Raşit Duran
Gülistan ve Hâristan
“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.”
(Bediüzzaman Hz., Tarihçe-i Hayat)
“Ağaca su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür.”
(Hz. Mevlâna)
Gülşen yahut Gülistan, gül bahçesi iken; Hâristan dikenli tarla ve dikenliktir.
Hz. Mevlâna’nın bu hikmetli sözünden mülhem memleketi tarlaya, toplumun sosyal hayatını bir ortam ve bir zemine benzetirsek, memleket tarlasını ve toplumsal zeminimizi gülistana yahut hâristana çevirmek, akıl, cüzi irade ve tercih kabiliyetine sahip beşer / insan olarak bizim elimizdedir. Şahıslar gibi toplumların da hayatında mevsimlere benzer dönemler vardır. Sosyal anlamda bazen baharı bazen de kışı yaşar toplumlar. “Hüküm eksere göredir.” fehvasınca, güller misali insanlar çoksa baharı, yazı; dikenler misali insanlar çoksa toplumsal kışı yaşarlar. Başkalarını suçlama kolaycılığına kaçmadan evvel, “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın; doğru yolda olursanız ehl-i dalalet size bir zarar veremez.” (Maide, 105) İlahî fermanındaki ikaza kulak verip kendimize bakmalı; şekvamıza sebep olan siyasi, iktisadi ve içtimai hayatın her cihetini alakadar eden menfi/olumsuz ve fena eylem ve söylemler ile hali hazırda yaşanan bireysel ve toplumsal ahvalimizi bir de bu pencere ve bu zaviyeden / açıdan tahlil edip, emeğimizi, vaktimizi ve nakdimizi nereye sarf ettiğimizi (aile reisinden devlet reisine kadar) her seviyeden insan olarak sorgulamalıyız.
“Diken ekersen, gül biçemezsin.”
(Şeyh Sadi Şirazi)
Gülşen içinde ve Gülistan ülkesinde baharları yaşamak istiyorsak (ki, istisnasız herkes ister), o vakit, bu tarlaya ve zemine gül-i Muhammedî (as) fidanları dikmek iktiza eder. Fakat sadece istemek de kâfi değil; ortaya bir irade koymak, gayret etmek, emek vermek gerekir. İşte, Bediüzzaman Hazretleri, cennet-asa baharın tahakkuk ve tecessümü için, kendilerinin ektiği gibi “nur tohumları” ekmek gerektiğini ifade etmiştir. Zira tohum, çekirdek ekilmeden ve fidan dikilmeden ağacın ve çiçeğin olmayacağı izahtan varestedir. Evet, ekilen tohum ve çekirdek yahut dikilen her fidan kendi cinsinden meyvesini verir.
Hz. Mevlâna, “dikene su vermeyi” zulme eşdeğer bir fiil olarak tanımlamış hatta zulmün kendisi olarak tavsif etmiş / vasıflandırmış; bir başka manada da dikene su verenin zalim olacağına işaret etmiştir. Hazretin metafor olarak kullandığı diken, elbette bir hikmete binaen yaratılmış, gölgesi de meyvesi de olmayan, dağda bayırda kendiliğinden yetişen hüda-i nabit bir bitkidir. En belirgin özelliği, vücuda battığında acıtır ve acı verir.
Mesela, Saadet Asrı, gül-i Muhammedîlerin (as) her köşe bucağı sardığı bir gülistan devridir ki, o zeminde dikenler susuzluktan güdük kalmış, boy atıp gelişmesine imkân ve fırsat verilmemiş, kimseye de zarar verememişlerdir. Heyhat, aradan asırlar geçmiş; “altı dehşetli hastalığa” yakalanmış “üç düşman” tarafından esir edilmiş coğrafyanın İslâm tarlasında ve milletler zeminindeki güller, sen-ben kavgasında ihmal edilmiş, gıdasız-susuz kalmış, boy atıp gelişememiş, fırsattan istifade dikenler büyüdükçe büyümüş; İslâm milletleri içinde zuhur eden çağdaş Ebu Cehiller, farklı türü ve türevleriyle birer dikene dönüşmüş ülkelerini de bir hâristana çevirmişlerdir.
Son söz olarak naçizane fikrimi arz ederek yazımı noktalayayım: Altı dehşetli hastalıkla malul, üç düşmanla (cehalet, fakirlik, ihtilaf) kuşatılmış bu coğrafyada ve bu topraklarda yetişmiş, sair milletlere numune-i imtisal olmuş, tarihin şan ve şeref sayfalarına geçmiş, başta gönül sultanları olmak üzere gerçek devlet adamları, ehliyet ve liyakatli idareciler, asker ve komutanlar, ilim ve irfan, fikir ve aksiyon sahibi insanlara mukabil bugün, kaht-ı rical dönemi ve devri yaşamaktayız. Kanaatimce, sorunları bir türlü çözemediğimizin mühim bir sebebi de budur. Mesela, Osmanlının tedbirli, ilim ve fikir sahibi fakat talihsiz sultanlarından III. Mustafa, kendi devrinde devletin gidişatından o kadar mustarip ki, bu hissiyatını şu şiirle dile getirmiştir:
“Yıkıluptur bu cihân sanma ki bizde düzele,
Devleti, çarh-ı deni verdi kamu mübtezele.
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele,
İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lemyezel’e.”
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.