Maruf Özülkü

Maruf Özülkü

Şairden başkası mübalağa etmesin

Mübalağa, abartmak demektir. Bir şeyi olduğundan çok fazla göstermektir. Edebiyatta da bir sanat aracıdır mübalağa.

"O zaman vecd ile arşa değer belki başım"

"Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır"

"Ardahan'ın kışları dondurur yıldızları"

"Şu şehr-i İstanbul ki bi-misl ü bahadır/ Yek taşına acem mülkü fedadır."

Şairler biraz mazur sayılırlar mübalağada. Çünkü his adamıdırlar. Sözün parlaklığını böyle iddialı benzetmelerle gerçekleştirirler. Ama gündelik hayatta, sosyal bilimlerde ve manevi hizmetlerde abartının mazereti yoktur. Burada, bu, sanat sayılmaz; cürüm olarak addedilir.

Olanı olduğundan fazla göstermek, insanları harekete geçirmek için gerekli zannedilebilir. Fakat akabinde sıcak dakikaların ardında gerçeklik tüm boyutlarıyla ortaya çıkacak ve sizi zor durumda bırakacaktır. Güvenilirliğinizi kredibilitenizi riske eden bu davranış, kesinlikle analiz edilmeyi hak eden bir mevzudur.

"Mübalağa zemm-i zımnîdir" der Bediüzzaman. Kahramana ya da gerçek olup bitene örtülü bir kötülemedir. Yani aslında gerçeğe işlenmiş kötülüğün azmettiricilerinden biridir mübalağa olgusu. Öyleyse, "Hangi şeyi vasfetsen olduğu gibi vasfet. Medhin mübalağası bence zemm-i zımnîdir. İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir."
(Sözler - Lemaat)

HAYALİ ZİYAEDDİN - HAKİKİ ZİYAEDDİN

Bediüzzaman, yıllar evvel abisi Molla Abdullah ile aralarında geçen bir muhavereyi naklederek muhabbette mübalağanın mukayesesini yapar. Molla Abdullah şeyhini mübalağa ile medh etmektedir. Devamını ondan dinleyelim:

O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin kuddise sırruhunun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a'zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

"Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakiki sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u a'zam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin yani o unvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa ve hakikati görünse senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zat-ı mübareği, senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünkü sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakiki makamı görünse değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım.

"Demek ben hakiki bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin."
(Kastamonu Lahikası. S. 74)

MÜBALAĞA İHTİLALCİDİR

İnsanın huyudur; lezzet alıp sevdiği her şeyi överken abartır. Söz ile hakiki vaziyetten çıkarır ve abartılı biçimde gerçeği hayalle karıştırır. Oysa bu -farkında olunsun yada olunmasın- olgunun yada olayın kendisine yapılan bir aşağılamadır. Gerçek iyiliğin güzelliğin yada faydanın değersizleştirilmesi tehlikesini beraberinde getirecektir.

Abartının gerçeği olduğundan fazla gösterip muhatabı aldatan kışkırtıcı yönüne dikkat çeken Bediüzzaman Muhakemat adlı eserinde, şöyle der:

"Mübalağa ihtilalcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü't-tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meylü'l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü'l-mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde tezyidinden noksan, ıslahından fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder."

Halde, kalde ve tavırda aslolan ölçüdür. Ölçüsüz her hareket zarar vermektedir.

Buna ilaç örneğini vererek, dozundan fazla kullanılması halinde ilacın ilaç olmaktan çıkıp öldürücü zehir olabileceğine dikkat çeker. Sonra bunu dini irşad vazifesini ifa edenleri dikkatli olmaya çağırır:

"Nasılki bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı dâ'e inkılab etmektir. Öyle de hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalağalı tergib ve terhib ile, gıybeti katle müsavi veya ayakta bevletmek zina derecesinde göstermek veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen: Vaiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet muvazenesiz vaizler, çok hakaik-i neyyire-i diniyenin husufuna sebeb olmuşlardır. Meselâ: İnşikak-ı Kamer olan mu'cize-i mütevatire-i bahireyi, meylü'l-mücazefe ile, arza nüzul ile peygamberin cebine girip çıkmış olan ilâve, o güneş-misal mu'cizeyi Süha yıldızı gibi mahfî ve kamer-misal olan bürhan-ı nübüvveti münhasif ettiği gibi münkirlerinin bahanelerine kapılar açtı.

Hasıl-ı kelâm: Her muhibb-i dine ve âşık-ı hakikata lâzımdır: Herşeyin kıymetine kanaat etmek ve mücazefe ve tecavüz etmemektir. Zira mücazefe kudrete iftiradır ve "Daire-i imkânda daha ahsen yoktur" olan sözü, İmam-ı Gazalî'ye dediren hilkatteki kemal ve hüsne adem-i kanaattır ve istihfaf demektir."
(Muhakemat - Altıncı Makale Yedinci Mukaddime)

KURAN'IN ŞİDDET-İ BELAĞATI

Kuran'ın üslubu ve ifade tarzı, mübalağa ve diğer anlamı hadden taşıran unsurlara ihtiyaç duymaz. Hadisatı öyle bir belağat ve fesahetle ifade eder ki, beşer mananın kuvvetinden hakikate sadakatinden ve ehl-i şuurun göz çeperini sonuna kadar açık tutmasından dolayı tam irşad etmektedir. Sırlı, mucizeli ve hikmetli beyanı yalandan abartıdan münezzehtir. Asırlarca insanı onaran kıymeti bundan da anlaşılmaktadır.

"Zaman ihtiyarlandıkça Kur'an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor. Nur, nâr göründüğü gibi; bazen şiddet-i belâgat dahi mübalağa görünür."
(Mektubat - Hakikat Çekirdekleri)

ÜLFET PERDESİNİ ARALAMAK

Mübalağacı insanları olup biteni sıradan addeder. Oysa bu alışkın olunan yüzeysel ve sıradan bir bakıştan kaynaklamaktadır çoğu kez.

Allah'ın sanat merkezi olarak karşımızda duran dünya ve içinde bulunduğumuz hayat sergüzeşti her saniye muazzam ve harikulade iş ve işleyişleri sergilemektedir. İnsan alışkanlıkların verdiği ezberci yaklaşımlarla artık kanıksamıştır bunu. Her an her dakika canlar vücuda gelmekte, harikulade zerreler hareketlenmekte, hava değişmekte, an değişmekte zaman-mekan iç içe saat zembereği gibi aksamadan durmadan işlemekte ve hiçbir şey ihmal edilmemektedir.

Bir Fa'al-i Mutlak, bir rububiyet ve bir Kadir-i Mutlak vardır. Bu hakikat ancak imanî bir farkındalıkla idrak edilebilmektedir.

Ama gelin görün ki adına "ülfet" denilen bir nefs tarafından öğretilmişlik sıradan bir bakış sorunuyla fark edemiyordur insan.

HARİKALIĞI SIRADANLAŞTIRMA

Buna göre, insanlarda kafa karışıklığı doğuran fikir ayrışmalarına yönelten ve sapkınlıklara düşüren sebeplerin başında yaratılışta olan güzellik, azamet ve ulviyete kanaat etmemekliktir.

"Fakat cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder. Evet gözleri açan yalnız nücum-u Kur'aniyedir."
(Muhakemat.Birinci Makale - İkinci Mukaddime)

Yazının başına dönecek olursak...

Abartmak bizim hakikatle aramız giren bir gölgedir. Gölge koyulaştıkça hakikat kaybolur.

Mübalağayı şaire bırakalım. O dünyayı yaksın sevdiğine, güneşi utandırsın hasretine.

Omuzunda ağır yük taşıyanlar tevessül etmesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum