
Raşit Duran
‘Kuş Sütü’
Mükellef bir ziyafet sofrasına davet edildiğimizde, gözümüze ve midemize hitap eden sofranın ve ikramın ihtişamını ifade sadedinde, “Bir kuş sütü eksikti.” deriz. Aynen öyle de yeryüzü serapa bir İlahi mâide / sofradır ki, sadece midemize değil; sermedi manzara ve tablolarla gözümüze ve gönlümüze velhasıl bütün letâifimize hitap eder. Beşerî sofrada kuş sütü eksiktir fakat İlahi sofrada kuş sütü bile eksik değildir. Konuyla alakalı bilim insanlarının söylediğine göre kuşlar, biyolojik fıtratları / doğaları gereği süt üretmeye uygun varlıklar olmadığından, yavrularını beslemek için belki süt değil; kursaklarında yarı sindirilmiş adına “kursak sütü” dedikleri süt benzeri bir sıvı salgılarlarmış. Bediüzzaman Hazretleri bu manada, “Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir.” (Mektubat) ifadesinde geçen “kay” maddesi, tam hazmedilmemiş kusmuk veya “kursak sütü” olsa gerektir.
Memleketimizin emniyet ve asayişinde yıllarca görev yapmış, dini duygu, düşünce ve yaşantı konusunda fevkalade hassas bir dostum, Risale-i Nur hizmetlerinin Gaziantep’te başlamasına vesile olan ve o İlahi varidattan beslenen merhum Ahmed İhsan Genç isimli muhterem ve muhakkik bir zatın (1930-2020) iki ciltlik Kuş Sütü adlı kitaplarını göndermiş. Yazının serlevhasını, işte bu merhum zatın emeğine hürmeten, dua niyetiyle Kuş Sütü koymayı uygun buldum. Kuş Sütü (1-2) kitabı, müştaklarına hakikat ve hikmetin manevi gıdalarını takdim eden bir sofradır ki, bu sofraya oturan ihtiyacı olan manevi gıdayı almış olarak kalkar. Duadan sonra, doğum günümü nazara alarak tefeülle birinci kitabı açtığımda, “Ancak, ancak, ancak… İslâm’la İSLÂM üzerine yaşamak azmindeyim ve imanla göçmek…” ifadeleri karşıma çıktı. Aynı şekilde ikinci kitabı açtığımda da “Heyecanlı insanlar çok şaşkın olur. Akıllı insanlar, onları fazla ciddiye almazlar.” Her iki kitap da bana sanki şöyle ihtar ediyordu: “Aklını başına al, Müslüman olarak yaşa, imanla kabre gir!”
Evet, o merhum zatın beslendiği eserlerin müellifi Bediüzzaman Hazretleri, Şualar isimli eserinde, “Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hatta bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?” der.
Evet, asrın hazık hekimi Bediüzzaman Hazretleri, bu asırda bu davayı kaybettiren şeyin maddiyunluk taunu; yani aklı gözüne inmiş, her şeyi maddede arayan materyalist ve menfaatperestliğin, taun / salgın ve ölümcül bir hastalık gibi herkesi ve her şeyi kuşatan illet olduğunu beyan ediyor.
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, kaygıları kursakları, şerefleri malları, kıbleleri kadınları olacak. Dinleri de altın ve gümüşleri olacaktır.” (Hadis,Ramuz El-Ehadis)
İşte Risale-i Nurlar böylesine ölümcül bir hastalığı nazara vererek:
- “İktiza-ı hale mutabık,”
- “İlcaat-ı zamana muvafık”
- “Teşhis-i illete münasip” (D. H. Örfi) reçetelerle, bu asrın bulaşıcı hastalığını, yani “maddiyunluk taununu” tedavi etmektedir. Hastalığı bilip reçeteyi kullanmamak akıl kârı olmasa gerektir.
Son söz olarak; Nebevî (as) beyan bize öyle bir zaman ve o zamanda yaşayacak insan tipi sunuyor ki, işte bu zamanın ve zamane insanının maddi-manevi ihtiyacına cevap verecek derdine deva olacak Kur’anî ve Nebevî reçeteler Risale-i Nurlarla sunulmuştur.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.