İnsan Kaynakları mı? İnsan kabiliyetleri mi?

Birlikte iş yaparken veya herhangi bir organizasyonda dört temel kaynak lazımdır:

  • İnsan
  • Ekipman
  • Mekan
  • Finansman

İktisat işletme ile ekonomistlerin meselesi olan finansman yönetiminde ahkam kesmek değil niyetim. Zira anladığım iş değil.

Meselemiz birlikte iş yapmanın (teşrik-i mesai veya mesailerin tanziminin) yolu yordamı tekniği hakkında derdimiz üzerinde dertleşmek. Çözüm arayışı da denilebilir.

İnsan sermayemiz, potansiyelimiz ve kabiliyetlerimizden nasıl azami seviyede istifade edebiliriz? Anahtar sual ve kavram bu?

İnsan kabiliyetlerimiz

Bizim işimiz hizmet. Gündemimiz, derdimiz, davamız, sevdamız hizmettir öyle olmalıdır.

Şevk ve heyecan enerjisini efektif verimli kullanabilmek için usül, yol, yordam, teknik yani “hikmet” ciheti daha ehemmiyet arz ediyor.

İş yapma ve yönetim süreçlerinde fikirler hep, “insan merkezli yaklaşım” ve “mesailerin tanzimi” nin adı olan “Görevler ayrılığı” prensibi üzerinde çok tahşidat yapılır.

Yalnız mesai tanziminde kişiye düşen görevin adı belirlendikten sonra her şey tamam zannedilir.

Görevin nasıl ifa edileceği detayı işin icabı yani hikmeti belirsiz kalır. “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” denilir ama işi yapacak olanların yoğurt yemesini bilmediği dikkate alınmaz. Problem burada başlar.

İmalat sektöründe fabrikaların çalışanlarının hangi işi nasıl yapacağı en iyi detayına kadar tanımlıdır. Standartlaşmıştır. İlk defasında ve her defasında işin doğru yapılması temin edilmiştir.

Son zamanlar zaten rutin yeknesak işler robotlar vasıtasıyla yapılmaktadır.

Sosyal faaliyetler, dini hizmetlerin kuvveden fiile dökülmesinde günün icabı yenilikler, hizmet tarzlarında günün icaplarına göre “nasıl yapılmalı?” suali dava sahibi hizmet ehlinin kafa yormadığı bir konudur.

Dünden bugüne alışılagelmiş, geleneksel tarz rutin tekrar edilmekte, insanlarda yeknesaklık, ülfet-ünsiyet peyda ettiği için şevk ve motivasyon düşmektedir.

“Dünle beraber gitti ne kadar söz vara düne ait cancağazım
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım
”(Mevlâna)

“Yeni yeni hal ya izmihlâl” (Bediüzzaman)

Yeni şeyler söylemek lazım sözünü yeni bir üslup yeni bir teknik, yeni bir tarz ile söylemek lazım olarak anlamak lazım.

Bizim davamız “İman ve Kur’an Davası” ise;

Kur'an'ın mesajını günümüz insanına yeni bir tarz ve metod içinde sunmak gerektiği olarak anlıyoruz.

İşte buna “İlcaat-ı zaman, muktezay-ı hâl” de diyoruz

Yani, zamanın icabı, günümünüz gerektirdiği yol, yordam, yöntem ne ise onu aramak, bulmak, keşfetmek demektir.

Birileri bulsun, tecrübe etsin sonra biz de arkasından gideriz yaklaşımı reaktif, tepki yaklaşımıdır. Taklittir, kopyadır. Etken değil edilgen olmaktır. Lokomotif değil vagon olmayı kabullenmektir.

Halbuki Bediüzzaman'ın keşfettiği yol, proaktif, ilk bulan, ilk keşfeden, taklit değil tahkik olan, zamanın icapları ve ihtiyaçlarına göre belirlenmiş özgün, orijinal bir yoldur.

Pratikte bazen üzülerek gördüğümüz acı bir gerçek var ki, güya karşı olduğumuz düşüncenin, tek tipçi, siyah beyaz bakışlı, iki kutuplu dünyanın çatışmacı yaklaşımı farkında olmadan tatbik ediyoruz. Kemalizm paradigması genlerimize işlemiş farkında değiliz.

Hem de ısrarlı bir şekilde taklitte ısrar ediyoruz.

Bilhassa siyasi pencereden bakıldığında “Ben ve o…. Biz ve onlar… Tarafımız ve karşıtımız….vb “ gibi arızalı yaklaşımlar her kim olursa olsun tebliğ ve davet metoduyla izah etmek mümkün değildir.

Gerçek hayatta görülüyor mu? Maalesef çok çirkin şekliyle görülmektedir.

Mesailerin tanzimi (Görev Taksimi, Görev Tanımı) demiştik.

Bu gerek şart olup yeter şartı karşılamaz.

“İşte bu esaslara binaen, ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler.

Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez.

Belki

  • Mesailerinin tanzimine,
  • Mâbeynlerindeki emniyetin tesisine,
  • Teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.

Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur” (Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar 17. Lema, 7. Nota)

Mesailerin tanziminden sonraki safha vazifenin hakkıyla ifa edilebilmesinin şartından hiç bahsetmeyiz.

Kimin ne yapacağı belli olduktan sonra her şey tamam deriz.

Vaka öyle tahakkuk etmez.

Zira “mabeynlerindeki emniyetin tesisi” için, uhuvvet, muhabbet, ihlas, tesanüd vs mayası, iksiri, macunu olmazsa sağlıklı bir şahs-ı mânevi de teşekkül etmez. Çatışma başlar.

“Teavün düsturları” nasıl anlaşılmalı? Bir vücudun azaları, fabrikanın çarkları (dişlileri) gibi uyumlu olmalı. Nasıl temin edilir?

El cevap : “Takva ve selabet-i diniye ile olur” ne kadar gerçekleşebiliyor?

Yani, “iman hayata hayat olursa”

Hayata dair her meseleyi iman penceresinden, Murad-ı ilahi, sünnette Peygamberimizin (s.a.v) örneği dikkate alınırsa…..

Kararlara, uygulamalara tatbik edebilmek imanın kuvvetiyle âlâkalı bir hâldir.

İman zaafı ile hareket edenlerin sebat ve metanetleri olmaz. Örümcek ağı gibi zayıf kalır. Çabuk yıkılır. Allah muhafaza eylesin.

Kuvvetli iman sahibi her kararını ve hareketini şer’i şerife, Kur’an’a ve sünnete uygun olmasına itina gösterir. “Selabet-i diniye” hakta sebat ve metanet demektir.

Haram-helâl hassasiyeti daha yüksektir.

O zaman bu ferdi ve sosyal hayatın her alanına yansır. İşler kendiliğinden düzelir.

Mabeynlerindeki (aralarındaki) emniyet (itimat) temin edilir, Teavün (yardımlaşma) davranışları Allah için olacağından daha da kolaylaşmış olur.

İman hizmeti ile İslâmi hayat lineer ardışık bir iş değildir. “Hem o hem o” eş zamanlı iç içe birlikte devam edecek bir süreçtir.

İmanın hayata hayat olması iman ve aynı zamanda salih ameli netice veren hayat tarzıdır.

(Mesailerin Tanziminde “Görev Tanımları” ve “İş Tanımları” detaylarına gelecek yazılarda devam edilecek inşallah)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.