Üstüne Toz Kondurmamak

“Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstahak olur.”

(Bediüzzaman)

Her insan doğup büyüdüğü çevrenin, yetiştiği zaman dilimin çocuğudur. Üzerinde, yaşadığı devrin izini, tozunu, kokusunu ve hususiyetlerini taşır. “Bireyin sadece kendine ve kendi memnuniyetine odaklandığı” Ben Nesli isimli kitabın yazarı Jean M. Twenge, bugün bize absürt yani saçma gelen pek çok karakteristik Ben Nesli’nin özelliklerinden maddeler halinde bahsettiği kitabında, “Yaşayacağınız kültürü, doğdunuz zaman belirler. Doğduğunuz dönem karakterinizi, içinde yetiştiğiniz aileden daha çok etkiliyor.” demektedir. Demek, Bediüzzaman’ın Risale-i Nurların pek çok yerinde, “Bu asırda… Bu zamanda…” diyerek zaman kavramına dikkatimizi çekmesi boşuna değilmiş. Nebevî (as) beyanda, “İlim şehrinin kapısı” olarak tavsif edilen ve adını Hz. Peygamberin (as) verdiği Hz. Ali (ra), post-modern zamanın bile ötesine geçen, pedagoji ilminin esamesinin dahi okunmadığı bir devirde (mealen) şöyle demiş: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştirin.”

Bediüzzaman’ın neredeyse bir asır önce, çok haklı ve çok isabetli bir tespitle Enaniyet Asrı dediği şu zamanın insanları, çağın egoizmi, bencilliği, benmerkezciliği ön plana çıkaran, görünür kılan özelliklerini toplumsal hayatın hemen her katmanında yoğun bir şekilde yansıtıyorlar. Enaniyet asrının belki en belirgin libası ve karakteristik özelliklerinden birisi de doğal olarak hiç şüphesiz gurur ve kibirdir. Barla Lahikası’nda temiz kalpli, ihlaslı, güzel bir hafız ve müdakkik bir hoca olarak tanımlanan Hâfız Halid’in, “Risale-i Nur’un müellifi Bediüzzaman hakkında hissiyatını” dile getirdiği mektubunda; Üstad’ında başkalarında nadiren bulunan mümtaz hasletlerden bahsediyor. Bu hasletlerden birinin de tam tevazu ve “Kim tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir.” hadisiyle âmil olduğunu ifade ediyor. Buna dair dikkat çekici şöyle bir misal söylüyor: Talebelerinin bazısı ilmi meselelerde kendisine muhalefet ettiği vakit, onların sözleri içinde hakkı aradığını, bulduğu zaman kabul ve teslim ettiğini; “Maşaallah.” ve “Siz benden daha iyi bildiniz.” ve “Allah razı olsun.” gibi onore ve taltif edici sözlerle; hak ve hakikati, nefsin gurur ve enaniyetine daima tercih ettiğini belirtiyor. Evet, Enaniyet Asrının ve bu asır insanının (zaafı diyanet, lâkaytlık ve kalp hastalığı gibi) hastalıklarını teşhis eden, ilacını ve merhemini çağının uzman hekimi olarak hazırlayan Bediüzzaman, Kur’anî ve Nebevî (as) düsturları içeren bu reçeteyi Risale-i Nur tarzında bizim istifademize sunmuştur. Kullananlar, içtimai/sosyal hayatın politik, ekonomik ve toplumsal alanında yarar görürler; kullanmayan ve müstağni davrananlar yarardan mahrum kalırlar.

Hz. Yusuf (as) gibi gayet derecede azimli ve kararlı, gayet derecede sabırlı ve gayretli bir peygamber bile, “Ben nefsimi temize çıkarmam.” (Yusuf,53) diyerek nefsin/enenin tuzaklarına dikkat çekerken, günümüzün Yusufçukları nefsine toz kondurmuyorlar. “İyi insan, çevresine olduğu kadar kendisine (ve elbette ailesine-rd) karşı da iyi olan kişidir” diyen Psikiyatr Engin Geçtan, İnsan Olmak isimli kitabında, enaniyet asrının kusurlu bir davranışına dikkatimizi çekerek der ki: “Benmerkezcilik kusurlu bir davranıştır.”

Son sözü şairin şu hikmetli dizesine bırakalım:

“Çeşm-i insaf kadar kâmile mizan olmaz,
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.”

(Talip)

Meslek ve meşrebi muhabbet olan insaf ve irfan sahibi kâmil insanlara selam olsun!

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum