
Raşit Duran
‘Kapital’
“Çalışıp kazanan Allah’ın (cc) sevdiği kuldur.”
(Hadis)
Değerli okuyucularımız serlevhaya bakıp, “Din afyondur” söylemiyle dini kötüleyip, Marksizmi din ittihaz eden Marksistlerin akıl hocası Karl Marx’ın, kapitalizm eleştirisi olan, içinde içtimai, iktisadi ve tarih bahisleri de bulunan eseri “Das Kapital”i konu edineceğimi zannedebilirler. Ama, değil. Niyetimiz, bu başlığın zihinlerde yapacağı çağrışımla, bugün üretim aracı olarak kapitalin, servet ve sermayenin belli ellerde toplanması sonucunda küresel ve ulusal ölçekte; maneviyattan hiç hazzetmeyen kapitalistler ve müttefiklerince mesela finans, iş, sanat ve medya vs. dünyasında kurdukları “Mescid-i Dırâr” (ki, merak edenler araştırabilirler) benzeri yapılarla, insanların fakr u zaruretinden, zaaflarından ve meyillerinden yararlanarak, kötü ellerde kötülüğe ve modern köleliğe alet edildiğine, kâr hırsıyla nasıl sömürü aracı haline getirilip insanların ömür sermayesinin heder edildiğine (sermayesini insanlığın hayrına, iyiliğine, yararına kullananları tenzih ederek) dikkat çekmek içindir. Amacımız ne servet ne sermaye ne emek düşmanlığıdır. Zira iş dünyasında her ikisi de (emek de sermaye de) lazımdır.
Bu yazının kaleme alınmasının bir başka sebebi de ulusal bir gazetede okuduğum ve beni -istikbalimiz hesabına- dehşete düşüren bir makale içinde geçen, “Türkiye’de servetin yüzde 40’ı yüzde 1’lik bu sermaye sahiplerinin elinde.” ifadesidir. Necip Fazıl’ın Destan şiirinde anlattığı, vahşi kapitalizmin acımasız halinin tezahürü…
“Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa,
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!"
Meşhur Fransız ihtilaline giden süreçte, Fransız kraliçesinin söyleyip söylemediği şüpheli olmasına rağmen herkesçe bilinen meşhur, “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler!” sözü bize, fakr u zaruret halinin; hafife alınmaması, görmezden gelinmemesi gereken dehşetli bir sosyoekonomik durum olduğunu söylüyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ehemmiyet verilmeyen bu hâl, medenî insanın bile “mesh-i maneviye” uğrayarak bir canavara dönüşmesine sebebiyet verebilmektedir:
“Bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından, bomba gibi, küre-i arz patladı; izdivacından, medenî insanlardan canavarlar doğdu.
Birinci kelime: “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?”
İkinci kelime: “İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.”
(İşârât)
“Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.” “Evet, cehâletimizin silâhıyla, asıl bizi mahveden içimizdeki garip nâmlar ile hüküm süren parça parça istibdatlar idi ki, hayatımızı tesmîm etmiş idi.” “Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husûmet beydir. Düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.”
(Münâzarât)
Nefret söylemleriyle düşmanlık hislerinin tahrik edildiği, intikam fikriyle hareket etmeye sebep olunduğu, şiddetin ve cinayetlerin arttığı ve istikbalimiz olan gençlerimizin arasında “ye’sin / ümitsizliğin hayat bulup dirildiği” (ki, Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye isimli eserinde, “altı dehşetli hastalık” olarak zikrettiği marazî durumun birincisidir) bu zamanda; dahilde ve hariçte düşman aranacaksa bunlar olmalı, bunlara karşı -iş işten geçmeden- çareler aranmalıdır. Kapital ve sermaye için harcadığımız emek ve zaman kadar gönül zenginliğine, ömür ve gönül sermayesine de zaman ve emek harcanmalıdır. Çünkü en büyük ve en kıymetli sermaye ömür sermayesidir. Zira ömür sermayesinden zarar edilmesi halinde telafisi mümkün değildir.
Özetle; toplumsal hayatın bütün veçhelerindeki (sosyal, siyasal, ekonomik vs. alanlarında) sorunların çözümü için ısrarla Risale-i Nurları ve tecrübe edilmiş reçetelerini nazara veriyoruz. Gözünü kapayanlar, yalnızca kendilerine gece yapmakla kalmazlar; eğer yönetici makamında iseler, idaresinden sorumlu oldukları topluma da (maddi-manevi anlamda) zarar verdiklerinin de farkında olmaları gerekir.
Rahmetli münevverimiz Cemil Meriç boşuna söylememiş:
“İzm’ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir.”
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.