Yaprak Tomurcuğa Beden Ruha Yük Mü?

Nailî, 17. yüzyılın büyük şairlerindendir. Etkisi yaygın ve sürekli olmuş, divan şiiri vadisinde yansıyan sesi modern çağlara dek sürmüştür. Benim şairim dediklerimden. Ne zaman şiir tadına ihtiyaç duysam bu usta şairin divanını alır beyitleri arasında, rengârenk hayâl âlemlerine sefere çıkarım. Sebk-i Hindî tarzının en güçlü soluklarındandır bu şair. Şiirleri burgu gibi insanın içine işler, deştikçe açılır, inceledikçe güzelleşir. Bugün divanını karıştırırken “dahi” redifinin peşine takılıp gittim. Şair önce redifi bulur sonra muhayyilesinin kanatlarıyla pervaz eder, gider. Gazeli okudukça şairin ne denli hayaller içinde olduğunu fark ettim; bulduğum güzellikleri paylaşmak istedim:

Ârâyişi bahâr iledir gülşenin dahi
Ey gonce inbisâtın o demdir senin dahi

Gül bahçesinin süsü, bahar mevsimindedir. Ey gonca! Senin açılman da bu demdedir.

Şair, bir bahar hitabı ile şiire giriş yapıyor. Belli ki baharı özlemiş. Baharın sembolü açan çiçeklerdir. Çiçeklerin tomurcuklanması, tomurcukların açılması tabiata bir güzellik katar, esmâ-i hüsnâyı gözlere gösterir. Şair, “inbisat”ı açmak kelimesine tercih etmiş. Bunun üzerinde biraz durmak gerekir sanırım. İnbisat, sözlükte yayılma, açılma anlamındadır. Kelimenin bir diğer anlamı ise iç açılması yani ferahlıktır. Nâilî, yeşil yapraklarla sıkıca sarmalanmış goncanın bir sıkıntı çektiğini düşünüyor. Yeşil çanak yaprakların yarılıp tomurcuğun açılması güle ferahlık veriyor. Gonca, baharda açarak adeta rahatlayıp feraha eriyor. Tomurcuğun açmasını “inbisat” kelimesi ile ifade eden şairin, tasavvuftaki kabz ve bast hâlini hatırlatmak istediğini söylemek mümkündür. Hatta dünya gurbetinde vatan-ı aslisine özlem çeken müteyakkız/uyanık ruhlar için de bu durum söz konusu olabilir. Baharın insan psikolojisi üzerinde uyarıcı etki yaptığı, insanı coşkuya sevk ettiğini herkes bilir. Hele söz konusu şairse bahar, tabiat kitabını okumak, tefekkür etmek ve eğlenmek için zaruri bir ihtiyaç haline gelir. Oysa Nailî sanki farklı duygular içinde, hatta bir kabz sıkıntısı çekiyor gibi. Aşağıdaki beytinde bir hoşnutsuzluk, bir, sıkıntı içinde sanki:

Gülberg-i cân imiş tutalım yine bârdır
Cism-i latîf ü pâkine pîrahenin dahi

Gömleğin, can gül yaprağı olduğunu varsayalım, temiz ve nazik bedenine yine de yüktür.

Bu beyitte gömlekten maksat tomurcuğu sarmalayan yeşil çanak yapraklardır. Gül, en güzel, en latif, en hassas çiçeklerden biridir. Tomurcuğun gül yapraklarına oranla kalın ve dayanıklı olan yeşil yaprakları bir gömlek gibi sarmalamış, adeta sıkmış, sıkboğaz etmiştir. Gülün incecik, yumuşak ve hafif yapraklarıyla insan bedeninin kast edildiğini de düşünebiliriz. Çanak yaprakların gömlek de olsa gül için bir yük olduğu tahayyül edilmiş. Şair ilk beyitteki “inbisat” kurgusunu sürdürüyor bu beyitte de. Gülü, dış tehlikelerden koruyan gömlek gibi de olsa çanak yapraklar narin gül yaprakları için yüktür. Bunu ruh ve beden ilişkisi olarak anlamak da akıldan uzak olmasa gerek. Ruh temiz ve latiftir. Beden onu ağırlayan, hatta hapseden kesif bir gömlek. Ruhunu gerçek anlamda inceltenler, beden gömleğinin bir yük oluşturduğunu eserlerinde, sohbetlerinde sık dile getirmişlerdir. Nailî’nin de hatırlatmak istediği bu olmalı. Şairin, zahiri anlamın altında tasavvufî manalar kast ettiği aşağıdaki beyitten anlaşılıyor:

Ecrâm-ı çarhı geçmeyicek bilmemiş Mesîh
Bâr olduğun vücûduna bir sûzenin dahi

Hz. İsa gök cirimlerini / yıldızları geçip yükselmeden önce bir iğnenin bile yük olduğunu bilememiş / anlayamamış.”

Rivayete göre Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce göğe yükseltilir. Dördüncü kat gökte, üzerinde dünyaya ait bir şey var mı diye bakılınca bir iğne bulunmuş. Bu iğne yüzünden diğer katlara yükselmesine izin verilmemiş. Guya tam bir “tecerrüd” içinde yaşayan Hz. İsa, bir iğne yüzünden sema yolculuğunu tamamlayamamış... Divan şairleri Hz. İsa’yı (a.s) “tecerrüd” timsali olarak anar. Nailî, bu beyitte, dünya ve dünya malına kalpte yer vermenin sonuçlarını hatırlatarak “tecerrüd” ün önemini vurguluyor. Bir iğne, bir peygamberi yolundan alı korsa dünya malı için helal haram demeden çabalayanların halini düşünmek bile ürpertici… Nâilî, ölümsüzlük diyarına yolculuk gelip çatmadan kalbi yüklerinden arındırmayı hatırlatıyor. Bu tespitimizin bir yakıştırma olmadığı şu beyitten anlaşılıyor:

Ârif düşer mi kaydına cism-i nizâr için
Bir ankebuthâne kadar meskenin dahi

İrfan sahibi olan, zayıf beden için bir örümcek evi kadar (çürük ve temelsiz) meskenin peşine düşer mi hiç?”

