Abdulvahap Yiğit

Abdulvahap Yiğit

Esmaül Hüsna ile Haşir

Öldükten sonra dirilme, yani haşir, akıl yoluyla ispat edilebilir mi? Bu sorunun cevabı yıllarca tartışılmıştır. Bu soruya Bediüzzaman Hazretleri, yazdığı Risale-i Nur Külliyatı ile, son noktayı koymuş ve haşrin akıl ile ispatının yapılabileceğini göstermiştir. Peki bunu nasıl yapabilmiştir?

Bediüzzaman Hazretleri Sözler isimli eserinin 24. Söz bölümünde bazı derin hakikatleri anlatmak için, çok yerlerde kullandığı gibi, temsil metodunu kullanmıştır. Hakikate giden farklı yolları anlatmak için zühre-katre-reşha temsillerini kullanır ve farklı yolların özellikleri bu temsil sırrı ile anlatır. Reşha temsili üzerinden, Risale-i Nur mesleği olan, “Cadde-i kübrâ” yolunun özelliklerini anlatır.

Kuran-ı Kerim ayetlerinin dörtte birini oluşturan ve imanın önemli esaslarından birisi olan haşir konusunda da, bu kısımda, çok önemli bazı noktalara değinmiştir. Haşir yani öldükten sonra dirilmenin akıl yoluyla izahının nasıl ve hangi manevi özelliklere sahip âlimler tarafından yapılabileceği ile ilgili önemli ipuçları vermiştir. İslam âlimleri arasında haşir akidesinin akıl yoluyla izah edilemeyeceği inancı, yıllarca devam etmiştir. İbn-i Sina gibi bir dâhi "İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez" demiş, diğer İslam âlimleri de "Haşir bir mesele-i nakliyedir. Delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez" diye hükmetmişlerdir. Böylesine önemli bir iman esasının ispat edilebilmesinin şartları konusunda, Bediüzzaman Hazretleri 24. Sözde, çok önemli tespitlerde bulunmuştur.

Öncelikle, haşrin izah ve ispatının Peygamberimiz tarafından ve Kuran-ı Kerim’de tafsilatlı olarak yapıldığı şu ifadelerden görülmektedir:

Halbuki, bütün esmânın mertebe-i âzamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ve bütün kütüb-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur'ân-ı Hakîm, bütün erkân-ı imaniyeyi vâzıh bir surette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir.”
Sözler, 24. Söz.

Bu ifadeler, peygamberimizin(sav) İsm-i Âzama mazhar olduğu gibi, bütün isimlerin de en büyük mertebelerine mazhar olduğunu anlatmaktadır. Haşrin izah ve ispatında anahtar kelimenin Esmaül Hüsna olduğu bu paragraftan anlaşılmaktadır. Rabbimizin güzel isimlerinin herbirinin mertebeleri olduğu ve en büyük mertebelerine peygamberimizin mazhar olduğunu anlamaktayız. Peygamberimizden sonra gelen alimlerin de, haşir akidesinin akılla izah ve ispatını yapabilmesi için, hangi manevi mertebelere çıkması gerektiği ise şu şekilde anlatılmaktadır:

Öyle de, veraset-i Ahmediye (a.s.m.) ile Kadîr ve Muhyî gibi isimlerin mertebe-i uzmâsına yetişmeyen, haşr-i âzamı ve kıyamet-i kübrâyı taklidî olarak kabul eder, "Aklî bir mesele değildir" der. Çünkü, hakikat-ı haşir ve kıyamet, İsm-i Âzamın ve bazı esmânın derece-i âzamının mazharıdır. Kimin nazarı oraya çıkmazsa, taklide mecburdur. Kimin fikri oraya girse, haşir ve kıyameti, gece gündüz, kış ve bahar derecesinde kolay görür, itminan-ı kalble kabul eder.”
Sözler, 24. Söz.

Bütün yukarıda verilen ifadeler değerlendirildiğinde; haşrin akıl yolu ile izah ve ispat edilebilmesi için İsm-i Âzama mazhar olmanın yanında, bazı isimlerin en yüksek mertebelerine( âzam) de mazhar olmak gerektiği görülmektedir.

İsm-i Âzam yani Cenab-ı Hakkın en büyük isimleri Hz. Ali’ye göre şunlardır: Kuddûs, Adl, Ferd, Hakem, Hayy, Kayyûm. Risale-i Nur Külliyatında 30. Lema yani İsm-i Âzam Risalesi mütalaa edildiğinde bu isimlere Bediüzzman’ın mazhariyeti bir nebze olsun anlaşılabilecektir. Diğer taraftan Esma-i Hüsna’nın da farklı mertebe ve tecellilerinin olduğunu yukarıdaki ifadelerden anlamaktayız. Rahman isminin tüm kainatta tecellileri bulunmaktadır. Ancak bu tecelliler; cansızlarda, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda farklı farklı olmaktadır. Diğer taraftan, her insanın bu isimlerin tecellilerine mazhariyetleri de farklı olmaktadır. Bu farklı mertebe ve tecellilerin izahı ise şu şekilde yapılmıştır:

Belki çok yerlerde demişiz: İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamî mertebesinden tezahür eder. İsm-i Âzamı ispat etmekle beraber, her ismin bir mertebe-i âzamı var ki, Resul-i Ekrem (a.s.m.) bunlara mazhar olduğu gibi, haşr-i âzam da onlara bakıyor. Meselâ ism-i Hâlık merâtibi, benim Hâlıkımdan tut, tâ Hâlık-ı Küll-i Şey'e kadar olan mertebe-i âzama kadar merâtibi var.
Barla Lahikası.

Risale-i Nur’da Haşir Risalesi adı verilen (Sözler isimli eserde 10. Söz) kısımda, haşir akidesinin aklen ispatının, Cenab-ı Hakkın bazı isimlerinin en yüksek mertebeleri ve tecellileri ile, yapıldığı görülmektedir.

Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i âzam, İsm-i Âzamın tecellîsiyle olduğundan, Cenâb-ı Hakkın İsm-i Âzamının ve her ismin âzamî mertebesindeki tecellîsiyle zahir olan ef'âl-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve kat'î iz'ân ve tahkikî iman edilir. Şu Onuncu Sözde feyz-i Kur'ân ile öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa, âciz kalır, taklide mecbur olur.”
Sözler,10. Söz.

Haşir meselesinin akıl ile izah ve ispat edilebileceğini Bediüzzaman Hazretleri, çok iddialı olarak şu şekilde ifade etmiştir:

Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat'î bir sûrette anlamak istersen, haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsan, gel, parmağını gözüme sok!”
Sözler, 10. Söz.

Onuncu söz incelendiğinde haşre açılan on iki adet kapı(Hakikat) olduğunu görürüz. Bu kapıların her biri en az bir isimden açılan kapılardır. Bu on iki hakikatin her birinde Esma-ı Hüsna’nın dünyada tecellileri nazara verildikten sonra, bu isimlerin tecellilerinden ortaya çıkan, haşirin ispatına dair deliller açıklanmaktadır. Bu on iki adet kapıların hepsinin birden herkese açılması zor olsa bile, bir tanesinin bile açılmasıyla bu iman hakikati anlaşılmış olacaktır. İman hakikatlerinin anlaşılmasında şu ölçünün de önemli olduğuna şu şekilde dikkat çekilmektedir:

Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Birtek kapı açılmasıyla saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık ise, bir iki tanesi kapansa, saraya girilemeyeceği söylenemez. İşte, hakaik-i imaniye saraydır. Her bir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Birtek kapının kapalı kalmasıyla hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; ispat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. "İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde birşey yoktur" der, kandırır.”
Lemalar,13. Lema.

Rabbim Esmaül Hüsna definelerini açmayı ve tecellilerine en yüksek derecede mazhar olmayı bizlere de nasip eyle. Amin.

“Ezel-Ebed Sultanı olan Sâni-i Zülcelâl, nihayetsiz kemâlâtını ve nihayetsiz cemâlini görmek ve göstermek istemiştir ki, şu âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki, her bir mevcut pek çok dillerle Onun kemâlâtını zikreder, pek çok işaretlerle cemâlini gösterir. Esma-i Hüsnâsının her bir isminde ne kadar gizli mânevî defineler ve her bir ünvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letâif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir.”
Sözler, 31. Söz

De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyâmetten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.”
Ankebût / 20. Ayet

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum