Rahmetin Gölgesinde Sükûnet

Dünya, bir imtihan meydanı… Bir yanda zulmün karanlık gölgesinde inleyen mazlumlar; öte yanda kalbi imanla dolu olduğu hâlde bir şey yapamamanın çaresizliğiyle yanan vicdanlar…

Gazze’nin taşına, toprağına sinmiş çocuk çığlıkları, insanlığın kulağında yankılanıyor. Anneler evlatsız, evlatlar annesiz kalıyor. Her molozun altından bir masumun duası, bir yetimin “Rabbim…” diye yükselen feryadı duyuluyor. Bu çağ, vicdanı olan her insana ağır geliyor. Çünkü zulmün en çıplak hâlini seyrediyoruz; insanlığın, insanlığını kaybettiği bir vakitte…

rahmetin-golgesinde-sukunet-ahmet-yilmaz.jpeg

İşte tam da böyle bir zamanda, Bediüzzaman Said Nursî’nin o derin, sükûnet veren sözleri bir nur gibi parlıyor:

“Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak...”

Ne büyük teselli, ne derin bir hikmet!

İnsanoğlu sınırlı bir kudrete sahip. Yıkılmış şehirleri yeniden inşa etse de; bazen akan gözyaşlarını durdurmaya, bir çocuğun kalbini teskin etmeye muktedir olamıyor. İşte tam o noktada, Bediüzzaman’ın diliyle kalbimize dokunan bir hakikat yankılanıyor:

“Sen mülkün sahibi değilsin; sen bir misafirsin, bir vazifedarsın. Vazifeni yap, gerisini Sahibine bırak.”

Zira bu kâinatın bir Sahibi var.

O, her şeyi bilen Hakîm; her şeye merhametle muamele eden Rahîmdir. O’nun hükmü hikmetsiz değildir. Her yıkılışın ardında bir inşa, her feryadın içinde bir dua gizlidir. Zulmün pençesinde inleyen mazlumlar, belki de ilâhî adaletin sahnesinde sabrın en yüksek mertebesine çıkmaktadır.

Belki de biz, bir perdenin arkasında dönen sonsuz bir hikmetin yalnızca bir satırını okuyoruz.

Bediüzzaman, “Cefasını değil, safasını çek” derken, bize tevekkülün en asil şeklini öğretiyor.

Çünkü tevekkül, bir boyun eğiş değil; bir teslimiyetin şerefidir.

Bir nebinin ateşe atılırken, “Hasbiyallâhu ve ni’mel vekîl” diyebilecek kadar güçlü duruşudur.

Bir annenin, evladını şehadetle Rabbinin rahmetine emanet ederken gözünden yaş değil, dilinden dua dökmesidir.

Bir kalbin, “Ben anladım ya Rabbi; mülk Senindir, ben sadece bir misafirim” diyebilmesidir.

Ve nihayet, o büyük hikmetli nasihatla son bulur söz:

“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

Çünkü O’nun kudreti daima güzeli yaratır; bizim çirkin sandığımız hadiselerin içinden bile bir nur çıkarır.

Gecenin en karanlık anı, sabahın en yakın olduğu andır.

Gazze’nin, Şam’ın, Kudüs’ün ve bütün mazlum diyarların karanlığı da, elbet bir gün o sabaha erecektir.

O sabah, adaletin doğduğu, gözyaşlarının rahmete dönüştüğü gündür.

Bizim vazifemiz; umudu diri tutmak, duaları semaya göndermek, kalbi karartmamaktır.

Ve biliyoruz ki, Mevlâ görelim neyler; neylerse, elbette güzel eyler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.