Yunus Emrede Kabir Manzaraları

Yunus Emre, tasavvuf edebiyatımızın unutulmaz ‎isimlerinden; şiirleri, mısraları dilden dile, kulaktan kulağa, ‎asırdan asra, kuşaktan kuşağa yankılanarak günümüze kadar ‎ulaşan şairlerimizden biri seçkin sima. İlahileri ile zikir ‎meclislerinin ışığı, dervişlerin kılavuzu, mürşitlerin hikmet ‎hazinesi olmuştur. Yunus şiirlerinde ibret alınması amacıyla çok çarpıcı kabir tasvirleri ‎ yapmış, realist tablolar çizmiştir. Râbıta-i mevt tasavvufun önemli ‎esaslarındandır; sâlik ölümü düşünüp ‎kendisini ölmüş farz ederek, dünyanın faniliğini, ömrün geçiciliğini idrak eder, gafletten sıyrılır. Böylece kemal ‎yolculuğunda önemli bir destek edinmiş olur. Bu yazıda, depremin hepimizi derinden sarstığı bu günlerde biraz da ibret almak ve perdenin adına kulak vermek için Yunus’un çarpıcı kabir manzaralarını ‎sunmaya çalışacağız:‎

İnsan bu dünyada bir yolcudur. Yolun sonuna geldiğinde bir bahane ile ruh berzah âlemine yola çıkarken beden de ağaçtan bir at olan tabuta bindirilip kabristana doğru yol alır. Dünyadaki son duraktır kabir; gireni bir daha kimse dünya gözüyle göremez. Sin, mezar; oraya gireni bir daha kimse görmez ‎kıyamete kadar. Yunus şöyle tasvir eder:

Ağaç ata bindireler sinden yana göndereler
Yer altına indireler kimse ayruk görmez ola

Beden, topraktandır; toprağa konunca çürür toprağa karışır, çıyana, yılana gıda olur. Yunus görmüş gibi bir manzara çizer: Mezara ‎konulup yatmış bir insan cesedine yılan, çıyan üşüşmüş, ‎eti çürüyerek kemiklerinden ayrılmış, kemikleri çürüyerek dağılmaya yüz tutmuştur:‎

Niçe yatur düşübeni ılan çıyan üşübeni
Sünükleri çağşabanı çürüyüben ulanı gör

Yunus tefekkür etmek düşüncesiyle ‎gezintiye çıkmış; ibret almak niyetiyle mezarlığa uğramıştır. Gördüğü manzara gaflet perdesini bir anda yırtıp parçalayacak şiddette: İnsanlar çaresiz, ölmüş, ömürlerini ‎yitirmiş yatıyorlar. Ömrin yavı kılmış diyor Yunus yani yitirmiş. Cansız kalıpta bir hiç hükmünde:‎

Sabahın sinlere vardum gördüm cümle ölmiş ‎yatur
Her biri bî-çâre olup ömrin yavı kılmış yatur

Nazik tenler, atlas yataklarda bile rahat edemeyen bedenler kara toprağa bulanmış öylece uzanıp yatıyor. Bu tablo, son günlerde yaşadığımız deprem felaketinin sarsıcı manzaralarını hatırlatıyor:

Teferrüc eyleyü vardum sabahın sinleri gördüm
Karışmış kara toprağa şu nazik tenleri gördüm

Dikkatini biraz da hayal gücüyle besleyen şair, kim bilir belki de kalp gözüyle müşahedesini şöyle anlatıyor: Bunu kurt kuş ‎yemiş, kertenkele gibi bir yaratık nicelerin bağrını delmiş, şu ‎ufacık yeni yetmeler, nazenin yavrucuklar gül gibi solmuş yatar:‎

Yimiş kurd kuş bunı keler niçelerin bağrın deler
Şol ufacık nâ-resteler gül gibice solmış yatur

Ölümün çocuk, genç, yaşlı ayırımı ‎yapmadığını bu depremde bütün dünya gördü. Enkaz altından çıkarılan her yaştan insan bedenleri ruhlarımızda tarifsiz depremler yaşattı. Vakit geldi mi ecel fırsat vermez. İnsanı kapıp götürür. Doğrusu bu ama biz insanlar çabuk unutur gafletle eski günlerimize döneriz.

İnsanların tenleri toprağa düşer, canları ‎Allah’a ulaşır. Bu tablo sessizce haykırır bize: Nöbet sana geldi, ‎görmüyor musun? ‎

Toprağa düşmiş tenleri Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen bunların nevbet bize gelmiş ‎yatur

Yunus’un tasvirleri çok canlı, hatta oldukça iç acıtıcıdır. Aşağıdaki beyit, etinden sıyrılmış bir iskelet tasviridir: İnci ‎dişleri dökülmüş, sarı saçları çözülmüş, bütün tasaları, ‎kaygıları sona ermiş, varlığını Hakk’a teslim etmiş bir gencecik insan resmi:‎

Esilmiş incü dişleri dökülmiş saru saçları
Bitmiş kamu teşvişleri Hak varlığın almış yatur

Beden toprağa düşünce kısa zamanda çürüyüp dağılmaya, gözler toprağa akmağa başlar: “Gözünün karası gitmiş, kefen ‎bezinin parçaları kemiklere sarılmış yatıyor”:‎

Gitmiş gözinün karası hiç işi yokdur turası
Kefen bezinün pâresi sünüğe sarılmış yatur

Yunus’un aşağıdaki mısralardaki çarpıcı tasviri daha bir yürek paralayıcı değil mi? Yeni çürümeye başlamış ‎bir ceset, damarlar boşalıp akmış kanlar, çürümeye yüz tutan ten. Mezarın içinde gizlenmiş, gözlerden uzak bedenler. Deprem bunu gözler önüne serdi, ülfet perdesini paramparça etti‎:‎

Çürimiş toprak içre ten sin içinde yatur pinhan
Boşanmış tamar akmış kan batmış kefenleri ‎gördüm

Ölümün mevkiye, makama, şana şöhrete bakmadığının; vezir, hoca, genç ihtiyar ayırt etmediğinin tablosudur mezarlık. ‎ Yunus, bu gerçeği ‎hatırlatıyor ve ekliyor: Bakın, görün, ibret alın; gündüzleri, gece olmuş, daha bunlar ‎gibi bir çokları yatıyor:‎

Kimi yigit kimi koca kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmış gice ancılayın çoklar yatur

Mezarda kişi ameliyle baş başa ‎kalır. O anda insana amelinden başka hiçbir şeyden fayda ‎gelmez. Diriler defin işini bitirir bitirmez ayrılıp evlerine ‎döner, birkaç gün içinde alışır, eski günlerine döner, hayatlarına kaldıkları yerden güle oynaya devam ederler:‎

Kalam ben a’malumıla her niçesi hâlumıla
Gide kavum güle güle evden yana dönişicek

Eğer insanın iyi amelleri varsa mes’ele yok; kabirdeki yeri genişler ‎ve ferahlar, cennet bahçelerinden bir bahçeye döner. İyi amelleri olmayana Yunus, “yoksa ateşten şarap içtin demektir” diyor. ‎ Bu demektir ki sana azap edilecek, dünyada işlediklerinin ‎karşılığı olarak ateşten içkiler içeceksin. Bu içeceğin ‎ayrıntıları Kur’an ve hadis kitaplarında vardır:‎

Eger varısa amelün gin olısar sinün senün
Eger yoğısa amelün oddan şarâb içdi gönül

Kişi ölünce dili söylemez olur, üzerine toprak ‎saçılan cesette dil elbette paslanır. Yunus tefekkür ederken bunları düşünür, çaresizliği dile getirir. Ruh bedenden ayrıldığından dil konuşamaz. Dünyalıklar dünyada kalmış, insan ameliyle baş başadır:‎

Yaylalar yaylamaz olmış kışlalar kışlamaz olmış
Bar tutmış söylemez olmış ağızda dilleri gördüm

Gençlik ve güzellik, insanoğlunun uğruna her şeyini ‎feda edebileceği değerler. Ancak ölüm, bunlara ‎bakmaz. Mezarda gözlerin feri söner, ay yüzler çürüyerek ‎güzelliğini yitirir; gül deren eller toprağın altında çürümeye terk edilir:‎

Sogulmış şol kara gözler belürsüz olmış ay yüzler
Kara topragun altında gül diren elleri gördüm

Yunus görmüş gibi anlatmaya devam eder: İşte bir ölü, boynunu bükmüş, ‎vücudunu toprağa bırakmış, adeta anasına küsüp gitmiş:‎

Kimi boyun burup yatmış tenini toprağa katmış
Anasına küsüp gitmiş boyun buranları gördüm

Ölüm, insanları bir tarağın dişleri gibi eşitler. ‎Zenginlik fayda vermez; sonunda herkesin giyeceği, yakası ‎yeni olmayan bir gömlek (kefen)tir:‎

Şunlar ki çokdur malları gör niçe oldı hâlları
Sonucu bir gönlek geymiş anun da yokdur yenleri

Kişinin, mezara konulup, üzerine toprak atıldıktan ‎sonra, dış dünya ile bağlantısı kopar. Kabirde kapı, baca ‎olmadığı gibi yemek, içmek de yoktur. Aslında ‎yemeğe ihtiyaç da yoktur amelden başka: Gündüzler ‎geceye dönmüş, ortalık kararmıştır. Yunus’un bu dehşet verici ‎tasvirlerinin amacı o karanlık kabri aydınlık cennet ‎bahçelerinden bir bahçeye çevirmek için uyarmaktır:‎

Ne kapu vardur giresi ne yimek vardur yiyesi
Ne ışık vardur göresi dün olmışdur gündüzleri

Amaç salt bir ölüm korkusu vermek değil elbette. ‎Yunus’un niyeti insanları gafletten uyandırmak, yüzlerini ‎Allah’a çevirmektir. Çünkü o ölümün yok olmak olmadığını ‎bilir. Yunus için ölüm dünya zindanından, cennet bahçelerine bir ‎yolculuktur. O çağdaşı Mevlâna gibi ölümü bir düğün gibi karşılar ve insanlara umut dolu bir ses, büyük bir heyecanla adeta haykırır:

Ölümden ne korkarsın, korkma ebedî varsın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum