
Raşit Duran
‘Nemelâzım Toplumu’
Başlığa ilham kaynağı olan tarihi olayı hepimiz biliyoruz veya en azından duymuşuzdur. Özetle anlatalım: Devrinde cihan devleti haline gelen Osmanlının akıbetini merak eden Kanunî, süt kardeşi Yahya Efendi’ye bir mektup yazar ve fikrini sorar. Gelen cevap tek cümledir: “Neme lazım Sultanım!” Cevaptan kalbi mutmain olmayan Sultan, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’ta ayağına gider, merak ettiğini kulaklarıyla duymak ister. İsterseniz, biz de o tarihteki yolculuğu sultanla birlikte yapalım, hayalen ve fikren o zamana gidelim, Kanunî ile birlikte biz de kulak verelim, bakalım Yahya Efendi ne söylemiş. Zira aşağıdaki sözlerin üzerinden çok zaman geçse de tazeliğinden ve güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
- “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa,
- Haksızlıklar ayyuka çıksa,
- İşitenler ‘nemelâzım’ deyip uzaklaşsalar;
- Koyunları kurtlar değil, çobanlar yese,
- Bilenler bunu gizleseler,
- Fakir, muhtaç, yoksul ve kimsesizlerin feryadı göklere çıksa,
- Feryatları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür.
- Böyle durumdan sonra hazine boşalır,
- Halkın itimat ve hürmeti sarsılır,
- Emniyet ve asayişe itaat hissi gider,
- Halkta hürmet duygusu yok olur,
- Çöküş de böylece mukadder hale gelir.”
Âlim ve fâzıl bir zat olan Yahya Efendi’nin sözlerini satır satır analize tabi tutarsak, karşımıza, nemelazımcı fertlerden teşekkül eden Nemelazım Toplumu tablosu çıkmaktadır. Böyle bir toplumun ayırıcı vasfı, kötülükler/fenalıklar karşısında takındıkları umursamaz tavırdır. “İnsan, medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef(tir.)” (Münazarat) Nemelazımcılık, “medeni-i bittâb”, yani medenî/toplumsal bir varlık olarak yaratılan insanın fıtratına zıt, gayriinsani bir durumdur. Duamız odur ki, Allah (cc) böyle kötü bir akıbetten memleketimizi, milletimizi ve devletimizi korusun.
Evet, sosyolojide “Nemelâzım Toplumu” diye bir tasnif ve isimlendirme yoktur. Fakat şartlar tahakkuk ettiğinde, böyle bir toplumun olabileceği de akla uzak bir ihtimal değildir. Tahsilini yaptığım işletme/iktisat ve sosyoloji ilmi ve yukarıda naklettiğimiz tarihi olayın ışığı altında şu anki ahvalimize bakarak, ‘Nemelazım Toplumu’ adını -naçizane- ben verdim. Zira toplumbilimciler/sosyologlar, zamanın özelliklerini ve izlerini üzerlerinde taşımalarına ve yansıtmalarına göre, geçmişten günümüze toplumlara -hatta kuşaklara- farklı isimler vermişlerdir. İlkel toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu, modern toplum, post-modern toplum, bilgi toplumu, risk toplumu vb. liste günümüze kadar geliyor. Mesela, her türlü bilginin bu kadar çok ve ulaşmanın bu kadar kolay olabildiği çağa bakıp yerinde bir teşbihle Bilgi Çağı ve Bilgi Toplumu benzetmesi de vardır, fakat buna rağmen Bilge Toplumu olabildiğimizi söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Bilgili olmak ile Bilge olmak apayrı şeylerdir. Bilgelik; bilgiden ziyade irfan kültürüne sahip olmak ile alakalıdır.
Nemelâzım Toplumu; “hüküm eksere göredir” fehvasınca, basitçe, tıpkı tarihi olay örneğinde olduğu gibi, fertlerin çoğunluğunun “nemelazımcı” ve “adamsendeci” olduğu toplumdur. Âdeta, mesh-i maneviye uğramış gibidir yani. Padişahlık, Meşrutiyet ve Cumhuriyet olmak üzere üç devri görmüş ve yaşamış birisi olarak Bediüzzaman’ın “Neme lâzım, başkası düşünsün istibdadın yadigârıdır.” (Divan-ı Harb-i Örfi) ifadesi, sosyolojik bir gerçeğin arka planına işaret eder. Bir başka manada, fert ve toplum hayatını baskı ve kontrol altında tutan istibdat; düşünce ve ifadeyi, bilgi ve beceriyi, kabiliyet ve yetenekleri de baskı altına aldığından inkişaf ve terakkisine mâni olur. Manevi anlamda inkişafı, maddi anlamda terakkiyi temin ve tesis eden hürriyet ortamıdır. Mesela, merhum münevverimiz Cemil Meriç, Sosyoloji Notlarında, “Fransız düşünür ve yazar Descartes, 1633’te yazdığı bir eserini Galile’nin uğradığı akıbetten korktuğu için yaktığını” söyler. Bu sebepten, bilhassa istibdat döneminde Bediüzzaman’ın, “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam.” sözü hayli anlamlıdır ve hürriyeti ekmeğe tercih etmesi boşuna değildir.
Nemelazım Toplumu ile istibdat ilişkisine dikkat çeken Bediüzzaman demiş: “Muharrik-i vicdan olan kutsiyet, lâzımın lâzımıdır.” (Sünuhat) İşte, tam bu noktada ve nemelazım toplumuna dönüşmekte olduğumuz bu zamanda ve zeminde, ‘vicdanı harekete geçiren kutsiyetin’ mahiyet ve ehemmiyetini kâmil manada anlayabilmek ve kavrayabilmek için Risale-i Nurlara çok ihtiyaç vardır.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.