![Raşit Duran](https://cdn.muhabbetmedya.com/author/28_b.jpg)
Raşit Duran
Haber Kendi Lisanıyla Bizi Uyarıyor
“İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.”
(Münazarat)
Önce tarihi bir anekdotla dünü hatırlatalım. Bediüzzaman, Van’da, Vali Tahir Paşa’nın konağında ikamet ederken, Paşa’nın kendisine gösterdiği bir gazetenin haberi onda infiale sebep olmuştur. Haberde, İngiliz Sömürge Bakanı, elinde Kur’an parlamentoda şöyle der: “Bu Kur’an İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalı veya Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız!” Haber küçüktü ama infiali büyük olmuştu. Bediüzzaman bu haber üzerine, “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.” demiş, neticede, Anadolu’da hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin başlamasına, Risale-i Nurların telifine vesile olmuştur.
Gelelim günümüze. Yeni Asya’nın 6 Şubat 2025 tarihli nüshasında hepimizi derinden düşündürmesi gereken bir haber vardı: “ABD merkezli araştırma kuruluşu Pew Research Center’ın araştırmasına göre, Türkiye’de insanların yüzde 77’si ‘dindar lider’ istemiyor.” Haberin doğru ve sağlıklı tahlilini yapmak için, “dindar lider istemeyen” anket katılımcılarına sorulacak soru şudur: “Niçin ‘dindar lider’ istemiyorsunuz?” Neticeyi, vahy-i İlahiye istinat eden hak din İslâm’ın bizzat kendisi üzerinden değil; onu temsil ettiğini iddia eden, kendini “dindar” olarak lanse eden ve sonuçta bir beşer/insan olan (ki, ‘beşer şaşar’ fehvasınca) “dindar lider” yahut yöneticinin fiilleri, iş ve icraatları üzerinden değerlendirmek gerekir. Aksi halde, sanki, “insanların %77’si dini istemiyor” gibi aklı selimin kabul edemeyeceği yanlış bir hüküm çıkarabiliriz ki, bu, İslâm’a yapılabilecek en büyük bir bühtan ve iftira olur. Hata ve kusur İslâm’da değil; bilakis, doğru İslâm’ı ve İslâmiyete layık doğruluğu lâyık-ı veçhile izhar edemeyen/temsil edemeyen mensup ve müntesipleri olan bizdedir. Dolayısıyla istenmeyen İslâm değil; umumun mukaddes malı olan dini dahilde menfi tarzda kullanan, kendi ikbal, istikbal ve ideolojisine alet ve basamak yapan liderler yahut yöneticilerdir. Haberin vermek istediği mesajı doğru okumak, teşhisi doğru koyup, tespiti dosdoğru yapmak iktiza eder. Kriter ve ölçü İslâm’dır, Müslüman bile olsa şaşırmış beşer değil. İslâm’ı, şahsın mihengine değil; şahsı, lider dahi olsa İslâm’ın mihengine vurmamız icap eder.
Araştırma hem yöneten hem yönetilenler olarak hepimizi -adeta- iki yakamızdan tutup sarsıyor, ikaz ediyor: Kendinize gelin! Ümera / yönetici, ulema / bilginler ve avam / halk tabakalarına varıncaya kadar herkesin izhar etme/temsil noktasında ciddi ve büyük hatalarımız vardır. İslâm böyle bir haksızlığı hak etmiyor. İnsanlar da tepki ve mesajlarını doğrudan dine yöneltmek yerine, “dindar” olduğunu söyleyen insanlar üzerinden vermektedirler. Tepkileri ciddiye almalı ve mesajları dosdoğru okumalıyız.
Bediüzzaman, “Manen her bir zamanın bir hükmü ve hükümranı vardır.” (Münazarat) diyerek risalelerde zaman kavramını nazara vererek uyarır. Mesela, “zaman-ı istibdat” ile “zaman-ı meşrutiyetin” farklılıklarına dikkat çeker. Birbirine zıt iki zaman diliminden biri olan istibdat vaktinde hâkim, kuvvettir; meşrutiyet zamanında hak, akıl, marifet, kanun ve efkâr-ı ammedir. Halk, despotizme meyilli “dindar” yöneticilerin icraatlarına bakarak doğal olarak, araştırmada ortaya çıktığı gibi, (%77’lik kısımla) “dindar lider” istemediğini beyan ediyor. Bunda şaşılacak ve yanlış anlaşılacak bir şey yoktur. Şaşılacak olan şu ki, kendini “dindar” olarak tanımlayan yöneticilerin yaşadıkları ve yaşattıkları paradoks halidir. Aslında araştırmanın sonucu bize, “dindarlığın” paradoks ve oksimoron, yani çelişki ve inanç ile fiil arasındaki zıtlık halini söylüyor. İnsanlar işte bu paradoks ve oksimoron olgusuna, “dindar lider istemiyoruz!” söylemiyle tepki gösteriyorlar.
Düne ait tarihi bir anekdotla başlattığımız yazımızı, yine tarihi bir anekdot ile bitirelim: Tarihte zalimliği ile şöhret bulmuş Haccac, bir kişiyi şehit ettikten sonra kıyafet değiştirip Medine’ye gelir ve bir ihtiyara halkın durumunu sorar. İhtiyar, “Halimiz perişan. Haccac denen zalim falan kişiyi şehit etti.” deyince Haccac (kendini kastederek), “Onu tanıyor musun?” diye sorar. “Hayır” cevabını alınca, “Haccac benim işte!” deyip yüzünü gösterir, bunun üzerine ihtiyar, önceki sözlerinden çark edip, “Ben Amir kabilesinden delinin biriyim. Ne söylediğimi ne yaptığımı bilmem.” der.
Bu da kıssadan hisse olsun.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.