Muhabbet Olsun II

Bazen güzel bir eylem ve güzel bir söylem, muhabbete kapı açtığı gibi kötü bir söylem ve fena bir eylem de o muhabbet kapısını kapatıp, adavete kapı aralar. Zira muhabbet; dostça bir araya gelip sevgi diliyle söyleşmek ve halleşmektir. Aynı dili konuşup anlaşamayanların kullandıkları dili gözden geçirmeleri gerekir. Çünkü eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Meselâ, “Savaşı hiç sevmem.” demekle, “barıştan yanayım, barışı severim.” demek, aslında aynı anlama gelmektedir. Ama ikinci söz, ilkine göre zihinde daha olumlu çağrışım yapmakla tercih edilir.

Bir şey, gerçek anlamı ve uygulaması ile yoksa, onun yerini zıddı olan şey ne ise o alır. Zira doğa ve fıtrat boşluk kabul etmez. Meselâ, muhabbetin ve sevginin olmadığı yerde boşluğu, onun zıddı olan adavet ve nefret doldurur.

Elbette muhabbet ve sevginin de dozu ve ölçüsü vardır ve olmalıdır.

Her şeyde olduğu gibi sevgi ve muhabbette de orta yolu tercih etmeli, ifrat ve tefrit denen aşırı iki uçtan kaçınmalıdır. Tehlikeli durum, ifrat-ı muhabbet ya da fart-ı muhabbet denilen şeydir. Meselâ, Hristiyanlar, Hz. İsa’ya (a.s) olan muhabbet ve sevgide aşırıya gittiler ve en sonunda -haşa- ona “Allah’ın oğlu” dediler. Keza Museviler de aynı yolu takip ettiler, Hz. Üzeyir’e (a.s) tıpkı İsevilerin dediğini dediler. Buna muhabbet denmez, ancak iftira denir. Halbuki insan sevdiğine iftira atmaz.

Şirazlı Sadi, Gülistan’da şöyle bir hikâye anlatır:

“Sahabeden Ebu Hüreyre (r.a) her gün Hz. Peygamberi (a.s) ziyarete gelirdi. Bir gün Peygamber (a.s) ona: Ya Ebâ Hüreyre! Beni arada bir ziyaret et ki, muhabbetin ziyade olsun.” dedi. İşte, bugün bile güncelliğini koruyan Nebevî (a.s) bir tavsiye.

Köyümün meşhur bir deyişi vardı: “Ayda gelen doğan gibi, her gün (hatta ‘künde’ derlerdi) gelen soğan gibi.”

İnsan, toplum içinde hayat sürecek sosyal bir varlıktır. Ama günümüz insanı, toplum içinde bile yalnızdır. Yalnızlığını giderecek, kendisiyle muhabbet edecek eşe dosta muhtaçtır. Bir de doğadan kopuş vardır. Oysa hayat alanı, ekolojik çevre ve ekosistem ile iç içedir. İkisine de muhtacız. Birbirimizden ayrılmamız mümkün değildir. Et ile tırnak gibiyiz.

Muhabbet, sevgi, dostluk konusunda bir başka gerçek de “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.” (Mevlâna) denilen hakikattir. Kusursuz dost aramak, insan olmak gerçeğiyle çelişen bir durumdur. İnsan hem iyiliğe hem kötülüğe meyyal, akıl ve irade sahibi bir varlıktır. Bazen melekleri geçer, bazen de maalesef şeytanı bile şaşırtır. Hem nisyan yani unutmak, insanın başını derde sokan bir başka beladır. Böyle bir insanın kusursuz olmasını beklemek, olmayacak duaya âmin demektir. Bediüzzaman, “Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir” der.

Yüzlerce hissiyat ve duygunun, istidat, kabiliyet ve becerinin sahibi insanlar varken, Hünersiz Ağacı benzeri insanlar da vardır. Onca harikalığına rağmen pek çok insan, akmaz - kokmaz - bulaşmaz bir hayat yaşar. Bin yıl yaşayacak da olsa ne kendine ne gayrıya en ufak bir yararı dokunmaz.

Köyümüzde, kıyıda köşede bolca gördüğümüz bir ağaç vardı. Ekilmemiş, dikilmemiş, kendiliğinde yetişen bir ağaçtı. Hüdâyi nâbitti. Köylünün, Hünersiz Ağacı dediği bu ağaç, gölgesi zayıf, meyvesiz, dallarının içi boş olduğundan ne kadar kalın olsa bile basınca kırılan dalları ve kötü kokulu yapraklarıyla ilginç bir ağaçtı. Odun olmaktan başka bir işe yaradığını görmediklerinden olsa gerek adına, Hünersiz Ağacı demişlerdi.

Gülistan’ında Sadi derki;

“İnsanlık bu maddi kalıptır sanma; insanlık keremdir, iyi olmaktır. Önce hüner gerek. Kırmızılı mavili boyalarla, kemerlere de insan resmi çizebilirsin. Eğer bir erdemi, keremi yoksa âdemoğlunun duvar nakşından ne farkı kalır? Dünyayı elde etmek hüner değildir. Yapabiliyorsan bir GÖNÜL ELDE ET.” İşte, asıl marifet ve hüner!

Sevmek ve sevilmek isteyen herkes: “Hem mutlu hem huzurlu olmak istiyorum!” der. Haklıdırlar. Ama haklı olmak, huzur ve mutluluk için ‘istemek’ yetmez.

Parayla saadet olmazmış. Para ne her şeydir ne hiçbir şeydir. Kullanıma bağlı bir mübadele, alım-satım, değer biçme aracıdır. Kimi onu esir alır, kimi ona esir düşer. Kimi onu cebine koyar, kimi kalbine. Para, huzur ve mutluluk getirdiği gibi, onları alıp götürebilir de. Cebi dolu olana “zengin” deriz ama “mutlu ve huzurlu” diyemeyiz. Sevilmek, huzur bulmak ve mutlu olmak için avuç dolusu paralar ödeyen nice insan vardır şu dünyada.

Hepimizin bildiği gerçek de şudur: Huzurun olmadığı yerde mutluluk, mutluluğun bulunmadığı yerde de huzur yoktur. Madem hakikat budur, mutlu ve huzurlu olmanın yolları olmalıdır. “Araya araya bulsam izini.” diyor bir Sevgi İnsanı. Belli ki sevginin yanında, kendini mutlu edecek huzurlu kılacak şeyin peşine düşmüş ve onun izini sürüyor. Muhabbet ve sevgi gibi huzur ve mutluluğun da izini sürmek gerekiyor.

Bert Hellinger, Mutluluğun İki Yolu kitabında, bu iki yolu, “kendini tanımak ve ilişkilerini düzene koymak” olarak belirtiyor.

Bediüzzaman, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!” derken Bizim Yunus da “İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” demiştir.

Kendini bilmeyen için ilim, “kuruca bir emektir.”

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.