Habip Artan
Dünyanın menfi boğuşmalarını merak edip takip etmek zarardır
Gerek birinci dünya harbi, gerek ikinci dünya harbi ve son yarım asırdır meydana gelen bir takım savaşlar dünyada insanların rahatını kaçırmıştır. İnsanoğlu ve mazlumlar savaşlardan her zaman olumsuz etkilenmişlerdir. Kimse savaşı istemez, ancak bu gibi durumlarla karşılaştığımızda nur talebeleri olarak nasıl tavır takınacağız bu çok önemlidir. Savaş gibi umumi olan musibetler bu dünyanın imtihan yeri olması bakımından mazlum olan olmayan, haklı olan olmayan her kesimi ve insanı etkilemektedir. Savaşın kazanan tarafı olmaz derler gerçekten de doğrudur. Bizim asıl vazifemiz bu dünyada baki alemin anahtarı hükmünde olan imanı kazanmak ve kaybetmek meselesi üzerine yoğunlaşmamız gerekmektedir. Başkalarının da imanlarını kurtarmaya ve güçlendirmeye vazifeli olmamız gerekir. Öyle biz zaman olur ki dünyada iki aslan boğuşurken onlardan birisine taraf olmak bizi asıl imani hizmetimizden alıkoyabilir. Müminler durduk yerde hiçbir insana, hatta hiçbir canlıya asla bilerek ve kasten zarar vermezler. Asıl zararı verenler dünya hırsı ile gözü dönmüş kişilerdir. Bu gözü dönmüş komiteler ve kişiler bazen aralarında dünya hırsı cihetinde savaşmaya başlarken onlardan herhangi birisine taraftar olmak biz müminlere yakışmaz. Birisine taraftar olayım derken her ikisinden de zarar görme ihtimali yüksektir. Bu konuda Risale-i Nur Külliyatı bizlere şu ölçüleri tavsiye etmektedir:
Dünyanın meraklı fakat önemsiz hadiseleriyle meşguliyet, iman hizmetine mani olmamalı
Aziz kardeşlerim, siz kati biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife ruy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için, dünyevi merakaver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fani hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlahi, onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevi cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar olduklan fani hayata bedel, baki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kati ispat etmektedir; şimdiye kadar o hakikati göstermişiz. Elhasıl, ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’an ile cidalde onların en büyük meselesi -muvakkat olduğu için-bizim meselemizin en küçüğüne-bekaya baktığı için-mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden, kudsi vazifemizin zararına, onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz? Sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız...". "Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz." Madem bu ayet ve bu düstur, bizi zarara bilerek razı olanlara acımaktan menediyor, biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsi vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. [1]
Dünyanın menfi boğuşmalarını merak edip takip etmek zarardır
Onlara değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz değil. Çünkü, zulme rıza zulümdür. Taraftar olsa, zalim olur. Evet, hak ve hakikat ve din ve adalet hesbına olmadığına ve belki inat ve asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan dünyada emsali vuku bulmayan gaddarane bir zulüm hesabına olduğuna kati bir delil şudur ki: Bin masum çoluk, çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvetmek ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde, burjuvaların en dehşetli müstebitleri ve sosyalistlerin ve bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek ve binler, milyonlar masumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idame ve sulhu reddetmektir. İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikate ve hukuka muvafık gelmeyen Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur. Boğuşmalardan, elbette Alem-i İslam ve Kur’an teberri eder. Yardımcılıklarına, tenezzül edip tezellül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgamlık hükmediyor; değil Kur’an’a, Islama yardım, belki kendine tabi ve alet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur’aniye, elbette tenezzül etmez.
Ve milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Halık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’an’a farz ve vaciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş. Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır. Risale-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, "hayat meseleleri" onları çok alakadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız; ben bakmadım, ne kaybettim? [2]
Maddi manevi hava bozulunca hizmette fütur getirmemeli, sabır ve metanetle şükredilmeli
Bizimle alakadar bir zat, pek çokların şekva ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatte okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifane şekva etti. Ona dedik: Maddi hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor, asabi sinelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, bazan manevi hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede manevi havayı tasfiye eden alem-i İslamın intibah ve teveccüh-ü umumisi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalaletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhreviye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi anında, elbette böyle kudsi evradlarla zevk, şevk yerinde, esnemek ve fütur gelir. Fakat madem; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı amal-i saliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır. O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir. [3]
[1] : Emirdağ Lahikası
[2],[3] : Kastamonu Lahikası
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.