Yaşamak, Sorumluluk ve Deprem

Burası dünya, her zaman güllük ve gülistanlık olmaz. İnsanlar dünya hayatında sürekli bir yarış içindedir. Evde, okulda, sokakta, işte, çarşıda her yerde bitmeyen bir koşturmaca yaşanır. Her daim bir yere yetişmek ve bir şeylerden kaçmak ve kurtulmak telaşı arasında gidip gelmektedir insan.

İnanan için bu hal bir imtihan, inanmayan için ise hayata kalma mücadelesidir.

İnanan bu konuda avantajlıdır, çünkü doğa kanunlarına ve toplumsal yasalara (âdetullah) uyduğunda Allah’ın rızasına uygun bir tavır ortaya koyar...

İnanmayan için ise bütün umut ve kaygılar bu dünyayla sınırlıdır.

Adetullah kanunlarına göre değil kendi nefsine göre çözümler ile yol alır.

İnananlar bu sebepten bu hayatı çok iyi değerlendirmeye çalışır. Çünkü öbür dünyadaki kazancı bu dünyaya bağlıdır. Oradaki mutluluğun anahtarı bu dünyadadır. Bütün tedbirleri alıp kendi elinde olmaksızın hayattan ayrılır inanan, bunu gönül hoşluğu içinde karşılar. Çünkü bu dünyadan ayrılmak tamamıyla yok olmak değil, ahiret yurdunda ebedî mutlu bir hayata başlamaktır. O mutluluğu kazanmak için Allah’ın koyduğu doğa kanunlarına, insana yönelik kurallara (âdetullah) uygun hareket ederek yaşamaya gayret eder. Buna göre insan için yaşamak hem bir imkân hem de sorumluluktur.

Depremlerden sorumlu değiliz ama insanî kusurlardan kaynaklanan zarar ve kayıplardan sorumluyuz.

Bu tür afetlerde bizim sorumluluğumuz bunlara karşı hazırlıklı olmak, sonrasında ise kurtarma ve zararı giderme hususunda çaba ve çalışma içinde olmaktır.

Çabalamak ve çalışmak, irademiz ve gücümüz dâhilindedir. Buradaki sorumluluk da kişinin elindeki imkânlar ve içinde bulunduğu şartları değerlendirmesine bağlıdır.

Sorumluluğun yerine getirilmemesi isyandır.

Zira Allah (c.c) bizi kendisine yaraşır kulluk etmek üzere yaratmıştır. Verdiği imkânları ve hazırladığı şartları görmek ve görevleri yerine getirmektir.

İmkânları ve şartları göremeyen görevini yerine getiremez. Bu yüzden can, akıl, mal, nesil, namus, din, ve imanın korunması önemsenmiş ve bunlar dinin zorunlu vazgeçilmez değerleri (zarûrât-ı diniyye) sayılmıştır. Çünkü dini yaşamak bir yerde bu değerlerin korunmasına ve sağlıklı bir şekilde işlemesine bağlıdır.

Allah insanları bu sayılan hususlardan sınav yapacağını açıkça bildirmiştir. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/155) Ayette belirtildiği gibi olaylar karşısında sabır ve metanet ortaya koyanlar kazanıyor.

Öyleyse görünen imkânlar ve şartlar içinde ilahî bilgiye uygun düşecek şekilde irade, çaba ve kararlılık göstermek, sonra “Niyet edip karar verdin mi artık Allah’a tevekkül et” (Al-i İmran 3/159) ayeti gereği sonucu her şeyin sahibi olan Allah’a bırakıyor olabilmek ve bu dünyadaki bütün imtihanımız sabır ve şükür noktasından olduğunu fark etmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.