Bir Hikâyenin izini sürmek…

Nazım Altay’ın yazısı

Şekercihan Derneği tarafından 18 Nisan – 23 Nisan 2025 tarihleri arasında 6 gece 5 gündüz süren Nur Menzilleri Doğu Gezisi gerçekleştirildi. Talebe ve dernek üyelerinin birlikte katıldığı programa 50 kişi iştirak etti. 2 Gece otobüste geçerken, 4 gece de farklı illerde konaklanmış oldu. Bu haliyle 4000 küsür kilometre yol yapılırken, Üstadımızın dağ ve sahrayı medrese yaptığı gibi; otobüsümüz bizim için seyyar bir medreseye dönüştü. Tesbihatlar, namaz dersleri, hatıralar, ilahiler, marşlar ve türküler ile yorucu gibi olsa da manen keyifli ve neşeli bir program kazasız belasız tamamlanmış oldu ve geriye unutulmayacak güzel hatıralar kaldı.

Yolculuğumuz 18 Nisan Cuma akşamı saat 23.00’de bütün katılımcıları alarak Ümraniye Namazgah durağından hareket ederek başladı. Yola çıktıktan sonra rehberimiz Mehmet Kaplan, ziyaret planı ve Nur Menzilleri Doğu Gezisi hakkında genel bilgilendirmeleri şu sözlerle yaptı:

“Öncelikle hepiniz gezimize hoş geldiniz. Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz, zaman zaman yorulacağız. Kendinizi yola ve akışa bırakın, yol öğretir ve yol her zaman sürprizlere açıktır sabırlı olup keyif almaya bakın. Bununla birlikte seyahate çıkan kişi ile dönen kişinin aynı olmaması gezi için bir kazanımdır. Bildiklerimize değil, bilmediklerimize odaklanalım seyahat bittiğinde aynı kişi olarak dönmeyelim.”

BÜTÜN URFA HALKINA, ÇOLUK ÇOCUĞUNA VE MEZARDA YATANLARINA HER SABAH DUA EDİYORUM. URFA TAŞIYLA TORAĞIYLA MÜBAREKTİR

16 saat süren bir yolculuğun ardından ilk durağımız Urfa Balıklı Göl oldu. Burada öğle ve ikindi namazları eda edildi. Üstadımızın kabri taşınmadan önce defnedildiği mekânı ziyaret ettik. Ardından Hz. İbrahim (as)’ın makamı olan mağara ve Balıklı Göl ziyareti ve hatıra fotoğrafı ile tekrar otobüsümüze döndük.

sekercihan-04.jpeg

Burada rehberimiz Mehmet Kaplan, ilk önce Peygamberler şehri Urfa tarihi hakkında genel bilgiler vererek mekânın önemine vurgu yaptı ve Üstadımızın Urfa ile ilgili yazıları ve hatıralarına atıf yaptı.

Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyordu:

“Bütün Urfa halkına, çoluk çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum. Urfa taşıyla torağıyla mübarektir. Ben çok hastayım. Onlarda bana dua etsinler.”

Üstad başka bir mektubunda ise şunları kaydetmişti:

“Ben çok zaman evvel bekliyordum ki, Urfa tarafında Nurlara karşı kuvvetli eller sahip olmaya çıksın. Çünkü orası hem Anadolu’nun, hem Arabistan’ın, hem Kürdistan’ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse, o üç memlekette intişarına vesile olur”

sekercihan-urfa-bsn.jpeg

sekercihan-urfa-bsn-2.jpeg

sekercihan-mevlidi-halil-cami.jpeg

Ardından Said Nursi’nin son yolculuğunu anlatan Kaplan, Üstadımızın Isparta’dan çıkıp Urfa’ya gelişini, geldiği zaman Urfa’da yaşananları, Üstadın vefatını, vefat ettiği oteli, cenaze törenini ve kabrin taşınma sürecini anlattı.

Katılımcılar göz yaşları içinde tarihte bir yolculuğa çıktılar, hayatı boyunca rahat bırakılmayan Bediüzzaman kabrinde de rahat bırakılmamış ama zalimler onun kabrini gizli bir yere taşıyarak adeta onun vasiyetini yerine getirmiş.

2 saat süren bu ziyaret, ders baklavası niteliğinde Urfalı ağabeylerin el yapımı orijinal çiğ köfte ikramlarıyla taçlandı. Özellikle bu anlamda Habip Artan ve İbrahim Akçe ağabeylerimize çok teşekkür ediyoruz.

TARİH VE KÜLTÜR, YERELDEN KÜRESELE: MARDİN

Urfa’dan hareket ederek 2 saat süren yolculuğun ardından akşamüzeri ikinci durağımız ve ilk konaklamamızı yapacağımız tarih ve kültür başkenti Mardin’e ulaştık. Farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, kiliseleri, camileri, medreseleri ve mimarisi ile büyüleyen ve taşın betona meydan okuduğu tarihi Mardin’e hayran kalmamak mümkün değil. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel şehir…

sekercihan-mardin.jpeg

sekercihan-mardin-2.jpeg

Mardin’de, Mardin Hidayet İlim ve Kültür Vakfı bize ev sahipliği yaptı. Cumartesi akşamı Vakıf merkezinde ders vardı. Dersi rehberimiz Mehmet Kaplan’a teklif ettiler. Mehmet Kaplan hem ziyaretimiz hakkında bilgi verdi hem de selamları iletti.

Ardından Sünühat’ta yer alan “Kur’an’ın Hâkimiyet-i Mutlakası” makalesini ders olarak okudu. Ders oldukça istifadeli ve her an aklımızda tutulması gereken mesajları barındırıyordu.

“Şeriat kitapları Kur’an’a ayna olmalı perde olmamalı. Zaruriyat-ı diniye 90 elmas sütun ise içtihadi meseleler 10 altındır. İçtihadi meselelere değil zaruriyata odaklanılmalı. 90 elmas sütun 10 altının himayesine verilmemeli.

Mezheplere, cemaatlere bakarken hak-batıl denklemi değil, hak-ehakk denklemi ile bakılmalı. Hüsn-ü zan ile memuruz, hiçbir gruba ya da şahsa su-i zan ile bakamayız. Tahtiecilik fikri yerine musavvibe anlayışına sahip olmalıyız. Herkes mesleğim haktır, güzeldir diyebilir. Yalnız benim mesleğim haktır, güzeldir diyemez.

Müslümanların Kur’an’ın emirlerine imtisal edebilmesi için dinin zaruriyatında doğrudan Kur’an gösterilmeli. Müslümanların hidayet ve bir arada olmasının rehberi Kur’an’dır. Peygamber Efendimiz aleyhissalatüvesselamın Kur’an getirilirken ayağa kalkması ümmeti irşat içindir ve o da dersini Kur’an’dan alıyor.”

Ders sonrası şevkli bir muhabbet ortamı oluştu ve ardından istirahate geçildi.

20 Nisan Pazar günü Hidayet Vakfında yapılan güzel bir kahvaltıdan sonra tarihi Mardin’de Üstadımızın izlerini taşıyan mekanlara doğru ilerledik. Tarihi Mardin mimarisi ile hayran bırakırken, ayrıca bir ilim merkezi medreseleri, camileri aynı zamanda dört tane de sahabe kabri bulunan bir yer. Tarihi sokakları adımlayarak iki mekânı özel olarak ziyaret ettik bunlar Mardin Ulu Camii ve Şehidiye Medresesi. Bu iki mekân ve Üstadımızın Mardin hatıraları ile ilgili rehberimiz Mehmet Kaplan şu bilgileri paylaştı:

abdullah-bin-enes-el-cuheyni-sekercihan.jpeg

“Mardin deyince İstanbul’dan 20 saatte geldiğimiz ülkenin Güneydoğu sınırında yer alan, merkezden uzak bir yer gibi düşünmeyelim. Yani İstanbul ve Ankara merkezli ya da ulus devletin bize çizdiği sınırlarla düşünürsek buradaki tarihi yapıları, medreseleri ve şehrin tarihi misyonunu anlayamayız. Osmanlı öncesinde kurulan bir şehir burası. Alem-i İslam’ın en önemli ilim ve manevi merkezlerine yakın, bu anlamda merkezi bir şehir. Bir yanında Musul, Bağdat, bir yanında Şam, bir yanında Anadolu’ya açılan bir kapı. İlim havzasının akışında yer alan bir şehir olarak bakıp düşünelim. Buradaki Ulu Camii Osmanlı’dan yaşlı ve bugün hala ayakta. Bediüzzaman’ın 17 yaşında Mardin’e gelmesi tesadüfi değildir. Yerelden küresele açıldığı bir mekandır Mardin. Doğuanadolu’da eğitim aldığı medreselerden farklı olarak kurumsal medreselerle tanıştığı, alem-i İslam’ın farklı bölgelerinden gelen talebe ve fikirlerle tanıştığı yerdir.

Bediüzzaman’ın buradaki mekanlarından birisi Ulu Camidir. Ulu Camii minaresinin şerefesinde elini açarak korkuluklarda dolaşması, kendisini kıskanan ve rekabet içinde olanlara bir cesaret ve meydan okumadır ki kavgasız bir çözüm olarak gözükmektedir. Şehidiye Medresesi, medrese ehli ile tartışma yaptığı ve Mardin ulema ve talebesine kendi ilmini gösterdiği yerdir. Mardin ziyareti sürecinde kaldığı yer Şeyh Eyyub-i Ensari Efendi’nin evidir. Mardin’de hayatı çok hareketli geçer. Namık Kemal’in rüyası ile uyanır, hürriyet düşüncesi ile tanışır. Efgani’nin talebesinden siyasetteki muktesit mesleği öğrenir. Devletle ilk defa Mardin’de tanışır ve ilk sürgünü buradan gerçekleşir.”

Mardin, gruptaki birçok kişinin ilk defa ziyaret ettiği bir yerdi. Hatta Nur Menzili olarak gezen hiç yoktu. Bunun için öncelikle rehberimiz Mehmet Kaplan’a, bizi misafir eden Hidayet Vakfına ve Haşim abiye, Mehmet Selim Parlakoğlu ve Necat İzgi’ye çok teşekkür ediyoruz. İki saat süren ziyaretin ardından Tillo’ya doğru yola çıktık.

sekercihan-05.jpeg

TİLLO: KUBBE-İ HASİYE’DE İNZİVA

2 Saat süren keyifli bir yolculuktan sonra Mardin, Batman ve Siirt üzerinden Tillo’ya ulaştık. Burada bizi maddi midemizin doyması için hazırlattığı Lahmacunlar ile Doç. Dr. Abdülnasir Yiner karşıladı ve onun misafiri olduk, kendisinden Allah razı olsun. Ardından evliyalar şehri denebilecek, üzerine yavaş şehirler örneği olarak makale yazılmış olan Tillo’da Kubbe-i Hasiye’yi ziyaret ettik. Mehmet Kaplan, Kubbe-i Hasiye ile ilgili olarak şu bilgileri paylaştı:

“Bediüzzaman 1893 yılında Kubbe-i Hasiye’de inzivaya çekilir. Burada lügat ezberlemeye başlar. ‘Meşhur bir türbeye kapandı. Orada harika olarak Kamus-u Okyanus’u Bâbü’s-Sin’e kadar hıfzetti. Ne fikre binaen ‘Kamus’u hıfzettiği sorulduğunda, ‘Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her mânâya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm’ der. Daha sonra böyle bir çalışmanın Mısır’da yapılmaya başladığını duyduğu zaman vazgeçer. Yine kardeşi Molla Mehmed’in getirdiği çorbanın suyuna ekmek banıp, tanelerini karıncalara verdiği mekan burasıdır. Karıncaların Cumhuriyetçi oldukları atfını hatırlayalım. Daha sonra buradaki inzivadan gördüğü bir rüya üzerine çıkar. ‘Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretlerini rüyasında görür. Geylânî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben, “Molla Said! Mîran aşireti reisi Mustafa Paşa’ya gidiniz ve kendisini tarik-i hidayete dâvet ediniz. Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz.’ Bir anlamda şunu söyleyebiliriz Molla Said artık bu rüya ve yolculuğu ile medrese müzakereleri, tartışmaları ve inzivadan çıkıp hayat-ı içtimaiyeye girmiştir. Cizre, Mardin, Bitlis ve Van’da Vali konakları ve oradan İstanbul’a uzanan bir yolculuğu peşinde düşünelim…”

sekercihan-ismail-fakirullah-turbesi.jpeg

sekercihan-hasiye-nine-cami.jpeg

Kubbe-i Hasiye’den sonra İsmail Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın türbesi ziyaret edildi. Burada dini ilimlerin yanında tabiat ilimlerinin de çalışıldığını müşahede ettik. Ardından yola çıkarak Baykan’da Veysel Karani türbesini ziyaret ederek ikinci konaklama mekânımız Hizan’a akşamüzeri ulaştık. Hizan’da akşam yemeği, istirahat ve sabah kahvaltısından sonra Nurs’a hareket ettik.

sekercihan-nurs.jpeg

HİKAYENİN BAŞLADIĞI YER: NURS

Nurs, Üstadımızın dünyaya gözünü açtığı ve bütün hikâyenin başladığı şirin ve küçük bir köy. İki dağın yamacında kurulu ve içinden Nurs deresi akıyor. Derenin sesi ve iki dağ arasındaki yankı ilahi bir havayı hissettiriyor. Burada Üstadımızın da ilk eğitimini aldığı 300 yıllık Nurs mescidini, Nurs kabristanında Anne-Baba, Ağabeyi Molla Abdullah ve kardeşi Molla Mehmed’in kabrini ziyaret ederek Yasin ve dualarla Fâtihaları Nurs kabristanında olanlar başta olmak üzere bütün geçmişlerimize bağışladık.

Ardından Üstadımızın doğduğu evi ziyaret ettik. Çok güzel ve çoğu zaman dikkat etmediğimiz hatıra ve notları burada hem rehberimiz Mehmet Kaplan’dan hem de Mola Rıza’dan dinledik. Gezinin bundan sonrasını çok kısa ve özet yazacağım detaylı şekilde o hatıraları ve paylaşılan not ve tespitleri yerinde yaşamak ve dinlemek isteyenler Mehmet Kaplan rehberliğinde Nur Menzilleri gezisi yapmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.

sekercihan-02-nurs.jpeg

MADEM ÖLECEĞİM, VATANIMDA ÖLEYİM DİYE VAN’A GİTTİM

Nurs ziyaretinden sonra Van’a hareket ettik. İlk durağımız Erek Dağı oldu. Burada Üstadın 1924 sonrası talebeleri ile kaldığı Manastırın yıkığını, Üstadın mağarasını, Zernabad suyunu görüp tefekkür ettik. Hayalen o zamanlara gittik. İnzivaya çekilmesi daha sonra sürgün olarak alınıp götürülmesi. Erek Dağından akşam üstü Çoravanis Köyüne indik. İkindi ve Akşam namazlarını Üstadımızın zaman zaman gelip kaldığı, bazen Cuma namazı için geldiği camide eda ettik. İkindi ve akşam arasında Van hayatı hakkında Şahabettin Öztürkçü ve Mehmet Kaplan detaylı anlatımlar ve okumalar yaptılar. Kronolojik olarak Van hayatını konuştular ki zihinlerde resmin oluşmasına vesile oldular.

coravanis-koyu-sekercihan.jpeg

van-horhor.jpeg

sekercihan-03.jpeg

Ardından grubumuzu konaklama için ikiye ayrıldı. 26 Kişiyi Ata hoca, 26 Kişiyi de Şahabettin abi misafir etti. Hem yemek ve kahvaltı ikramlarıyla maddi ve manevi istifademize vesile oldular. Kahvaltının ardından Van Kalesine geçtik.

Yol üstü Tahir Paşa’nın konağının yerini gördük, bugün kalıntılar bile kaybolmuş durumda. Van Kalesinin önünde Birinci Cihan Harbinde harabe olmuş mekanlardan bazıları restore edilmiş durumda.

Hüsrev Paşa Camii tarafından giriş yapıp Kale’ye doğru ilerlerken ‘Henien leküm’ sadasını işitmeye çalıştık ve sakitane Nurun sözünü dinleyen Ömerler, Osmanlar, Aliler, Emrullahlar, Mehmetler ve Nazımlar olarak ‘Sadakte’ Üstadım dedik.

sekercihan-horhor-cami.jpeg

Burada Üstadın kaldığı mağara, hemen altında düştüğü mağara, Horhor Medrese kalıntısı, restore edilmiş halde Horhor Camii ziyaret edip, Horhor suyundan kana kana suyumuzu içtik. Ardından Mehmet Kaplan, İhtiyar Lem’asından 13. Reca’dan okudu:

“Kur’ân-ı Hakîmin irşadıyla ve Gavs-ı Âzamın himmetiyle ve ihtiyarlığın intibahıyla, İstanbul’daki hayat-ı medeniyeden usanç ve şâşaalı hayat-ı içtimaiyeden bir nefret geldi. Dâüssıla tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim. … Herşeyden evvel, Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlarımın bir kısmı hakikî şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi. Ben ağlamaktan kendimi tutamadım. Ve kalenin, tâ medresenin üstündeki, iki minare yüksekliğinde, medreseye nâzır tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayalen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için, beni o zamanda hayli gezdirdi. … Eskiden beri hatırımda olan bir zâtın bir fıkrası vardı; tam mânâsını göremiyordum. O hazîn levha karşısında tam mânâsını gördüm. Fıkra budur:

لَوْلاَ مُفَارَقَةُ اْلاَحْبَابِ مَا وَجَدَتْ لَهَا الْمُنَايَا اِلٰۤى اَرْوَاحِنَا سُبُلاً

Yani, "Eğer dostlardan mufarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın." Demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan mufarakattir. Evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış. Eğer Kur’ân’dan, imandan medet gelmeseydi, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacaktı. Eskiden beri şairler şiirlerinde, ahbaplarıyla görüştükleri menzillerin mürur-u zamanla harabegâhlarına ağlamışlar. Bunun en firkatli levhasını da ben gözümle gördüm. İki yüz sene sonra, gayet sevdiği dostların mahall-i ikametine uğrayan bir adamın hüznüyle, hem ruhum, hem kalbim, gözüme yardım edip ağladılar.”

BİR İNZİVA MEKANI: AHMED-İ HANİ TÜRBESİ

Van’lı abilerle vedalaşarak Çaldıran üzerinden Doğubeyazıt’a doğru ilerledik. Doğubeyazıt’ta, Üstadımızın üç aylık düzenli eğitimini aldığı Muhammed Celali medresesini ve eğitim sürecini rehberimizden dinledik. Eğitim hayatı, hocaları, okuduğu kitaplar, eğitim için gittiği güzergahlar hepsi detaylı çalışılmıştı, istifadeye medar bir sunum oldu.

sekercihan-ahmedi-hani-turbesi.jpeg

sekercihan-01.jpegsekercihan-ishak-pasa-sarayi.jpeg

Ardından inzivaya çekildiği manevi olarak feyizlendiği Kürtlerin edip dâhilerinden insanların gündüz bile korkarak girdiği Molla Said’in geceleyin bile yalnız olarak kaldığı Ahmed-i Hani türbesini ziyaret ettik. Daha sonra Osmanlının Anadolu’da ayakta kalan tek sarayı olan İshak Paşa Sarayını ziyaret ettik. Ardından Ağrı üzerinden Erzurum’a hareket ettik. Akşamüzeri Erzurum’daydık. Suffa Vakfından İsmail abiler bizi misafir ettiler. Güzel bir akşam yemeği ve çaydan sonra istirahate çekildik.

AZ BİLENEN ŞAHİTLİKLER VE MEKANLAR

Erzurum’da sabah namazını kıldıktan sonra artık dönüş yoluna geçtiğimiz ve İstanbul’a yetişmek için erkenden yola çıktık. Saat 09:00 civarında Erzincan’da Mehmet Yıldız’ın ikramı olarak güzel bir Erzincan kahvaltısı yaptık.

sekercihan-terzi-baba.jpeg

Ardından Terzi Baba Kabristanında Terzi Baba Türbesi, Üstadın Erzincan’a geldiği ve buna dair hatıraları paylaşan Bekir Sıtkı Dokgöz kabrini, Üstadı Erzincan’a davet eden Zeki Paşanın kabrini, Üstadın Erzincan’da kaldığı zaman Terzi Baba dergahının son halifesi Osman Fevzi Efendi kabrini ve Üstadı Emirdağ’da ziyaret edip Erzincan’a davet mektubunu okuyan, Risale-i Nur’daki konuları tablolaştıran, Matbaada basılan Risalelerin iç ve dış kapak fontlarını oluşturan Refet Kavukçu abinin kabrini ziyaret ederek, dönüş yoluna kaldığımız yerden devam ettik.

23 Nisan’ı, 24 Nisan’a bağlayan gece saat 03.00 sıralarında İstanbul’a ulaştık. Tabii yolda İstanbul’da deprem olmuş haberini de almıştık. Erzincan’da tarihi Erzincan depremi konuşup risalelerde yer alışından bahsetmişti rehberimiz. Tekrar risalelerdeki depremle ilgili bahisleri okuyup tefekkür etmeye vesile olan bir tevafuk yaşamıştık.

DEĞERLENDİRMELER

Otobüs içerisinde mikrofonu sırayla alarak ağabey ve kardeşler kısa kısa Nur Menzilleri seyahati hakkında değerlendirmeler yaptılar. Bazı notları paylaşmak istiyorum:

Bir kardeşimiz:

“Ben Üstadın da bir çocukluğu olduğunu anladım.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir kardeşimiz:

“Zor şartlar içerisinde başlayan ve bugün dünyanın her tarafında yayılmış bir hareket, hizmet ve hikâyenin içinde bulunduğumu anladım.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir kardeşimiz:

“Üstadın daha küçük yaşlardan itibaren devletle ve devlet adamları ile yakından ilişkili olduğunu ancak belli bir yerden sonra onlardan ayrılarak yoluna devam ettiğini ve bir anlamda zora talip olduğunu anladım.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir kardeşimiz:

“Konfor alanını terk etmeden hizmet edilemeyeceğini fark ettim.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir ağabeyimiz:

“Üstadın hayatını tekrar okumam gerekecek.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir ağabeyimiz:

“Bu ilerleyen yaşımda ilk defa böyle bu mekanları gördüm, çok daha erken gidip yerinde görmeliymişim. Kitaptan okumakla yerinde görmek çok farklıymış.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir ağabeyimiz:

“Tez zamanda farklı biyografilerden Üstadın hayatını okuyacağım.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bir ağabeyimiz:

“Bir rehberle gezmenin ne kadar önemli olduğunu anladım. Biz gidip o mekanlara bakıp dönüyorduk. Şimdi yerinde yaşadık, hikâyeye dahil olduk.”

2025/04/29/ayrac-separator.png

Bunlar gibi çok güzel şevke medar tespitler gördük ve dinledik.

Öncelikle böyle bir geziyi organize eden Şekercihan Derneğine, organizasyonda yer alan, Mehmet Karakaya, Burak Kutlay, Tarık Yılmaz kardeşlere, gittiğimiz her ilde bizi misafir eden, ilgilenen ağabey ve kardeşlere çok teşekkür ediyoruz. Yine özellikle yaptığı sistematik ve kronolojik rehberlikle mekâna anlam katan, anlatımı ve kendine has üslubu ve tespitleriyle Mehmet Kaplan’a çok teşekkür ediyoruz. Allah ne muradı varsa versin tez zamanda tekrarlarını bekliyoruz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum