Zehirli Bal: Gayrı Meşru Eylemler

Sosyoekonomik hayatımızda maddi bünyemizi ve beden sağlığımızı tehdit eden, yetkililerin tespit etmesi halinde cezai işlem uyguladığı “tağşişli gıdalar” vardır. Tağşişli gıdanın hileli, sahte, taklit gıda olduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle başta bal ve yağ olmak üzere takviye gıdalar, süt, et ve çikolata gibi ürünlerde sıkça karşılaşırız tağşişli / hileli olanıyla. Hatta rahmetli tarihçimiz Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye isimli eserinde, Osmanlının ekonomik anlamda sıkıntı yaşadığı son dönemde “tağşişli paradan” bahseder. Evet, geçici maddi dünya hayatımızla birlikte esas olarak ebedi / sonsuz hayatımızı tehdit, keyifli hevesatımızı tahrik ve teşvik eden, gayr-ı meşru cihetten gelen ve zehirli bal hükmündeki tağşişli / hileli ve tuzaklı eylemlerdir.

Bediüzzaman, Risale-i Nurların pek çok yerinde, “Bu asırda…, Bu zamanda…” diye başlayan cümleleriyle yaşadığımız zaman diliminin, insanın maddi-manevi hayatına olumsuz etkiler yapan özelliklerine vurgu yapar, orijinal ve dikkat çekici tabirler kullanır; okuyucunun maneviyatını takviye etmek ve tahkiki iman kazandırmakla birlikte, konunun önemine nazar-ı dikkati celbeder, tehlikeye karşı ihtar ve ikaz eder; siyasi, iktisadi ve içtimai hayatın cazibedar tağşişlerine/hilelerine karşı uyanık olmalarını temin eder. Evet, siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatta gerek şer’i gerek mer’i hukuka uymayan, gayrı meşru cazibedar eylemlerin tümüne zehirli bal demek pekâlâ mümkündür. Öyle ki, yedikçe iştahı açar, sonra şiddetli karın ağrısıyla kıvrandırır hem bireyi hem toplumu bir müddet sonra zehirler, maddi-manevi hayatına kasteder. Nebevî (as) beyanın “şeytanın zehirli oku” benzetmesinden mülhem, Bediüzzaman’ın “zehirli bal” metaforu; hayatımızın her sahasını ilgilendiren ve gayrı meşru olan eylemleri ifade eden, yaşadığımız asırla ve zamanla tam örtüşen, harika ve çok yerinde bir benzetmedir. Ve o kadar çok zehirli oklar ve ballar vardır ki…

Mesela, Kastamonu Lahikasında, “Birkaç bîçare gençlere verilen bir tembih, bir ders, bir ihtarnâamedir.” başlığıyla bir “ikaznâme” telif etmiştir. “Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakındırmak için tesirli bir ihtar” olarak, tam da günümüzün zehirli bal hükmündeki cazibedar tuzaklarına düşmemek ve bulaşıcı maddi ve manevi hastalıklara yakalanmamak için ciddi ve sağlam düsturlar verir.

Mesela, “Sizdeki gençlik katiyen gidecek” ihtarıyla, dünyada hiçbir şeyin değiştiremeyeceği, engel olamayacağı gençliğin geçiciliği gerçeğine dikkat çekip, meşru dairede yaşanması halinde manen bâki kalacağı ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebep olacağı müjdesini verir. İnsanın geçici bir şeye ehemmiyet verip sonsuz olana sırt çevirmesi akıl kârı değildir. Yaşadığımız zaman dilimi ile ömür vakitlerinin örtüştüğü kareler vardır. Mesela, sabah vakti çocukluk ve yetişkinlik; en uzun dilim olan öğle vakti gençlik ve olgunluk; ilk iki vakte oranla daha kısa olan ikindi zamanı ihtiyarlık vaktine tekabül etmektedir. Keza, mevsimler de ömür vakitleriyle insicam halindedir. İlkbahar çocukluk, yaz gençlik, sonbahar yani hazan mevsimi de ihtiyarlık dönemine tam benzer. Ardından kış gelir ki, ikinci diriliş mevsimine kadar ölüm uykusudur.

İnsan gerçeğinin bir başka yönü de insanın zihinsel, fiziksel, iradî (maddi-manevi) gücün çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık zamanında aynı derecede olmadığıdır. Zehirli bal dediğimiz gayrı meşru eylemler karşısında takınılan tavır da bu kuvvetlerin mukavemeti nispetindedir. Mesela, his, heyecan ve hevesin; kalp ve kafaya (akıl), mantık ve muhakemeye galip geldiği gençlik zamanı ile ihtiyarlık vakti doğal olarak aynı değildir. Bir de zaaf-ı diyanet ve lâkaytlığın, zehirli bal tuzağına düşmekte oynadığı etkin rolü unutmamak gerektir.

Mesela, “Hayat ise, eğer iman olmazsa, kısa bir zevk ve lezzete bedel; elemler, hüzünler, kederler verir” ikazıyla, “imanın hayata hayat olması” halinde, geçmiş ve gelecek zamanlar nurlanır, vücut bulur; ulvi ve manevi zevkler verir. Herkesin doğasında /fıtratında var olan bir hissiyata ve iştiyaka dikkat çeker: “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” Dünyada her bir insan doğası/fıtratı gereği hayatından zevk ve lezzet almak; huzur, mutluluk ve barış içinde yaşamak ister. Bunlardan feragat edebilecek inançlı ya da inançsız bir insanı tasavvur etmek herhalde mümkün değildir. Bir şeyi istemekle o şey, kendiliğinden gelmez. Çaba ve emek sarf etmek gerektir.

Son söz; “beşer şaşar” fehvasınca insan, hatadan hali değildir. Hele kılavuzu yoksa. Risale-i Nurlar, zehirli baldaki lezzetin içindeki sinsi manevi elemleri ve kötü sonuçlarını -âdeta gözle görecek tarzda- göstererek gayrı meşru tuzaklardan nefret ettirip uzak tutar. Zehirli bal tuzağına düşürülen hem birey hem toplum, hayati fonksiyonlarını yitirmiş mefluç /felç olmuş insana benzer. Geçmiş kavimlerin tarih sahnesinden silinmelerinin sebebinin pek çoğunun zehirli bal tuzağına düşmeleriyle gayrı meşru eylemleri yatmaktadır. Mesela, Sodom ve Gomore halkı, Lût (as) ve Nuh (as) kavmi, Firavun ve avanesi ve daha niceleri…

Yazımızı, bir sultanın haklı bir tespitiyle bitirelim: “Tekerrür eden tarih değil; hatalardır.”

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.