Bahar tasviri ile şiire başlayan Nailî, sözü üçüncü beyitten itibaren insana ve onun iç dünyasına getiriyor. Arif, iç bilgisine sahip, marifetullahta behre sahibi, olgun, münevver insan olup dünyanın geçici olduğunu bilir. Suyun üzerindeki kabarcıklardan zayıf olan beden için mesken kaydı, kaygısı, endişesi taşımaz. Bu beyit bizi Ankebut suresinin 41. Ayetine yönlendiriyor: “Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Hâlbuki evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi” Bilindiği gibi örümcek ağı çok zayıftır; insan bedeni de öyle. Dünya hayatı ve dünya malı da geçici ve temelsiz. İnsan dünyayı ve içindekileri değil Allah’ı dost edinmeli demeye getiriyor sözü. Çünkü söz konusu edilen mesken barınılan ev olarak anlaşılabileceği gibi, ruhu misafir eden beden olarak de olabilir. Kısaca, bu dünya ve içindekilere bel bağlamak, insana sıkıntıdan, yükten başka bir şey getirmez, diyor. Şair, tecerrüdü derinleştirmeye çalışıyor.

Rinde zihâm-ı halkdan âzâde–gûşedir
İnkâr olur mu lutfu meğer külhenin dahi

Rinde, halkın eziyetinden uzak, azade olma köşesi olduğundan; külhanın güzelliği de hiç inkâr olunabilir mi?

Klasik şiirimizde rint, alayişe, nümayişe, dünya süslerine ve gösterişlerine aldırış etmeyen olgun insan tipidir divan şiirinde. Şair için örnek alınması gereken, olumlu bir tiptir. Gönlü zengin olduğu için külhanda yatıp kalkmak onu rahatsız etmez. Külhan, dünya meskenlerinin en hakiri sayılır. Hamamların yakacak konan ve kül alınan bölümüdür. Külhan halkın vereceği sıkıntıdan, eziyetinden kurtulmak için ona bir sığınak, bir gizlenme yeri olur. Divan şiirinde buna güzel örnek Külhanî-i Layhar’dır. Bu ârif-i billâh hayatını külhanda üzüm posası yiyerek geçirirmiş. Burada yaşayan birini insanlar ciddiye alıp rahatsız etmez şüphesiz. Şair, bu beyitte tasavvufî düşüncelerini derinleştirmeye çalışıyor. Ancak, yukarıda, zayıf cisim için mesken kaygısı çekmenin doğru olmadığını söylediğine göre, belki de çektiği hayat sıkıntılarını bu tasavvufî örtü içinde anlatmak istemiş olabilir. Bilindiği üzere şair, gerçek anlamda bir mutasavvıf olmadığı gibi, gönlünce müreffeh bir hayat da sürememiştir. Nâilî, mevcut durumu resmettikten sonra tekrar “cemal”, yani güzellik kavramına bakışlarını çeviriyor:

Ayrılma sen cemâlden ey çeşm-i intizâr
Hâk içre olsa hulda bakar revzenin dahi

Ey bekleme gözü, sen cemâlden ayrılma, yerin külhan olsa da penceren cennete bakar.

Arif, dünya güzelliklerinin esma-i hüsnâ tecellileri olduğunu bildiğinden, mecazdan hakikate geçer; ilâhî güzelliği, yani cemâlullahı özler; ancak dünya gözü ile bu, mümkün değildir. Bu yüzden “çeşm-i intizâr” tabirini kullanıyor. Eğer kişinin gönül penceresi cennete bakıyorsa bulunduğu yerin külhan olması onu rahatsız etmez, üzmez. Ârif, güzel görür, güzel düşünür bulunduğu yer hakettiği gibi değilse bile umursamaz. Sonunda cennet ve rü’yet (İlahî güzelliği görme) olan bir bekleyiş için mekânın ne önemi var! Yeter ki pencere cennete açılsın. Bir hadis-i şerif’e göre rü’yet, cennet zevklerini bile unutturacak güzelliktedir. Bin sene cennet hayatı bir rü’yet-i ilâhîye anına bedel değildir. Nailî, hangi tarafta olduğunu da açıkça söylemekten çekinmiyor:

Bî-zâd-ı reh bulun taraf-ı Hak’da ey Nâ’ilî
Versin hevâya bâd-ı fenâ hırmenin dahi

Ey Nâilî! Yol azığı (düşüncesi) olmaksızın Allah tarafında bulun; (bırak) yokluk rüzgârı harmanını havaya savursun.”

Şair, altı beyit boyunca muhatapla konuşurken son beyitte bize kendisiyle hasbihal ettiğini, sözlerinin ilk muhatabının kendisi olduğunu açıklayıveriyor. Allah yolunda azık kaygısı taşıma diyor. Varsın yokluk rüzgârı harmanını savursun, tanelerini uçursun. Malın mülkün, servetin olmasın ne çıkar sen Hak tarafını seç, o yola gir. Yani maddî varlığından arın. Hz. İsa’yı bir iğne yolundan alıkoydu. Sen de dünya varlığından, mâsivâ kirlerinden arın. Sadece Allah rızasını gözet. Vücudunu, Mûcid’ine feda et. O zaman ebedi bir vücut, sonsuz bir varlık bulursun, demek istiyor. Allah’ın dostluğunu, hoşnutluğunu kazanan için başka ödüle ihtiyaç var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.