Geceyi Gündüze Çeviren Bir Alp: Zübeyir Gündüzalp

“Nurun İman ve Hikmet Kahramanı” - TAKRİZ

Şahısların tarihçe-i hayatları vardır. Aynen öyle de HİÇBİŞEY Yayınları arasında çıkan “ZÜBEYİR GÜNDÜZALP, Nurun İman ve Hikmet Kahramanı” kitabı; zirve bir şahsiyeti, ceberut bir devri, bir iman hizmetini ve bu hizmet erlerini anlarıyla, anılarıyla ve olaylarıyla anlatan bir başka tarihçe-i hayat kitabıdır. Bu kitap bize; ibretlik tablolar, ders alınacak hadiseler, örnek alınacak şahsiyetler ve onların hususiyetlerden kesitler sunuyor.

Şahsiyetler vardır; ismi, bir davanın tecessüm etmiş halidir. Davanın ismini duyunca hemen aklınıza o şahıslar gelir. Mesela, “sadakat” dediklerinde Ebu Bekir Sıddık (ra), “adalet” dediklerinde Hz. Ömer (ra), “haya ve hilm” dediklerinde Hz. Osman (ra), “şecaat ve ilim” dediklerinde Hz. Ali (ra), “hürriyet” dediklerinde, “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” diyen Bediüzzaman gelir ve hakeza. Şu harika söz, tek başına, dünya barışının mottosu olabilecek bir güce ve kıymete sahiptir.

“Mesleği ve meşrebi hizmet” olan Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’dan sonraki zamanlarda rehber ve model kişiliğiyle, hizmet-i imaniyenin mihmandarı mesabesindedir. Bediüzzaman’ın, “Kâinata değişmem” sözünden sonra bizim Zübeyir Gündüzalp için söyleyeceğimiz her söz, edeceğimiz her kelâm, Hz. Üstad’ın sözünün yanında “hiç” hükmündedir. Kâinat bir yana Zübeyir Gündüzalp bir yana ise bunun ötesinde daha ne denebilir ki?

Bediüzzaman ilk ziyaretinde Zübeyir Gündüzalp’e, “Kardeşim, mesleğimiz meşakkattir, meşakkat alâmet-i makbuliyettir!” demiş. Sır: Rahmetin zahmette olmasıdır.

Bediüzzaman’ın, bize, sanki “Siz de öyle deyin!” dercesine, dikkat çeken harika bir özelliği de talebelerine fevkalade güzel isim ve sıfatlarla hitap etmesi ve iltifatta bulunmasıdır. Risale-i Nur’un hizmet tarzı, Asr-ı Saadet’in çağımızdaki iz düşümüdür.

Her kahramanı sair insanlardan ayıran mümeyyiz vasıflar vardır. Bunların başında davaya sadakat, davada sabır, davada samimiyet yani ihlas, davada metanetli olmak, azami derecede fedakârlık, cevvaliyet gibi hususiyetler gelir. Zübeyir Gündüzalp’te bunların birçoğu bir arada ve zirvede bulunmaktadır. Hem korkunun dağları sardığı ceberut devrinde, bir cesaret timsalidir. Kısacası, Nur davasının, tecessüm etmiş halidir. Pek çok farklı hususiyetleri vardır. Hizmet namına basını yakından takip eder ve çok okumanın yanı sıra ilcaat-ı zamanı, zaruretleri, mesleğin gereği alan tedbiri dikkate alır. İlk tanışmada verilen ilk eserler: Küçük Sözler ve Gençlik Rehberi’dir.

**

Birinci Cihan Harbi’nin (1914) bütün dünyayı kasıp kavurduğu, milyonlarca insana mezar olmuş bir dünyaya gözünü açmıştır. Bu sırada Bediüzzaman, Kafkas cephesinde beş bin kişilik milis alayı ile vatan için Ermeni ve Ruslarla çarpışmaktadır.

Yine bu sırada (1917), dünya hâkimiyeti iddiasıyla dünyanın başına bela kesilecek olan bir başka musibet çıkmıştır: Komünizm. Milyonlar masumun kanını döken Birinci Cihan Harbi gibi komünizm de milyonlar masumun kanı üzerinde kurulmuştur. İşte bu iki dehşetli musibet yaşanırken Bediüzzaman da Eski Said’den Yeni Said’e inkılâp etmiştir.

Sene:1919. Sadık bir rüyada, manevi bir meclise davet gelmiştir. Demek, mühim bir vazife tevdi edilecektir.

Sene:1920. Payitaht İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. İşgalcilerin ilk işi, Müslümanlar arasına tefrika sokarak sen-ben kavgası çıkartmak, birliği-beraberliği parçalamak, işgali kolaylaştırmak, milletin hürriyet ve istiklalini yok ederek onları esir almaktır. Bunu yolu da tefrikadır. M. Akif’in dediği, “Tefrika girmeden bir millete, düşman giremez” hakikatini tahakkuk ettirmek. Çok sonra Kahraman Hoca diyecekleri Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte isimli gayet müessir bir eser neşredip dağıtmış, entrikacı İngilizlerin oyunlarını bozmuştur. Her devrin bir firavunu, her firavunun bir Musa’sı olması ve zuhuru adetullahtır. Tuzakları boşa çıkan işgalci güçler hemen idam kararı almışlar ve aramaya başlamışlardır. İşte bu hayat-memat savaşının verildiği 1920 yılında, Karamanoğulları’ndan Osmanlıya geçen Ermenek’te bir çocuk gözlerini dünyaya açmıştır. İsmini Ziver verirler. Bediüzzaman ona Zübeyir ismini vermiştir. Zübeyir Bin Avvam misali. Hz. Zübeyir (ra), Sahabe-i Kiram’dan cennetle müjdelenen ve Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın “havarim” dediği bir zattır. Yetiştiği aile ortamında fevkalade hassasiyet ve ciddiyet vardır. Demek, kahramanların ilk tohumları aile ortamda atılmaktadır ki, istikbalin kahramanları öyle neşv ü nema bulsunlar.

Kitaptan anladığımız bir başka hakikat de kaderin bir remzidir ki, Nur’un ilk mümtaz talebeleri, Zübeyir Gündüzalp gibi ehl-i tahkik, “fıtraten gerçeği araştırmaya meyilli” insanlar olduklarıdır. Demek bu iştiyaklı meyil, fiilî dua hükmüne geçmiş ve semeresini vermiştir. Risale-i Nur’u kastederek demiş ki, “Kitap elimde iken öleyim!” Hatta şöyle demiş, “Okuduğum kitabı karşı taraftaki satın almazsa ben onu okuma saymam!” Hem demiş ki, “Başkasına okuma, kendine oku!” Ruhuyla okumak, tesirli okumak… Okumaya teşvik. Hem, kulaklar ve lisan aşina olsun diye yüksek sesle okumak. Müdakkik bir insan olan Zübeyir Gündüzalp, hakperest ilim insanlarının kitaplarını da okur, notlar alır, alıntılar yapar ve onları Risale-i Nur’daki hakikatlerle meczederdi.

**

Her devrin firavunları o devrin Musa’sına dünyayı zindan etmişlerdir. Yolun encamı budur. Bizim Yunus’un dediği gibi:

“Bu yol uzaktır, menzili çoktur,
Geçidi yoktur, derin sular var.”

Modern zamanın ceberutları, geçmişteki firavunlar gibi memleketi ve milleti kendi mülkleri zannettiğinden onları, kanun ve nizam bağlamaz. “Habersiz, ani baskınla, kapı kilidini kırarak” hanelerin masumiyetini ihlal etmekte beis görmezler. “Yok kanun, yap kanun” diyen dünkü İttihatçı zihniyetin modern versiyonudur bunlar.

Ceberutların üç zindanı: Eskişehir (1935), Denizli (1943) ve Afyon (1948). İsnat edilen ve fakat bir türlü ispat edilemeyen suçlar -daha doğru tabirle iftiralar-, hep aynıdır:

• Siyasi cemiyet kurmak. Oysa, bırakın siyasi olanını ortada cemiyet diye bir şey yoktur.

• Rejime aykırı fikirleri neşretmek. Serdedilen fikirler ve telif edilen eserler, Kur’an ve iman hakikatlerinden başka bir şey değildir.

• Siyasi bir gaye peşinde olmak. Kendilerinin bile inanmadığı bu suç isnadını ispatlayacak ya da doğrulayacak en küçük bir emare bile yoktur ortada.

• Dini âlet ederek şahsi nüfuz temin etmek. Yanlarında kâğıt ve kalemden başka bir şeyi bulunmayan bu hasbi insanların dini alet ederek nüfuz temin edecek olması, kâinatta hiç kimsenin inanmayacağı bir yalan ve iftira olduğunu ceberutların kendisi de bilmektedir.

• İnkılâp ve icraatları beğenmemek. Din ve vicdan, fikir ve ifade hürriyetinin olduğu demokratik sistemlerde bir vatandaş her icraatı beğenmeyebilir. Bunu dile getirmesi, ifade hürriyet kapsamındadır.

• Irkçılık yapmak. İman hakikatlerini ders veren bir kimsenin ırkçılık iddiasıyla yargılanması kadar saçma bir şey olamaz. Zira, İslâm, müntesiplerine ırkçılığın her türlüsünü yasak etmiştir. Hele Bediüzzaman gibi bir zatın ırkçılık yaptığı iddiası, dünyada hiç kimsenin inanmayacağı, tıpkı öncekiler gibi kocaman bir yalandır.

İdam talebiyle yargılanırlar, fakat karar beraattir. Evrensel “masumiyet karinesini” pekâlâ bildikleri halde, suç ihdas ederek daha baştan idama mahkûm ettikleri Bediüzzaman ve talebeleri, hakikatte bir suç işlememiş ki, kararlar hep beraat olmuştur. Takip ettikleri maksat, Anadolu insanına gözdağı vermek, uhuvvet ve muhabbete fırsat vermemek, onları Risale-i Nur’lardan ve Bediüzzaman’dan uzak tutmaktır. Öyle ki kimse ziyaretine gelmesin diye her vakit kapısında bir polis yahut bekçi bulundurmuşlardır. Fakat ceberutlar zulmüne artırdıkça, Nur halkası biraz daha genişlemiş, daha güçlü bir heyet teşkil etmiştir.

Nebevî (as) beyan uyarınca, müminin fenalıklar karşısında tavrı üç şekildedir: Elle ve dille müdahale, kalple buğz. Fenalık zulme inkılap etmişse emr-i İlahi katidir: “Zalime meyletmeyin!” (Hud,113) Zübeyir Gündüzalp bu anlamda buğz ile yetinmeyen, devrin ceberutlarına karşı Nebevi (a.s) bir tavır koymuş zirve şahsiyetlerden birisidir.

Ülkede korku imparatorluğu kurmuş olan ceberut saltanatın Afyon zindanı; orayı, Medrese-i Yusufiye’ye çeviren, “Kasap Tahir”i bile vatana ve millete faydalı bir fert haline getiren, hapishane efesi Halil Ağa’yı nur talebesi yapan Bediüzzaman ve talebelerine, eşine az rastlanır zulümlere şahitlik etmiştir. Bu zulümlerin en dehşetlisini de Bediüzzaman yaşamıştır. Bu haliyle bile talebelerine sabrı ve şükrü telkin eden de yine odur. Burada yaşanan meşrep ihtilafı ve Bediüzzaman’ın bu ihtilafa vurduğu neşter, sonrakiler için de çözüm olacak tavsiyeler ihtiva eder: hakiki tesanüt, birbirinin kusuruna bakmamak ve hiçbir cihetle gücenmemek.

Afyon hayatı; Bediüzzaman’ın kalbi ve ruhi anlamda Üçüncü Said dönemine geçtiği zamandır: tarik-i dünya hali. Vatan, millet ve din namına, içtimai ve siyasi alanda da mühim ve büyük bir vazifenin omuzlarına yüklendiği bu üçüncü dönem, külli bir hizmet dönemidir.

Bediüzzaman, dünyada cereyan eden toplumsal ve siyasal olayları hem ulusal hem yerel basından takip ettirmektedir. Zira bu arada, ceberutlar hesabına hareket eden ve bir türlü emeline nail olamayan Afyon Savcısı, son olarak medyayı kullanarak Bediüzzaman’ın aleyhinde neşriyat yaptırarak, nurcular arasına tefrika sokmak ve onu, halkın gözünde mahkûm etmek istemektedir. Sırf halk ilgi göstermesin diye Afyon hapsinden tahliyesini sabah namazı vaktinde gizlice yapmışlardır. Zübeyir Gündüzalp’in mühim bir görevi de basını takip etmek ve iftira ve yalan haberlere tekzip göndermektir.

**

Kitapta ilginç bir diyalog anlatılıyor. Bediüzzaman, Zübeyir Gündüzalp’i hizmet noktasında sınamak için bir sual soruyor ve 24 saat düşündükten sonra cevap vermesini istiyor. Hemen cevap vermek isteyince, “Hayır! 24 saat düşün öyle gel!” diyor. Hz. Üstad’ın bu tavrı, insanın fıtri haline dikkat ettiğini nazara veren mühim bir olaydır. O da kararını 24 saat sonra bildiriyor ve hizmete kabul ediliyor. Zira, acele, ani ve fevri kararların sonrasında pişmanlıklar olabilmektedir.

1950’den sonraki hizmetlerden birisi de Risale-i Nur’ların Osmanlıcadan Lâtin harflerine çevrilerek neşredilmesidir. Bediüzzaman, daha Emirdağ’da sürgün hayatı yaşadığı 1946 yılında, “iki dehşetli manevi belayı def etmek için” Risale-i Nur’ların matbuat (basın-yayın) lisanı ile konuşması gerektiğinden bahsetmiştir.

Medeniyet, İrşat, İhlâs, Zülfikâr, Uhuvvet, Selâm, Hareket, Hürsöz, Bediülbeyun, Vahdet, Demokrat Ağrı gibi isimlerle çıkarılan gazeteler vardır. Zübeyir Gündüzalp de gazeteye çok önem vermiştir. Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine uygun günlük bir gazetenin çıkması zaruri ihtiyaçtır. Bugün, medyanın nasıl ulusal ve uluslararası bir güç olduğu artık herkes tarafından bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Demokrat dünyada, yasama, yürütme ve yargıdan sonra, “Basın/medya dördüncü güçtür.” sözü meşhurdur.

**

Bediüzzaman’ın vefatından sonra baş gösteren dağınıklık ve kargaşa dönemi de yine Zübeyir Gündüzalp’in gayreti ve müdahalesiyle aşılmıştır. “Fetret Devrini” andıran; siyasi, hissi ve indi mülahazalarla ortaya çıkan bu hareketlerden birisi, Risale-i Nur’ların Lâtin harfleriyle basılmasına karşı çıkan bir gruptur. Bir başkası da “mahallindeki büyük ağabeylerin etrafında kümelenen cemaat” dolayısıyla hususiliğe meyletme tehlikesidir. Bu noktada da Zübeyir Gündüzalp, ferasetli davranmış ve problem büyümeden halledilmiştir. 1969’dan sonra ortaya çıkan, bir başka tehlike ise sık sık derslere gelerek talebelerle tanışmak ve onları partilerine kayıt etmek, “din adına siyaset yapmak”, “Hak geldi bâtıl zail oldu.” sloganıyla Siyasal İslamcılık hareketi de Risale-i Nur davasına büyük darbe vuracaktır. Zübeyir Gündüzalp son yıllarında bununla mücadele etmiş, bu siyasi hareketin Nur Talebeleri arasına fitne sokmasına engel olmuş, saff-ı evvel talebelerle omuz omuz vererek nur cemaatinin birliğini muhafaza ve dağılmamasını temin etmiş, “meşveret” sistemini kurmuştur. Meşverete ehil olmayanların girmesini istemeyen, “mutlak ittiba” prensibinin sahibi Zübeyir Gündüzalp, “Kim hizmetin hangi meselesinde mütehassıs ise onunla ilgili olan meşverete girsin.” istemiş, “eğer herkesi her meseleye dahil ederseniz, ehil olmayanlar işin içine girer, rastgele kararlar alınır, doğruluk ve istikamet payı azalır.” demiştir.

Kitaptan; Selâhaddin Şafak şunları söylüyor:

“Zübeyir Ağabeyin bize verdiği üç nasihat.”

“1. İhtiyata dikkat et. İhtiyatlı konuş. Kırmızı kaplı kitapların içindekileri oku. Başka şeyleri değil.

2. Konuştuklarına dikkat et. Bir insanın yüzüne söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi arkasından söyleme. Sonra mahcup olursun.

3. Biz Allah’a hesap vereceğiz. Allah bizi hesaba çekecek, unutma. İnsanları kandırabiliriz, ama Allah’ı asla!”

Bediüzzaman’ın vefatından bir-iki ay sonra 27 Mayıs 1960 askeri darbesi yapılmış; ihtilal, zaten karışık ve gergin olan ortamı daha da germiştir. İşte bu ortamda bazı siyasiler, nur talebelerini kendi yanlarına çekerek siyasetlerine alet etmek istemişlerdir. Böyle bir zamanda Ankara’da bulunan Zübeyir Gündüzalp, Hz. Üstad’ın ve Risale-i Nur’un meslek ve meşrep prensiplerinden yola çıkarak hizmeti yoluna koymuş, cemaati derleyip toparlamıştır. Yeri geldiğinde gerek mektuplarla ve gerekse heyetler göndererek siyasetçileri de ikaz etmeyi ihmal etmemiştir.

Kitaba dair yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki son söz olarak;

Ziver iken Zübeyir olmuş, Zübeyir Bin Avvam (ra) misali Bediüzzaman gibi Peygamber (as) varisi bir Zat’a havarilik, vezirlik yapmış, bu sayede fıtratındaki elmas-pırlanta cevherler ortaya çıkmış, pek çok mümeyyiz vasıflarıyla temayüz, manen inkişaf ve terakki etmiş zirve bir şahsiyettir. Bu zirve şahsiyetin ahvali, akvali, etvarı ve hizmette takip ettiği metot ve izlediği yolun, sonrakiler için bir kılavuz olacak hakikatlerini ihtiva eden bu kitap, hizmette bir boşluğu doldurmakla hayırlı bir başka hizmete vesile ve vasıta olacaktır.

Hizmet-i Nuriye’ye gönül vermiş insanlar için yol haritası ve “Ders Notları” mesabesindeki bu harika kitabı yayına hazırlayarak bizim istifademize sunan, başta yazarı olmak üzere Levent Bilgin, Ayşe Hayta, Mustafa Oral ve Vera Fikir-Sanat’tan oğlum Muhammed Said Duran’a binlerce kez teşekkürler. Ellerine ve emeklerine sağlık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.