Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Tevazu, Uhuvvet ve Uhrevi Kazanç (1)

Gurur, hodfuruşluk ve tekebbür ile hizmet arkadaşları arasında bulunmak ve onları bu şekilde incitecek davranışlar göstermek, uhrevi meyveleri dünyada yemek anlamına gelen böyle bir yola başvurmak, Nur hizmetinin en büyük hususiyetleri olan “ihlâs” ve “istiğna” hasletlerini yerle bir etmek anlamına gelmektedir. Bu yola başvurmak ve bunu “hizmet ancak bu şekilde benim ve benim istediklerimle olabilir” gibi masum görünen bir gerekçe ile açıklamaya çalışmak, cemaatin kolektif vicdanına ve tercihine ipotek koymak ve güvenmemek anlamına gelmektedir.

Ahir zaman fitnesinin en büyük tahribatlarından bir tanesi de, dostlukları zayıflatması ve yok etmesidir. Her şey menfaat üzerine dönmektedir. Eneler kabarmış, nemrutlar ve firavunlar çoğalmıştır. Deccaliyet, herkese enaniyet itibariyle bir nevi imtiyaz ve ilahlık verme üzerine kurulmuş bir şer, tahrip ve küfür mesleğidir.,

Sosyal hayatın geniş dairelerinde bu manadaki yaklaşımlara çok sık olarak rastlamak mümkündür. En dehşetli diktatörleri ve müstebitleri bağrından çıkaran ahir zaman fitnesi, yüz milyonlarca mazlum ve masum insanın perişan edildiği dehşetli tertiplere, katliamlara ve tuzaklara sahne olmuştur.

İki Cihan güneşi olan Resul-ü Ekrem (asv), herhangi bir meclise geldiğinde, nereyi boş bulursa oraya oturur ve insanların yerlerinden kalkarak, kendisine yer vermesine müsaade etmezdi. Hatta Peygamber Efendimiz’i (asv) tanımayan birisi O’nun bulunduğu meclise geldiğinde, “hanginiz Abdullah oğlu Muhammed’tir” (asv) diye sorar ve bu şekilde kendisini tanırdı.

Risale-i Nur mesleği tevazu, mahviyet, istiğna ve uhuvvet üzerine kurulmuş, Nur talebeleri arasında bu önemli hususiyetler, vazgeçilmez hasletler arasındaki yerini almıştır. Siyasi ve dünyevi bir organizasyon olmayan, ancak ve ancak gönüllü bir birliktelik olarak ihlâs esası üzerine kurulmuş bulunan, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin bütün hayatı boyunca bunu nefsinde ve hayatında en iyi şekilde yaşayarak gösterdiği bu Kur’ani yol, tekebbür, tasannu, şöhret hırsı ve makam sevgisi içinde hareket eden insanları bünyesinde barındırmaz, manevi şirketin dışına bir şekilde atar.

“Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder. Risale-i Nur şakirtleri, ene’yi, nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevisinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarikatın fenâfi’ş-şeyh, fenâfi’r-resul ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de fenâfi’l-ihvan, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı maneviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtulurlar.”

(Kastamonu Lahikası, sayfa;141)

Şöhret hırsı, asrımızın en fazla tebarüz eden hastalıklarının başında gelmektedir. İnsanlar, kendilerinden bahsettirmek için her türlü vasıtaya başvurmaktadırlar. Bu talep ve hırs, karşılık buldukça çoğalmakta, bir kısır döngü içinde hızını zaman geçtikçe arttırmakta ve neticede felaketlere yol açmaktadır. Makam sahibi olmak, çevresine ve arkadaşlarına üstünlük sağlayarak onlardan farklı görünmek için, bu hastalığa yakalanan insanlar her vesileyi kullanmaktadır. İnsanlar hak etmedikleri bir iltifat ve önem görme peşinde koşarak, bunun için her tavizi vermeyi göze almaktadırlar. Bu riyakâr hislerle manevi hayatını kirleten insanlarda, manevi duygular ve hisler giderek etkisizleşmekte ve kaybolmaktadır.

Asırların nefreti bu asırda kusulmuş, kin, husumet ve canavarlık duyguları ile en fazla kan, bu asırda dökülmüştür. Teknoloji ve bilim de maalesef, bu şen’i ve hunhar duygulara hizmetkâr edilmiştir.

Bu zalimane yaklaşım tarzı; en üst idarecilerden, en alt idarecilere kadar kendi çapında yayılma istidadı göstermiş, bu dehşetli Nemrudi tavırdan devlet yönetimi başta olmak üzere, eğitim, ticaret ve aile hayatı büyük ölçüde zarar görmüştür.

Eğitimde, manevi hayatta ve insani duygularda dejenerasyonu ve ruhsuzlaştırmayı hedef alan komünizm; sermaye ve ticarette tekelleşmeyi amaç edinen kapitalizm ve hepsinin en iğrenç taraflarının bir sentezi olan süfyanizm, bu menfur düşüncenin meş’um veletleri olarak faaliyetlerini icra etmeye yirminci yüzyıl ile birlikte başlamışlardır.

Bu noktada dine hizmet eden insanların çok dikkatli olması ve her daim teyakkuz halinde olmaları gerekmektedir. Enaniyet, makam sahibi olmak, hükmetmek isteği tıpkı bir bulaşıcı hastalık gibidir. Dünyevileşme salgını bu noktada az veya çok herkesi etkileme potansiyeli ve riskini içerdiği için, herkesin azami dikkat, azami ihtiyat, azami teyakkuz içerisinde olması lazım ve elzemdir.

Enaniyet ile izzeti karıştırarak dine hizmet ettiğini zanneden insanlara rastlamak mümkündür. Allah adına bir hizmette bulunan ve bir makama oturan insanlar, bir müddet sonra şahs-ı manevinin hakkı olan makamın esiri olup, kendilerine verilen emaneti kendi öz malları olarak görerek, nefis adına hükmetme tuzağına düşebilirler. Ve bunu şeytanın ve nefsin hilesi neticesinde, Allah için yaptıkları zehabına da kapılabilirler. Hatta bu yola girmiş insanlar, kendilerini hatasız olarak görüp, bazı insanları da bu yanlışa inandırabilirler.

Bu manaların emarelerini anlamak çok da zor değildir. Dine hizmet eden bazı zatlar, bir müddet sonra kendilerini dokunulmaz ve tenkit edilmez olarak görmeye başlıyorlar. Herkesi kendilerine tabi ve mecbur bir vaziyette görme yanlışlığına düşüyorlar. İşte bu nokta çok önemli ve çok tehlikeli bir noktaya gelindiğinin işaretidir.

Etraflarını bu yanlış manalara ve düşüncelere hizmet eden birkaç kişi de çevirince, tehlike her geçen gün daha da artmaktadır. Etraftaki bu insanların bir kısmı saflıklarından, bir kısmı da menfaatleri gereği böyle yanlış bir tutum ve “kralcı” vaziyeti takınıyorlar. Bu menfaat, her zaman maddi bir menfaat de olmayabilir.

Bu tür insanlar bulundukları mevki ve makamda sahip oldukları “kralcık” konum ve yetkilerini kaybetmemek için, hizmeti ve istikameti kendileri ile kaim görme vartasına düşebilirler. Hatta her şeyi göze alarak “kral çıplak” diyebilen hamiyet ehlini “ihanet” ile de suçlayabilirler.

Bu noktada “kralcı” vaziyeti takınanlar; kendilerini kandırmak, başkalarını ikna etmek, kendi vicdan azaplarının da bir nebze de olsun önüne geçebilmek için; büyük yanlışları engellemek maksadıyla böyle davrandıkları düşüncesini ifade edebilirler. Oysa bu gibi şahıslar, bir yanlışın önüne geçemedikleri gibi, kendileri de zamanla ve fiili olarak duruşları neticesinde, bir büyük yanlışın parçası haline gelirler.

Etrafa dikkatlice bakıldığı zaman, ahir zamanın dindar cenahtaki en büyük tehlikelerinden birisinin de bu olduğu hemen anlaşılacaktır. Çünkü şeyh ve lider vaziyetini takınan ve enaniyetine mağlup olan bazı şahıslar, hiç kimsenin temayüz etmesini istemezler.

Sürekli ve farklı bahaneler ve imdat çığlıkları ile kendi etraflarında bir “sur” oluştururlar. Bu noktadan sonra artık hizmetin terakki ve tekâmülü önemli değildir. Onlar için önemli olan büyük tehlikenin bertaraf edilmesidir. Bu büyük tehlike de, kendilerine tabi olmayıp, yanlışlarını söyleme faziletini gösterebilen hizmet arkadaşlarıdır. Terakki ve tekâmül ise zaten arkasından gelecektir. Fakat o terakki ve tekâmül hiçbir zaman gelmez. Oysa Üstad Said Nursi, bazı hamiyet sahibi insanlarda var olan tahrip melekesine işaret etmekte ve şöyle demektedir:

“Bazı ehl-i gayret ve hamiyette, meyl-i tahrip meleke olmuş, tamire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tamir ise, eskisine bir derece meyil ile istidatları pek müsait değildir. Demek bize bir nesl-i cedit lazımdır.”

(Münazarat, sayfa, 96)

Bu kişiler kendilerini haklı göstermek için bazı bahanelerin arkasına sığınmak konusunda da çok ustadırlar. Her vesile ve her mecliste hem kendileri ve hem de kendi propagandalarını yaptırdıkları kişilere “kemiyet” ve “keyfiyet” meselesini hatırlatırlar. Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği gerekçe ve izah ile hiçbir alakası olmayan cerbeze ve tevillerle, kendi zaaflarını ve hezimetlerini bu masum söylemin arkasında gizlemeye çalışırlar.

Bir sonraki yazımızda, bu önemli konuya devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum