tebliğin bir parçası değildir. Fakat kişiler arası ilişkilerde müspet bütün yöntemleri kullanarak, bu vazifeyi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmanın da önemi göz ardı edilemez.
Üstad Said Nursi bu önemli konuda Nur Talebelerine Celaleddin-i Harzemşah’ı örnek olarak göstermektedir. Harzemşah Devletinin Hükümdarı ve büyük kumandanı olan Celaleeddin’in cihat anlayışı, asırlar ötesinden günümüz müminlerine önemli bir rehber olabilecek niteliktedir.
İslam tarihinin en bahadır ve kahraman kumandanlarından olan ve Moğollara karşı yapılan savaşın bayraktarı ve sembol ismi olarak kabul edilen Celaleddin, mücadele azmi, inancı ve sönmeyen ümidi ile büyük zaferler kazanmış ve İslam’a büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Celaleddin-i Harzemşah, asker ve silah bakımından Moğollar ile kıyaslanamayacak kadar daha az bir kuvvete sahip olduğu halde, Moğol Hükümdarı Cengiz’in ordularını defalarca mağlup etmiş ve çok büyük zulümlerini engellemeye çalışmıştır.
Ordusunun Moğollar tarafından tamamen imha edilmesi üzerine 1231 yılında çekildiği Silvan’daki sarp dağlarda bir grup eşkıya tarafından şehit edilen Celaleddin’in en büyük özellikleri olarak, tarihçiler tarafından ihlas, sebat ve sadakati gösterilmektedir. Böyle büyük bir İslam kahramanı olan Celaleddin-i Harzemşah ile ilgili olarak Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadeleri, hizmet ehline bir pusula olabilecek kadar değerlidir:
“Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbâı ona demişler: "Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek." O demiş: "Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir."
(Mesnevi-i Nuriye, sayfa:143)
Hizmet ehlinin çok sık yaptığı yanlışlardan bir tanesi de vazifeye değil de, neticeye odaklanmaktır. Netice alınmadığı veya başarının istenilen düzeye yükselmediği durumlarda meydana gelen şevksizlik ve ümitsizliği de gidermek çoğu zaman müşkül olmaktadır. Oysa hizmet ehli, sadece yapacağı göreve ve hizmete odaklanmalı, bunu en iyi şekilde yerine getirmek için de üzerine düşeni yapmakla yetinmelidir. Bunun sonrasında dua edilmeli ve netice de sahibine, yani Allah’a bırakılmalıdır.
Bize düşen böyle büyük ve hayırlı hizmetlerde Celaleddin-i Harzemşah gibi bir büyük ve fedakâr İslam kumandanının açtığı yoldan ilerleyerek, harekâtımızı neticeye bina etmemek ve vazifemizi tam bir liyakat ve cesaretle yaptıktan sonra, Rabb-ül Âlemine bütün kanaat ve tevekkülümüzle iltica etmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.