
Raşit Duran
Modern Çağ Libası: Çelişki
Bu yazının yazılmasının sebebi, HİÇBİŞEY Yayınları arasında çıkan son kitabımız RİSALE TERAPİ için nitelikli bir önsöz yazan psikolog M. Said Duran’ın Tenakuz Hali başlıklı makalesinde yaptığı psikososyal analizin zihnimde yaptığı çağrışımlardır.
Evet, Tenakuz Hali yazısı, babalar kuşağından biri olarak bana hayalen ve fikren mazi ile müstakbel arasında bir yolculuk yaptırdı. M. Said Duran, “Yaşadığımız çağ, büyük tezatlarla dolu ve biz bu tenakuz halini bir libas gibi üzerimizde taşıyoruz.” diyerek, uyup uymadığına bakılmaksızın bedenimize, medenîlik deyip, -allayıp pullayarak medya marifetiyle- gönüllü, bazen -metazori olarak- gönülsüz, zorla giydirilen zamane elbisesine dikkatimizi çekiyor. Bu elbisenin adı: Tenakuz / çelişki Libası. Tıpkı, merhum Cemil Meriç’in idraklerimize giydirilen -izm’li ideolojileri “deli gömleği”ne benzetmesi gibi.
Sanayi devrimini takiben modern çağın teknolojik ve dijital değişimi ve dönüşümü, sadece dünyamızın maddi cihetini ve maddi hayatını değil; manevi yönünü de hem olumlu hem olumsuz anlamda değiştirdi. Mekân ve zaman kavramının adeta ortadan kalkmasıyla, kitlesel iletişimin kitlesel etkileşime dönüşmesi sonucunda maddi hayatımız kolaylaştı, maddi imkanlarımız arttı ve ömrümüz uzadı; fakat bunların yanında eksilen şeylerimiz hiç de az olmadı. Modern çağ insanlığımıza kattığı değer kadar, insaniyetimizden de belki kattığının iki-üç katı kadar şeyler çaldı. Her zamanın bir hükmü ve hâkimi vardır. Bu çağın hükmü ve hâkimi, madde ile menfaat olup, maneviyat ikinci, belki daha gerideki sıralara atılmıştır. Çağ; dünyamızı, madde ve menfaatin birincil/öncelikli hedef ve maksat olduğu zemine, insanların sırtında çelişki libaslarıyla dolaştığı maskeli balo salonuna dönüştürmüştür. Sanki mesh-i maneviye / sureten aynı kalsa da manen ve ahlâken başkalaşmış insan kalabalıkları… Yüzsüzler kadar iki yüzlü, hatta çok yüzlü insanlar topluluğu… Sadece, artış eğilimi gösteren suçların ve suçluların profiline baktığımızda, yetişkin ve çocuklardan tutun, eğitimli ve eğitimsiz her yaştan ve her kesimden insanın bulaştığı uyuşturucu, şiddet, çeteleşme, cinayet, soygun ve mali suçların ciddi bir psikososyal tahlili yapılsa, çıkacak netice bize kendi lisanıyla uyarı mahiyetinde kim bilir neler söyleyecektir.
Zihinsel dönüşüme birkaç küçük örnek vermek gerekirse:
Mesela, daha düne kadar, maddi ve manevi manada, “Ayıptır, günahtır yapma!” dediğimiz nice şeyler için bugün, “Hangi zamanda yaşıyoruz, bu zamanda ayıp mı olurmuş!” noktasına geldik.
Mesela, yine düne kadar, “gayrın canına kastetme, malını gasp etme, kamu malına el uzatma, haramdır!” dediğimiz şeyler konusunda şimdilerde, sirkatini/ hırsızlığını şecaat gibi arz eden kıptîlere döndük.
Mesela, düne kadar siyah dediğimiz ahvale bugün, U dönüşüyle beyaz diyebilmekte; dün yerip yerin dibine geçirdiğimiz halleri bugün övüp göklere çıkarmaktayız. İfrat ve tefrit halleri de bu manada modern çağın sırtımıza giydirdiği bir başka çelişki libasıdır, diyebiliriz. Hakeza. Misalleri ona yüze belki bina çıkarabiliriz.
Birbirleriyle ilintili ve ilişkili olan her iki kavram; yani dünya görüşü olarak geleneksel ve dinî olanın karşıtı bir süreç olarak modernite; kültür ve sanat cereyanı nihayet ideolojik akım olarak modernizm çağının çelişki libasları, sadece bedenlere giydirilmiş değil; idrak ve zihinlerimize, fikir ve zikirlerimize de giydirilmiş yahut giydirilmeye çalışılmaktadır. “Dervişin fikri neyse zikri de odur” fehvasınca, mesela, sosyal medyanın sanal ortamında kimin ne dediğine kulak verirseniz, bu fikir ve zikir dönüşümünü fark edersiniz. Üstad Hazretlerinin “İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.” (D. Harbi Örfi) dediği durum, yani istibdatın sırtına meşrutiyet (demokrasi) libası geçirip, halkın içtimai bedenine giydirmeye çalışmak, üstelik bunu inancın muktezası/gereği imiş gibi yapmak modern çağın (hürriyet ve ittifak) ruhuna hiç uymayan çelişki elbisesidir.
Okuyucu bütün bunlardan sonra şöyle deyip sorabilir: “Ne yani, eski zamana mı dönelim? Eski hayatı mı yaşayalım?” Elbette ki hayır. Mesela, otomobil dururken hiçbirimiz at arabası ile yolculuk yapmak istemeyiz. Zannedilmesin ki muradımız eskiyedir; bilakis, zaman geçse de zamanın eskitemediği, tazeliğini hep koruyan eskimeyenedir. Bediüzzaman Hazretlerinin toplumsal hayat için dikkat çektiği, “İmtizaçkârâne ittihat”, yani “uyumlu birlik/birliktelik” dediği mühim ve lüzumlu meselenin; madde ile mananın, şahsi ve toplumsal hayatta dengeli ve uyumlu haliyle yaşanır hale getirilmesidir. Her elbise her insanın bedenine uygun gelmez, aynen öyle de her toplumun içtimai bedeni farklı olmakla sair toplumların libası ona uymaz ki, aynen taklit edilsin.
Özetle; “İnsanın insanlaşması kutsala inanması ile başlar.” (Cemil Meriç) sözüne itimat etmeyip, “İnsaniyet-i kübra olan İslâmiyet” (25. Söz) hakikatine sırtını dönenler, yaşadıkları onca menfiliklere/olumsuzluklara rağmen hâlâ insaniyeti yok eden mimsiz-medeniyetin düsturlarını yaraya merhem zannetmekle hem zamanı hem emeği hem de nakitlerini zayi etmektedirler.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.