Cumhuriyet ve Said Nursî

Said Nursî, Şuâlar isimli eserinin 12. Şuâsında yayınladığı ve “Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vakıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum” dediği bir mektupta kendisine sorulan bir soruya cevap veriyor. Şöyle diyor:

Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim: “Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”

Kendisini Cumhuriyet aleyhtarı göstermeye çalışanlara Said Nursî’nin verdiği cevap çok anlamlı. Sadece kendisinin cumhuriyet taraftarı olduğunu söylemekle kalmıyor, aynı zamanda “dindar bir cumhuriyetçi” olduğunu vurguluyor.

Zaten bir sonraki soruya verdiği cevapta da benzer bir ifade görüyoruz:

Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum: “Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

Said Nursî, dört halifeyi “cumhurbaşkanı” olarak nitelendiriyor ama bu cumhuriyetin anlamsız, isim ve resimden ibaret bir cumhuriyet olmadığını, adaletin hakikatini, şerî hürriyeti taşıyan dindar bir cumhuriyet olduğunu bildiriyor.

Said Nursî’nin bu dindar cumhuriyet vurgusu, taşıdığı özellikleriyle kendisinin nasıl bir cumhuriyeti benimsediğini gösteriyor.

Zaten Türkiye Cumhuriyeti doğduğunda da bir dindar bir cumhuriyetti. Türkiye’de yıllarca başbakanlık yapmış, bir dönem cumhurbaşkanlığı yapmış, ülkemizin kalkınmasında önemli katkıları olduğu gibi, son dönemlerinde başörtülüler aleyhindeki sözleriyle büyük tepki toplayan Süleyman Demirel’in bu konudaki tespitleri tarihi bir gerçeği ifade ediyor:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşta dinî bir devlettir. 1928’e kadar devam eden bu anayasa, “Devletin dini, din-i İslam”dır diyor. 1928’de “din-i İslam”dır tabiri kaldırılıyor. Laik tabiri yok. 14 sene sonra, 1937’de laiklik tabiri geliyor." (Cumhuriyet, 5 Ocak 1987)

BMM’nin açılışında da Kurtuluş Savaşının ve o savaşı zaferle sonuçlandıran halkın dindar ruhuna uygun olarak, “dini atmosferin hakim olduğu” tarihen sabittir. BMM’nin açılışının Cuma gününe tesadüf ettirilmesi, Hacı Bayram Camiinde kılınacak Cuma namazından sonra, sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak, mevlidler okunarak, kurbanlar kesilerek, dualarla açılışın yapılması, dini atmosferin hakimiyetini açık bir şekilde göstermektedir.

Dindar Cumhuriyet daha sonra laik cumhuriyete dönüşüyor. Said Nursî laiklik cumhuriyete de karşı çıkmıyor. Ancak o laik cumhuriyetin nasıl uygulanması gerektiğini bildirerek adeta o günkü baskıcı ve diktatör, cumhuriyeti dinsizliğe alet etmek için laikliği kullananlara laiklik dersi veriyor. Ve başta zikrettiğimiz yerin sonunda şöyle diyor:

“İşte, ey müdde-i umumî (savcı) ve mahkeme âzâları, elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum.”

Laik Cumhuriyet din ve vicdan hürriyetini garanti altına alan bir cumhuriyet olması gerektiğinden, dinsizlere ilişmediği gibi dindarlara da ilişmez yani; tarafsız olur. Ancak uygulama böyle mi olmuştur? Böyle olmamıştır.

Said Nursî’nin birçok eserinde vurguladığı gibi laik cumhuriyet sözde kalmış ve uzun yıllar diktatör ve dinsiz cumhuriyet olarak uygulanmıştır. Bu sebeple 1923-50 arası dine ve dindarlara yapılan zulüm ve haksızlıkların aslı kaynağı o güzel cumhuriyetin dinsizlik ve diktatörlük aracı olarak kullanılmasıdır.

Bugün ellerine imkan geçse yeni yeni gerçek tarafsızlık anlamında kullanılmaya başlanan laik cumhuriyeti dinsiz ve diktatör cumhuriyet olarak kullanmak isteyenler, ama şimdilerde gerçek yüzlerini çeşitli maskelerle gizleyenler elbette vardır. Ama artık ne nazenin cumhuriyetin ne de bu cumhuriyete gönül vermiş insanların incitilmeye tahammülleri yoktur. Din herkesin mukaddes malıdır ve bu milletin elbisesi değil cildi hükümdedir.

Bu yüzden her siyasetçi dine ve dindarlara saygı göstermelidir. Dinsizliği gündemine alanlar varsa onlar da bundan vazgeçmeli, içinde yaşadığı toplumun değerlerine saygı göstermeyi öğrenmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.