Ömer Faruk Topçu
Fatih Avlusunda Bir Çift Göz
Fatih Camii avlusundan her geçişimde, çınar altındaki bakışlarına ithaf ettiklerim.
Ne tuhaf…
Gözlerine bakıp kaldığım
Gözlerinde hayatın tadını aldığım
Gözlerimi ayıramadığım, ateş dolu bir göz de bu
Fatih avlusunda bir çift göz
Onun da gözleri, Allah’ım
Dolaşmakta her sabah hayallerime
İçimi yakmakta gözlerinin ötelere bakışı
İnandırmakta beni ferahlığa yavaş yavaş
Kırk küsür dille, tüm meridyen ve paralellerde
Burcu burcu tütüşü fikirlerinin
Yine de
Takılmakta kerahet vakitlerimin örümcekliğine
Kemirmekte kurtlar günahkâr kemiklerimi
Lavlar fışkırıyor kılcal damarlarımdan
Fitneler mızraklamış ruhumu
Nedenler ve niçinlerle dolu beynim
Zevki varken dünyanın
Bir evlat için ateşte yanmak olur mu?
Soruyorum rüyamda
Azrail’le buluşmuş anneme
Olur diyor onun gözleri
Ve susuyor cennet çiçeği annem
Kör fikrimin kelepçeleri düşüyor önüme
İkna oluyor tüm hücrelerim
İşte…
Hislerimin anlatmak istemediği
Ve boğulduğum
Boğulup takıldığım yer
Nasıl olur,
Pervasızca hayatını feda edişi
Neden kaygısızca dünyaya rest
Hiç mi bir şey yok dünya namına üzülecek?
Bir ömür ki uykuya bes ve hayata
Anlayamadığım,
Sehpalar önünde sen tut tebessüm et
Sen tut bir körpenin imanı için
Her şeyini feda et
Fatih’teki o esrarlı gözlerin
Bana anlattığı hep sensin
İnsanların sana olan mecburiyeti
Ve yüz yirmi dört milyonun bir ömür boyu,
Her şeyi geride bırakırcasına sana dönüşü var.
Sana secdesi, sana hicreti, sana biatı var
Rabbim o gözlerde seni bulan havariler,
Herakl, Necaşi, Selman ruhlu
Milyonlarca Said var.
Girdaplı sürgün memleketlerinde
Fırtınaya inat büyüttüğü,
Sadakat renkli kardelenlere bakamıyorum.
Hiç dayanılmaz taarruzlara,
Tahammülü susturuyor en çılgın hislerimi,
Onun duygularına dokunamayışım büyük bir zarar…
Maziye dalıyorum,
Kalıyor ellerimin arasında balyoz gibi günahkâr kafam,
Ciğerimde çöl,
Elmacık kemiklerimde su fırtınaları
Ve sükûnetle verdiğim karar
Onun anlattığı hep sensin,
Hep sendin ya Nebi!
İsyanla yoğrulmuş,
Kara bulutların sardığı bu şehirde,
Bulmak çok zordu seni.
Başkentin günahkâr apartmanlarının gölgeleriydi,
Seni benden saklayan,
Ve parklardaki yalancı çiçeklerin çekiciliği.
Cazip oyuncakları vardı bu heykel gibi kentin,
Ateşe belenmişken düşüncelerim.
Bir çınarın ihtişamından çıkıp,
Tüm memleketi okşayan tılsımlı dokunuşlar,
Üzerimize doğdu.
Onunda gözleri, Allah’ım
Her asrın sahibi gibi,
Bizi müjdeye boğdu…
Şemsin gözleri kadar cazibedar,
Onun da gözleri, Allah’ım.
Her asrı aydınlatan gözlerden daha şehla,
Her seher vaktinde kızıllıkta seyrettiğim.
Çarşamba kaldırımlarında yürürken
Tarih çimenli bahçelerde rastladığım
Cami şadırvanlarında,
Gönüller ısınsın diye ayazda bıraktığın,Onun da gözleri;
Donmuş fikirleri ısıtan
Mahpus düşüncelerin hür noktası,
Kör düğümlerin çözüldüğü yer:
Onun da gözleri, Allah’ım
Muaz gibi, Zeyd gibi, Talha gibi, Ubeyd gibi
Onun da gözleri; Allah’ım.
Fatih`in kubbesi kadar ağır,
Tezhibleri kadar manalı bakışı.
Yüzündeki çizgiler,
Her sabah önüme düşen bir şafak aydınlığı,
Gölgesinde durduğu çınar gibi;
Her sabah yüceliğini seriyor önüme kelamın.
Yenice nazil olmuş gibi tarif ediyor o sözler,
Çözülüyor dimağların tuzağı.
Taze bir şevkle açılıyor
Seni arayan milyonlarca mahmur gözler.
Bazen
Galaksileri çınlatan haykırışları
Bazen
Bir yaprağın düşüşüne ağlayan gözyaşları
Bazen
Mahkûmiyet demirlerini eriten metanet
Bazen
Ateşler içinde eriyen şefkatli bir yürek
Bazen
Firavunları kahreden Hazret-i Musa’nın öfkesi var.
Onun gözlerinde aradığın mana,
Onun gözlerinde bu asırda aradığın her şey
Hayat aralığında sıkıştığın, yanlış arayışlardan uzak,
Ne Şirin, ne Aslı, ne de Leyla
Onun gözlerinde var olan
Hep Mevla hep Mevla
Şems`in Mevlana’sıyla bu asra bakan zamanın güneşi,
Onun da gözleri, Allah’ım