Âlemin Özü Olan Âdem Olmak

Kâinat ağacının; ruh, kalp ve akıl sahibi meyvesi olarak yaratılan insan, varlıkların en şereflisi olmak gibi bir değere sahiptir. Evrenin özü, özeti ve neticesi olması, sorumluluğunu ve kendisini var edene karşı yükümlülüğünü arttırmıştır. İnsanın değeri maddi varlığından, makamından değil Yaratan tarafından muhatap alınmasından ileri gelmektedir. Büyük bir kimsenin çocuğu olmak bir değer ifade etmez. Falanın filanın oğlu ya da kızı olmanın bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Allah, yeryüzünde halife olarak yaratmış ve omuzlarına dağların ve diğer varlıkların çekindikleri emaneti yüklemiştir. Ebucehil olmakla Ebubekir olmak arasında tercih yapma sınavıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Önemli olan, Nev’î’nin de ifade ettiği gibi “adam gibi adam” olmaktır:

Nev’iyâ lâzım degül olmak fülân ibni fülân
Ma’rifet kesbiyle tek bir âdem ol adam gibi

Ey Nev’î, falan oğlu falan olmak lazım değil; (gereken) marifet kazanarak sadece adam gibi bir adam ol.

Söylenişi kolay gibi olsa da “adam gibi adam” olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Varlık ağacının bu son meyvesinin karşısında çetin engeller, aşılması gereken zor vadiler, geçitler ve dağlar vardır. İnsan, ömrü boyunca adam olma mücadelesi içinde sayısız imtihanlara tabi tutulur, insanlığı türlü vesilelerle sınanır. Yolculuğunu yüz akıyla tamamlayabilirse özünde derç edilen programı hayata geçirebilirse adam olur, aksi takdirde Kâmî’nin ifadesiyle bir taştan, hayatının mezarı başında bir taştan farkı kalmaz.

Zâtında âdemiyyeti sencîde olmayan
Nâm-âver olsa farkı ne seng-i mezâr ile

Kişiliğinde adamlığı tartılmayan / ölçülmeyen, ünlü olsa da mezar taşı ile ne farkı var!

Üzerinde durulması gereken husus insanlık yolunda kişinin gösterdiği başarıdır. Başkalarının emeğine çöküp, omuzlarına basarak yüksek mevkilere çıkanın, yaratılış gayesini unutanın, cansız varlıklardan bir farkı olabilir mi? Makam, rütbe insanı adam etmez, adama bir değer katmaz. Önemli olan kişinin geldiği makama insan olarak değer katması değil mi?

İnsan tek başına yaşayamaz, yaşamaya çalışsa da mutlu olamaz; zira hayat çevresiyle, yakınları, dostları ile bir anlam ifade eder. Fert olarak çok zengin bir donanımla yaratılan insanın kendini idrak edebilmesi için hemcinslerine ihtiyacı vardır. Âdemoğlunun “adam” olabilmesi Üsküdarlı Fanî’nin dediği gibi sosyal çevresine, yani başka insanlarla olan ilişkilerine bağlıdır. Kişi, adam gibi adamı bulup her nefes beraber olunacak, erdemleriyle boyanacak ve ona benzemeye çalışacak, isminin gereğine mazhar olacaktır:

Âdemi bil Âdemi bul Âdem ol
Her nefesde Âdem ile hem-dem ol

Âdemi tanı, âdemi bul âdem ol öğüdü ile başlar. Kelimenin bütün anlamlarıyla insan olma vasfını kazanan birini görünce ondan ayrılmamayı tavsiye eder. Demek ister ki âdem heykeli görünümündeki her varlık âdem değildir. Her nefes birlikte bulunulacak “âdem”in özelliklerini Eşrefoğlu Rûmî’den dinleyelim:

Gerkse zâhid ü âbid ol Eşrefoğlu Rûmî sen
Çü vâsıl olmadın Hakk'a yazılmaz adın insâne

Eşrefoğlu Rumî sen, istersen zahit ve âbid ol (günahlardan kaçınan ve çok ibadet eden) ol; eğer Hakk’a ulaşamazsan adın insan (diye) yazılmaz.

Eşrefoğlu adam olmanın şartını Hakk’a ulaşmaya bağlıyor. Yaratılışın amacı da aslında bu değil mi? İnsanın donatıldığı mana bütünü hakka varmaya, Hakk’a ulaşmaya ayarlanmış, başka deyişle programlanmıştır. Bu programın temeli güzel ahlâktan gelir. Varlığı gül bahçesi istiaresi ile anlatan Behiştî, insanı güle benzetir:

Gülzâr-ı vücûduŋ gül-i handânıdur insân
Bûy-ı hoş aŋa hulk-ı hasen reng aŋa ‘irfân

Varlık gül bahçesinin açmış güzel ahlak’ın koku, irfanın kendisine renk olduğu gülü insandır.

Güzel ahlâkı olmayan, irfandan nasibi olmayan, ya da yaratılışında var olan bu değerleri kendi olumsuz tercihiyle imha eden kişi kokusuz güle benzemez mi? Kişi kendisine ezelde bahşedilen programa uygun hareket etmez de mahiyetini unutursa, insan ismine layık olamaz der Tokatlı Kânî:

Fark itmeyen insân ne dimek oldıgın eyvah
Hayvân gelecekdür yine hayvân gidecekdür

Eyvah, insan (kelimesinin) ne demek olduğunu fark etmeyen (dünyaya) hayvan gelecektir, yine hayvan gidecektir.

Kânî’nin sözleri çok ağır, yenilir yutulur cinsten değil ama günümüzde haberlere yansıyan “insan” görünümlü canavarların sınır tanımaz cinayetlerine tanık olunca bu sözler çok hafif kalıyor.

İnsan âlemin özü, yaratılışı; eski bir ifadeyle zübde-i âlem, âlem-i kübrâdır. Kâinattaki her varlıktan izler, işaretler, örnekler taşır. Yaratanın muhatap aldığı şuur sahibi bir varlık. Değeri kadar sorumluluğu da vardır denilmiş. Ona sınırlı da olsa ilim verilmiştir; kendisini bilsin, yaratanı tanısın, inansın diye. Urfalı Nâbî, yaratılışın ana gayesi olan insanı aşağıdaki beyitte bakın nasıl tanımlıyor?

İllet-i gâiyyeyiz ma’nen takaddüm bizdedir
Âdemiz âlemden ey Nâbî muahhar gelmişiz

Ey Nâbî, biz insanız, âlemdeki her şeyden sonra gelmişiz (ama) yaratılış gayesiyiz, manevi olarak öncelik bizdedir.”

Kâinat ağacının bilinçli meyvesi olan insan, ağaç ve meyve örneğinde olduğu gibi diğer varlıklardan sonra yaratılmıştır; Ağaçtan amaç meyvedir. Evrenin yaratılmasından amaç ise insandır. İnsanın en son yaratılmış olması sonradan öncelik hakkını ortadan kaldırmaz. İnsansız bir dünya çok anlamsız ve yavan olurdu değil mi? İnsana yüklenen yüce emanet hatırlanacak olursa şairin ne denli haklı olduğu rahatça anlaşılır. Şeyh Gâlib, yaratılış programını harekete geçiren insanı ne güzel tasvir etmiş:

Kadr-ı dürr ü gevheri âlem bilir
Ademi ammâ yine âdem bilir

İnci ve elmasın (mücevherin) değerini herkes bilir fakat insanı yine insan bilir tanır.

Yukarıdaki beyit, emanete sadakat gösteren, “insan” kavramının muhtevasına uygun davrananları güzel anlatmıyor mu? Şöyle bir soru da akla gelmiyor değil: Atılmış olduğu hayat meydanında kendisine emanet edilen hazineyi amacı dışında kullananlar için bu övgü dolu sözler söylenebilir mi? Hayâlî Bey sermayesini çarçur edenleri kuru bir daldan daha hakir görür ki yerden göğe kadar haklıdır:

Bir kuru şâhdan alçak durur ol âdem kim
Nakd-i ömrü var iken etmeye envâ-ı kerem

Ömür sermayesi varken (onu) türlü cömertlikler yapmayan adam bir kuru ağaç dalından daha alçaktır.

Şairin sözleri birdenbire patlayan tokat gibi; sert, acımasız, iç acıtıcı. Neden, çünkü gerçek acımasızdır. Nâbî de Hayâlî’ye hak vererek emaneti hakiki sahibinin rızası doğrultusunda kullanmayan, çıkarının esiri olmuş kişiler için çok ağır ifadeler kullanır. Şairin kendi zamanı için söylediğinin daha fazlası bugün için geçerlidir:

Yok bî-garaz mu’amele ehl-i zamânede
Kimse ibâdet etmez idi cennet olmasa

Devrin insanında garazsız (bir çıkar olmadan) muamele, davranış yoktur; eğer (karşılığında) cennet olmasa kimse ibadet etmezdi.”

Fertlerin sadece kendi çıkarlarını gözetmelerinden yakınan şair Allah rızası için eda edilmesi gereken ibadetin Cennet kazanmaya alet edilmesini anlayamadığını ifade etmeye çalışıyor. Görünüşte masum bir amaçmış gibi görünse de ârifler katında ibadet sadece emredildiği için yapılır ve Allah rızasından başka bir amaç güdülmez. Zaten ömür ibadetle geçirilse bile verilen nimetlerin şükrü edilmiş olmaz. Kaldı ki cennet Allah’ın lütfundandır. Şair, insanların içine düştükleri çıkar girdabının dehşetini masum gibi görünen bir amaç çerçevesinde gösteriyor. Nâbî’nin, çıkarlarına tutsak olmuş insandan yakınmaları yüreğe taş gibi oturan cinstendir:

Degildir zâta mâ’il halk mâl u câhadır rağbet
Dıraht etrafına kimse tolaşmaz bârdan sonra

Kimse insanın kişiliğine eğilim göstermez, rağbet mal ve makamadır; kimse meyve (zamanından)den sonra ağacın etrafını dolaşmaz.”

Nâbî’nin sözleri her çağda geçerli olan bir ilkenin ifadesi aslında. İktidar ve ikbal zamanlarında devletlilerin etrafını saranlar, düşüş zamanlarından birdenbire ortadan yok olurlar. Mevki sahiplerinin bu beyti karşılarında, sürekli görebilecekleri bir yere asmaları gerekir. Yaltaklanmalar, iltifatlar, arz-ı huluslar makamla sınırlıdır. Kimse mevki ve servet sahibinin kişisel olgunluğuna, erdemine bakmaz.

Taşlıcalı Yahya sözü ne diye uzatıyorsun der gibi asırlar ötesinden kulağıma fısıldıyor:

Âdem oğlı 'âleme ‘uryân gelür uryân gider
Nâle vü efgân ile giryân gelür giryân gider

Âdemoğlu dünyaya çıplak gelir çıplak gider. Feryat ve figan ile gelir feryat ve figanla gider.

Bir beyitle sayfalar doldurabilecek bir hikmeti sözlü olarak dile getiren şairin sözü üzerine söz olmaz, bilirim fakat Şeyh Gâlib’in insana insanlığının değerini hatırlatan beyti olmasa yazı çok eksik kalacak:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Kendine iyi bak! Sen âlemin özüsün. Âlemlerin gözbebeği olan insansın sen.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum