Misafir Kalem
Ütopyadan İmtihana: 2026 ve Sonrası İnsanlık Dönemi
| Dr. Mansoor Malik’in yazısı |
İnsanlık bugün tarihin sıradan olmayan bir eşiğinde durmaktadır.
Bu, sadece teknolojik bir kırılma değil; aynı zamanda ilâhî bir ikaz, bir uyanış çağrısıdır.
2026’dan sonra dünya, yavaş ve kademeli değişimlerle değil; hızlı, derin ve kuşatıcı dönüşümlerle şekillenecektir. Bu dönüşüm yalnızca ekonomi ya da teknolojiyle sınırlı değildir. İnsan hayatını medeniyet, kozmik düzen, varoluş ve kulluk bilinci düzeyinde etkileyecek bir sürece girilmiştir.
Bir zamanlar “ütopya” olarak hayal edilen gelecek, birçok insan için bir felaket hissi uyandırmaktadır. Ancak bu, dünyanın sonu değil; alışılmış düzenin çözülüşüdür. Çünkü Allah Teâlâ, hiçbir düzeni ebedî kılmamıştır. Değişmeyen tek hakikat, imtihanın devam ediyor oluşudur.
İnsanlık tarihinde ilk defa, insanın kendi eliyle ürettiği şeyler, onu hayrete düşürecek bir noktaya ulaşmıştır. Yapay zekâ ve otonom sistemler artık yalnızca birer araç değildir; hayatın merkezine yerleşmektedir. Ulaşımda, sağlıkta, eğitimde, güvenlikte, ticarette ve yönetimde makineler, insanın hızını ve hesap gücünü aşmaktadır.
Bu bir gelecek senaryosu değildir.
Bu, yaşanan bir hakikattir.
Artık inkâr, korku ya da geçmişe sığınma bir çözüm değildir. Zira Kur’ân bize, “Gerçeği örtenlerin değil, hakikati kabul edenlerin kurtuluşa ereceğini” bildirir. Bugün insanlığın önünde tek bir sahih yol vardır:
Hakikati idrak etmek, kabullenmek ve hikmetle uyum sağlamak.
Bu dönüşüm yalnızca bireysel hayatı değil, siyaseti ve yönetimi de köklü biçimde değiştirmektedir. Geleneksel güç anlayışları çözülmekte; sınırlarla değil, veriyle, algoritmayla, gözetimle ve dijital denetimle şekillenen yeni bir güç düzeni ortaya çıkmaktadır.
Eskiden insan emeğine ve yavaş karar süreçlerine dayanan yönetimler, artık anında analiz eden, davranışları öngören ve kitleleri yönlendirebilen sistemlerle karşı karşıyadır. Eski ideolojiler cazibesini yitirirken, tekno-yönetişim sessizce yükselmektedir.
Bu değişim ne belli bir coğrafyaya aittir ne de tek bir inanç ya da ideolojiye.
Bu süreç küreseldir, kapsamlıdır ve geri döndürülemezdir.
Ancak bu çağ, sadece teknolojik bir dönüm noktası değildir. Aynı zamanda ruhun yeniden çağrıldığı, kalbin ve bilincin uyanmaya davet edildiği bir zamandır.
Yapay zekâ dış dünyayı kuşatırken, insanın iç dünyasında da bir boşluk açılmaktadır. Birçok insan mesleğini, kimliğini ve alışageldiği anlamları kaybedecektir. Emek, statü ve tekrar üzerine kurulu sistemler yavaş yavaş çözülürken, insan “Ben kimim?” sorusuyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Bu, insanlığın sonu değildir.
Bu, insanı sadece üreten bir varlık olarak gören anlayışın sonudur.
Çünkü Yapay zekâ, insanın mekanik yönünü aşabilir; fakat ruha dokunamaz.
Hesap yapabilir, fakat tefekkür edemez.
Tahmin edebilir, fakat tövbe edemez.
Duyguyu taklit edebilir, fakat hakiki muhabbeti, merhameti, acziyeti ve teslimiyeti bilemez.
İşte burada değişmeyen bir hakikat vardır:
Muhabbet ve hikmet
Sevgi, Allah’ın kullarına bahşettiği ezelî bir lütuftur. Ne siyasal güçler, ne ordular, ne de en gelişmiş algoritmalar bu hakikati yok edebilir. Çünkü sevgi bir veri değil; ruhun dili, fıtratın sesidir.
Gelecek çağ, insanı yalnızca hız ve verimle ölçmeyecektir. Makineler bu alanlarda insanı geçtiğinde, asıl soru artık “Ne iş yapıyorsun?” olmayacaktır.
Asıl soru şudur:
“Sen kulsun; peki kime ve neye?”
İşte burada şuur belirleyici hâle gelir. İnsan, ya eski düzenlere körü körüne tutunarak savrulacak ya da hikmetle uyanarak yeni bir rol üstlenecektir. Bu rol, makinelerle yarışmak değil; ahlâkın, adaletin, merhametin ve emanet bilincinin taşıyıcısı olmaktır.
Gelecek; sadece güçlülerin, zenginlerin ya da bilgisi çok olanların değil,
kalbi diri, bilinci uyanık olanların olacaktır.
Bu sebeple şu hakikatleri teslimiyetle kabul etmeliyiz:
Birçok gelenek sona erecek
Nice meslek ortadan kalkacak
Eski kimlikler dağılacak
Dün güven veren kesinlikler, yarın koruma sağlamayacak
Bu bir felaket değil; bir geçiştir.
İnsanlıktan, dış dünyada yaşanan bu hızlı değişime karşılık, iç dünyasında da aynı hızla imanını, ahlâkını ve idrakini derinleştirmesi istenmektedir. İnsan onurunu esas alan; ona hükmetmeyen sistemler kurması gerekmektedir. Ve makineler çağında, ahlâkı merkeze almadıkça, hiçbir ilerleme hayır getirmeyecektir.
Eğer insan uyanmazsa, teknoloji bir fitneye dönüşür.
Eğer insan uyanırsa, teknoloji bir hizmetkâr olur.
Bu çağ bizden insanlığımızı terk etmemizi istemiyor.
Bizden, hakikati tanımış, Rabbini bilmiş ve sorumluluğunu idrak etmiş insanlar olmamızı istiyor.
Çünkü Allah’ı tanımadan yapılan her ilerleme eksiktir.
Ve gerçek başarı, ancak O’nu tanımakla mümkündür.
Dr. Mansoor Malik - London
Türkçe karakter kullanılmayan ve TAMAMI BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.