Atilla Yargıcı

Atilla Yargıcı

Kanaat Önderlerinin Lüks Yaşamları

Soru: Tarikat şeyhlerinin veya cemaat önderlerinin lüks, şatafatlı giyimleri, yaşantıları, lüks araçları uygun mudur?

Cevap: Her şeyden önce bizim için her konuda ölçü peygamberimizdir (s.a.v.). Önce şu gerçeği bilmemiz gerekir. Hadis kitaplarında anlatıldığı üzere, Hz. Peygamber ashabı ile otururken, dışarıdan gelen bir yabancı kılık kıyafetine bakarak onun peygamber olduğunu anlayamazdı. Genelde o günkü insanların giyimleri gibi giyinirdi. Mesela toplulukla birlikte olduğunda onlarla birlikte iş yapar, arkadaşlarına su dağıtırdı. Bir kavmin efendisinin o kavmin hizmetkarı olduğunu söylerdi. Yani hayatından gördüğümüz kadarıyla kendisi ayrıcalıklı bir şekilde hayat sürmezdi.

Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre o evde ailesinin hizmetinde bulundu. Namaz vakti de namaza giderdi.

(Buhârî, Ezân 44, Nefekât 8, Edeb 40. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 45)

Üç devesi yedi atı vardı. Atlar savaş için gerekli idi. Develer de yolculuklar için kullanılırdı.

Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerine baktığımızda, örtünme ve süslenmeye hizmet etmeyen, gösterişe kaçan ve kibirlenmeye sebep olan elbiselerin yasaklandığını görüyoruz.

Bu hususla alâkalı hadislerden bazıları şöyledir:

“Kim dünyada şöhret elbisesi giyerse, Allah Teâlâ ona kıyâmet gününde mezellet elbisesi giydirir.”

(İbn-i Mâce, Libâs, 24)

“Allâh, büyüklük taslayarak elbisesinin eteklerini yerde sürüyen kimsenin kıyâmet gününde yüzüne bakmaz.” (Buhârî, Libâs, 1, 5)

Hadislerde zikredilen “şöhret elbisesi” bir kimsenin insanlar arasında giyimi ile şöhret ve ün kazanması, gösterişli ve lüks elbiseler giymek şeklinde olabileceği gibi, eski ve yıpranmış elbise giyerek, zühd ve takvâ gösterişi sûretinde de tezâhür edebilir. Giyim-kuşamım giyiliş amacının önemli olduğunu anlıyoruz bu hadislerden.

Bununla birlikte giyim kuşamda israftan da kaçınmak gerekir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz;

“İsraf etmemek ve kibre kapılmamak şartıyla yiyiniz, içiniz, tasadduk ediniz ve giyininiz.” (Buhârî, Libâs, 1) buyurmaktadır. Büyük sahâbi İbn-i Abbâs (r.a.) da; “Kibir ve israf hatasına düşmediğin müddetçe dilediğini ye, dilediğini giy!” demiştir.

(Buhârî, Libâs, 1)

Diğer taraftan gücü ve imkânları elverdiği hâlde, sırf tevâzudan dolayı lüks giyimi terkeden kişiye, Allah Teâlâ’nın herkesten önce hitab edeceği ve cennet elbiselerinin en iyilerinden giydireceği müjdesi verilmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 39) Ancak şu da var ki, kişinin imkânları nispetinde kibre kapılmadan, düzgün bir kılık kıyafeti tercih etmesi de gâyet tabiîdir.

İbn-i Mesut (r.a.) diyor ki;

“Peygamber Efendimiz:

«– Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremeyecektir.» buyurdu. Kendisine:

– İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister, denilince Fahr-i Kâinât Efendimiz:

«– Allah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir ise hakkı beğenmemek, şımarmak ve insanları küçümsemektir.» buyurdu.”

(Müslim, İmân, 147)

Demek ki, elbisenin, ayakkabının ya da binitinin güzel olmasını istemek gayet normaldir. Anormal olan bunları gösteriş için yapmak, bunlar vesilesiyle şımarmak, durumu iyi olmayanları da küçümsemektir.

Başka birçok rivayette de Resûlullah’ın kılık-kıyâfetin pejmürdeliğini hoş karşılamadığını görmekteyiz. Ashâb-ı kirâmdan Mâlik bin Nadla anlatıyor;

“Bir gün dağınık bir kıyafetle Peygamberimiz’in ziyâretine gitmiştim. Beni bu şekilde gören Efendimiz sordu:

«– Senin malın mülkün var mı?»

– Evet, var yâ Resûlallâh! dedim.

«– Ne gibi malların var?» dedi. Ben de:

– Allah bana deve, koyun, at sürüleri, arpa ve buğday harmanları ihsan etmiştir, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):

«– Allah sana mal mülk ihsan etmişse O’nun nimetinin ve ikrâmının eseri üzerinde görünsün.» buyurdu.”

(Ebû Dâvûd, Libâs, 14)

Yine “Cibril Hadisi”nde, Cebrâil’in (a.s.) Efendimiz ve ashâbının huzuruna çıktığı zaman, pırıl pırıl bir görünüm sergilediği, saçlarının simsiyah, elbisesinin bembeyaz olduğu, üstünde başında en küçük bir leke ve dağınıklık bulunmadığı ifâde edilmektedir. (Müslim, Îmân, 1) ancak beyaz rengin de özellikle sıcak olan çöl havasında uygun geldiği, islamda kıyafet noktasında bir renk tercihinin bulunmadığı bilinmektedir.

Resûlullah’ın yolculuğa çıktıkları anlaşılan bir grup ashâbına verdiği şu nasihatler de oldukça anlamlıdır;

“Sizler kardeşlerinizin yanına varacaksınız; binek hayvanlarınızı düzene koyunuz, elbiselerinize çeki düzen veriniz! Tâ ki insanlar arasında, yüzdeki güzelliğin timsâli olan ben (şâme) gibi olunuz. Çünkü Allah, çirkin davranışı, çirkin görünüşü, kötü sözü ve bunlarda ısrar etmeyi sevmez.”

(Ebû Dâvûd, Libâs, 25)

Bu hadis bize gösteriyor ki, her bir Müslüman çirkin görünüşlü olamaz. Kıyafetine, bindiği araca dikkat eder. Temiz ve düzgün olmasına önem verir. Bunların lüks ve pahalı olması değil, temiz ve düzgün olması önemlidir. Kanaatime göre gerçek şeyhlerin ya da önderlerin manevi hizmeti ön plana çıkarmaları gerekir. Milletten hizmet için toplanan paraları şahsi lüks yaşamları için değil, millete hizmet için kullanmaları beklenir.

Cemaatlerin ve tarikatların önderlerinin de kibirden ve gösterişten uzak, insanların dillerine düşmeyecek şekilde hareket etmeleri gerektiğini söyleyebiliriz.

Münazarat’ta Bediüzzaman şeyhlerle ilgili isteğini anlatırken şöyle der:

“Sual: Şimdiki şeyhlerden ne istersin?

Cevap: Daima onların demdemelerinin mevzuu olan ihlâsı; hem de tekke denilen mânevîleşmiş kışlalarda, tarikat denilen ruhânîleşmiş askerlikte ona murabıt oldukları cihad-ı ekberi ve terk-i iltizam-ı nefsi; hem de onların şiârı olan, zühdün mânâsı olan terk-i menâfi-i şahsiyeyi; hem de dâima iddiasında bulundukları ve mizac-ı İslâmiyet’in mayası olan muhabbeti isterim. Zira onlar, bizi istihdam ederek ücretlerini almışlar. Şimdi bize hizmet etmek borçlarıdır.”

Buradan anlaşıldığına göre Bediüzzaman şeyhlerin önce ihlaslı olmalarını istiyor. İhlaslı olmak bir hizmeti yalnızca Allah rızası için yapmayı gerektirir. Milleti peşinden sürüklemek için rüyalar uydurmak ihlasla bağdaşmaz ve şeyhlerin insanlar üzerinde tahakküm kurmalarına sebep olur. İkinci olarak daima cihad-ı ekber içinde olmalarını istiyor. Cihad-ı ekber, nefis, nefsin arzularıyla (kibir gösteriş gibi) mücadele içinde olmaktır. Her Müslüman zaten bu cihadla mükelleftir.

Üçüncü olarak, İltizam-ı nefsi terk etmelerini istiyor. Yani nefislerini ön plana çıkarmayı bırakmalarını tavsiye ediyor. Dördüncü olarak zühdü esas almalarını ve şahsi menfaatleri terk etmelerini talep ediyor. Yani tarikatları şahsi menfaat toplamaya alet etmemeleri gerektiğini bildiriyor. Beşinci olarak muhabbet merkezli çalışmalarını arzu ediyor. Başkalarına düşmanlık etmek yerine, kendi yollarının muhabbetiyle hareket etmelerini öneriyor. Son olarak da onların insanlara hizmet etmeleri gerektiğini bildiriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum