Mustafa Oral
Şairlere İlham Olan Kahraman Bekir Berk
Bekir Berk’in Üniversiteye kaydolduğu yıllarda Türkiye Komünizm tehdidi altındadır. Hakk’ın yılmaz savunucu, azimli, sebatkâr, fedakâr ve cefakâr Hak eri Bekir, İslâm’ın hoş gördüğü müspet milliyetçiliğin savunucusu olur. Komünistlik ve Masonluk gibi akımlara karşı mücadele eder. Arkadaşlarıyla Komünizme Karşı Mücadele (1950-1952) dergisini çıkarır. Milliyetçiler Derneği Başkanlığı yapar.
Mareşal Fevzi Çakmak derin mahfillerin oyununa gelmiş; Tan Gazetesi sahibi Zekeriya Sertel gibi sol görüşlü insanlarla hareket etmeye başlamıştır. İnsan Haklarını Koruma Derneği adı altında örgütlenmek için 18 Ekim 1945 tarihinde konferans organize ederler. Haberi alan Bekir konferansa katılır. Mareşal’in bu insanlarla hareket etmesinden son derece rahatsız olur. Mareşal’in konuşmasının ardından söz alarak duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Etraf buz gibi sessizliğe bürünür. Mareşal bir tek kelime dahi söyleyemez. Bu olaydan sonra Bekir dikkatleri üzerine çeker. Vatanseverler içlerinde böyle cesur bir vatanperverin bulunması ile övünürken karşı cephede olanlar ona karşı gardını almaya başlar. Bu tür davranışları İstanbul medyası vasıtasıyla sesinin memleketi Ordu’ya kadar ulaşmasını sağlar.
Ertesi gün Son Posta Gazetesi onu öven bir yazı yayımlar. Yusuf Ziya Ortaç da kervana katılanlardandır.
“Bir genç çıktı. Adını duymadım, yüzünü görmedim, sesini işitmedim. Belki yirmisinde var, belki yok. Koskoca bir maziye, yetmiş yaşında bir şöhrete, ihtiyar Mareşal’e sordu. ‘Siz bu adamlarla nasıl el ele veriyorsunuz?’ Bir gencin ağzından çıkan bu ses, bir gencin değil, bir gençliğin sesidir. Cumhuriyet Bayramına bu sesin neşesi, bu sesin ümidi, bu sesin ışığı içinde giriyoruz.”
Hüseyin Cahit Yalçın da aynı hisleri paylaşır.
“Evet, orada bir hiss-i selime sahip bir Türk genci ve bir üniversite talebesi görüldü ki Mareşal’e, malum aşırı solcularla nasıl bir araya geldiğini ve bir cemiyet yaptığını sordu sadece. Henüz talebe olan bu Türk gencinin küçük bir fiske darbesi koca Mareşal’e, eski bir dış işleri bakanına, koca bir profesöre, bir hukuk adamına bir peçe hizmeti gördürülmüş garip bir cemiyeti darmadağın etmeye kâfi geldi. Bu büyük şahsiyetlerin zihnine bu sual o dakikaya kadar gelmemiş miydi?”
Bekir o günkü atmosferi anlatan ve Mareşal’in tavrını eleştiren bir yazı kaleme alır. Bu yazı Büyük Doğu Dergisi’nde Necip Fazıl’ın önsözüyle yayımlanır.
Moskova Radyosu
Bekir’in namı zamanla ülke sınırlarını aşarak Komünizm'in ana yurdu Sovyetler Birliği’ne kadar ulaşır. 28 Ocak 1947 tarihinden itibaren Moskova radyosu Bekir aleyhinde yayınlar yapmaya başlar.
Bekir, İsmet İnönü ve Feyzi Çakmak
1947 yılında İstanbul Şehir Tiyatrolarında milletin çekirdeği olan aileyi yıkmayı hedef alan ‘Düşman’ isimli bir oyun sergilenir. Haberi alan Bekir ve arkadaşları oyunu protesto ederler.
Korku ve tehditlerle Bekir’i sindirmenin mümkün olmadığı anlaşılınca bazı derin yapılar onu yanına çekebilmek için açık çek verirler. Bekir bunları reddeder. Bu sefer onu tuzağa düşürecek başka yöntemler denerler. 1950 yılında İsmet İnönü, Bekir ve arkadaşlarıyla görüşme talebinde bulunur. Halkın menfaatine olabilecek her teklife açık olan Bekir teklifi kabul eder. Dolmabahçe Sarayı’nın şaşalı ortamında görüşme gerçekleşir. Bu görüşme Bekir’e karşı mücadele edenler ve İsmet İnönü tarafından onun İsmet İnönü’nün yanında yer aldığı, maddi destek aldığı şeklinde yansıtılır. Bekir gibi onurlu bir kimse için bu asla kabullenilecek bir şey değildir. Bunun üzerine Komünizmle Mücadele Dergisi’nde 13 Eylül 1950 tarihinde olayın gerçek boyutunu ortaya koyan bir yazı yayımlamak zorunda kalır.
10 Nisan 1950 tarihinde Fevzi Çakmak vefat eder. Haber halk arasında kısa zamanda yayılmasına rağmen resmi çevrelerde karşılık bulmaz. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü silah arkadaşına karşı vefasız davranır. TRT rutin yayınını değiştirmediği gibi vefat haberine bile değinmez.
Vefat haberini alan Bekir harekete geçer. Etrafındakilerle birlikte Türk Kültür Ocağı binasından Harbiye’deki TRT binasına doğru marşlar eşliğinde yürürler. Bekir heybet, haşyet ve haşmetiyle etrafındakileri etkiler. Etrafında önder şahsiyet olarak hep bir adım öne çıkar. Marşları işiten, manzaraya şahit olan halk kitleler halinde kalabalığa katılır. TRT binasına varıldığında kalabalık izdiham derecesine ulaşmıştır. Yapılacak küçük bir provokasyon haklı oldukları konuda kendilerini haksız duruma düşürecektir. Galeyana gelen bir grup TRT binasını işgal etmek isteyince Bekir harekete geçerek teşebbüsü engeller. Protestodaki amacın gerçekleştiğini belirterek Mareşal’in Maçka’daki evine doğru yürünmesi talimatını verir. Mareşal’in evinin önüne vardıklarında yine sahne alır. İstiklal Marşı, arkasından Fatiha okunduktan sonra dağılmalarını söyler. Mareşal sonsuzluk yurduna bu şekilde marşlar ve Fatihalarla uğurlanır.
Asil Genç
Ertesi gün gazeteler onun cenazedeki resmini yayımlarlar. Öyle heybetli duruşu vardır ki o günlerde Medine’de ikamet eden şair Ali Ulvi Kurucu o resmi görünce çok heyecanlanır ve hayatının ilk şiirini o gün yazar.
Kurucu 1930’lu yıllarda 17 yaşındayken ailesiyle birlikte Medine’ye hicret eder. Fakat Türkiye ile bağlarını koparmaz. Gelişmeleri gazetelerden gâh sevinç gâh üzüntüyle takip eder. İslam’ı kendine dert edinen Kurucu ilk şiirini Türkiye’den Medine’ye gelen gazetelerde resmini gördüğü Bekir için yazar. Bekir’in şahsında Müslüman Türk gençliğinin şahlanışını dile getiren bu şiire “Asil Genç” başlığını koyar. Yıllar sonra bu şiirin yazılış sürecini şöyle anlatır:
“İlk şiirim, ‘Asil Genç’tir. Bu şiirimi ilk defa 1950 Mayıs’ında yazdım. 1950’de gazeteler gelmişti buraya. Fevzi Çakmak vefat etmiş. Gazetelerde bir kalabalık! Cenaze merasimi yapılmış. O felâketli günde radyo hâlâ dans havaları çalıyor! ‘Millet ağlar, radyo güler. Allah Allah bu radyo kimin radyosu? Ne saygısızlık bu!’ diye bazı talebeler radyo evine doğru yürümüşler.
Bana öyle geldi ki millet, cenaze merasimini bahane ederek coşmuş o gün! O acı günde radyonun neşriyatını protesto etmek maksadıyla hukuk ve diğer fakültelere mensup gençler radyo evini basmışlar. Polis, jandarma gelmiş, onları yakalayarak hapishaneye götürüyor.”
Şair, Bekir’i şu ifadelerle tarif eder.
“Yakalanan gençlerin başında bir genç var. Gözlüklü, kravatlı, tığ gibi, ince uzun boylu. Bir gün sonra çıkacak gazetede resmini basarak teşhir etmek isteyen gazetenin foto muhabirine dönmüş, bakıyor. ‘Beni bir zalim gibi, cani gibi âleme göstermek mi istiyorsun?’ der gibi. Öyle bir sima ki gencin siması, Yavuz Selim’in atı gibi; gem filân vurulmaz ona. Acayip bir sima. Âşık oldum gencin simasına, bakışına!
Dedim: ‘Ya Rabbi! Yirmi beş senedir inkılâp silindiri altında kalarak ezilen bir memlekette, böyle iman, vatan ve memleket davasına sahip çıkacak; böyle saygısızlara ‘dur’ diyecek, hem de fakültelerden gençler çıkacak!’
İçimde duygular, hisler galeyana geldi. Coştum, ilk şiirimi kaleme aldım. Şiirin ismini ‘Asil Genç’ koydum.
Sen gönüllerde bugün tak-ı zaferler gibisin.
Yurdun irfanlı, ağır başlı temiz sahibisin.
Bütün imanlı gönüller sana hayran oluyor.
Kahramanlar geçiyormuş gibi gözler doluyor!
Dinden almıştı deden, dağ deviren hamlesini,
Süzüyor şimdi de cennetlerin ufkunda seni.
Alev alsın, bu büyük gayenin aşkıyla için.
Koca bir ülkeyi derya gibi coşturmak için.
Silkin artık, sona ersin şu asırlık uyku,
Akif’in marşını şimşek gibi gür sesle oku.
Genç adam, sen saracaksın, kanayan her yarayı.
Boğacaksın, seni iğfal edecek yaygarayı!
En şanlı vazifeyle mükellef yaratıldın.
Peygamberin aşkıyla bu meydana atıldın.
Afaka, güneşler gibi nurlar saçacaksın,
Tarihe fecirler dolu bir devir açacaksın.
İslâm’daki sarsılmaz İlâhî idealle,
Mes’ut olacaktır beşer erdikçe kemale.
Var ol! Ebediyetle beraber yaşa, parla!
Ulvî başı göklerde yüzen şahikalarla.”
Necmettin Şahiner bu şiirin Bekir Berk için yazıldığını söylese de Ali Ulvi Kurucu ilerleyen yıllarda hatıralarını anlattığı kitabının 5. cildinde bu şiiri Yüksek İslam Enstitüsü Öğrencisine başlığıyla yayımlar. İhsan Atasoy ile görüşmesinde ise Bekir Berk için yazdığı şiirin aşağıdaki şiir olduğunu söyler.
Şanlı dost, her ne kadar cismen uzaksam senden,
Şair oldum, ebedî ruhumu yaktım sana ben.
O İlâhî yüce gayen, ne temizdir öyle,
Can atar, şanlı zaferler sana bundan böyle.
Akif olsaydı da görseydi, bu parlak gününü,
Ebediyetlere yaymıştı cihana eminim ününü.
Mavi, mor, pembe ufuklarda hayalin görünür,
Dalgalar sahili örter gibi okşar, sürünür.
Sana ilk şiirimi yazdım, bu mübarek gecede,
Sanki cennetlere uçmuş gibi geldim vecde.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.