
Abdulkadir Menek
Dünden Bugüne Suriye (8)
önceki yazı:
Arap Baharı ile birlikte 2011 yılında Suriye’de başlayan hak ve hukuk arayışları, istibdattan kurtularak hür bir ortamda yaşama talepleri tam on üç yıl sürdü. Ülkenin güneyindeki Dera ilinde bir grup öğrencinin 15 Mart 2011'de okul duvarına, "Ey doktor (Beşar Esed) şimdi sıra sana geldi" yazmasıyla başlayan halk ayaklanması, zaman geçtikçe yerini dinmeyen kan ve gözyaşına bıraktı. Duvarlara yazı yazdıkları gerekçesiyle çok sayıda çocuk ve genç gözaltına alınarak işkencelere tabi tutuldu. Bu tutuklamaları protesto etmek amacıyla Şam, Halep ve Dera başta olmak üzere birçok şehirde gösteriler yapılmaya başlandı. Bu gösteriler sırasında halka ateş açıldı. Binlerce insan öldü. Buna karşılık olarak silahlı kuvvetlere mensup yüzlerce kişi öldürüldü. Baas zulmüne karşı başlatılan bu ayaklanma bütün ülke sathına yayıldı. Güvenlik güçlerinin zulüm ve katliamları şiddetlenerek ülkeyi tam bir kaos ve cehenneme çevirmeye başladı. Her geçen gün güvenlik güçlerinin baskı ve tutuklamaları arttıkça, buna tepki olarak yapılan gösterilerinin dozu ile birlikte katılım da artmaya başladı. Cenaze törenleri halkın büyük gösterilerine sahne oldu. Bu süre zarfında ilk zamanlarda biraz toleranslı davranan yönetim ve onlara bağlı güvenlik güçleri, her geçen gün tutumlarını daha da sertleştirmeye devam ettiler.
Bunun ile birlikte daha önceki yıllarda kurulan ve aktif bir şekilde kullanılan Sednaya ve benzeri işkence ve zulüm yuvalarına, kapasitelerinin çok çok üzerinde bir yoğunlukla masum ve mazlum insanlar doldurulmaya başlandı. Bu süre zarfında buralarda yaşanan büyük insani suçları, zulümleri, işkenceleri, hak ve hukuk ihlallerini tam anlamıyla aktarabilmek elbette imkânsızdır. Çünkü bunların çok büyük bir çoğunluğu bu kalın duvarların arasında hapsoldu, kaybettirildi ve dışarıya hiç yansımadı. Yansıyan olaylar ise, ancak devede kulak mesabesinde olabilir.
13 yıllık iç savaşın bilançosunu tam ve eksiksiz olarak aktarmak imkânı da maalesef bu zulüm koridorları sebebiyle mümkün değildir. Ancak çeşitli kaynaklar tarafından aktarılan bazı rakamlara baktığımızda, bu iç savaşın çok büyük insani dramlara ve hak ihlallerine neden olduğunu çok rahat bir şekilde ve tereddütsüz olarak ifade edebiliriz.
Bu süre zarfında bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Bunların bir kısmı Esed’in bombaları altında ve askerleri tarafından öldürüldü. Önemli bir kısmı hapishanelerde idam edilerek, işkenceler sonucu, açlık veya hastalık sebebiyle hayatını kaybetti. Ve bunların önemli bir kısmından hiç haber alınamadı. Bir kısmı göç yollarında, yaşadıkları kaza ve insanlık dışı muameleler sonucu hayatını kaybetti. Sığındıkları kamplarda ve çok kötü hayat şartları karşısında hayatını kaybeden insanların sayısını da tahmin edebilmek mümkün değildir.
8 Aralık 2024 tarihine, yani Suriye iç savaşının hak ve hürriyet cenahı için zaferle sonuçlanıncaya kadar, milyonlarca insan ülke içinde veya komşu ülkelerin hemen sınır bölgelerinde, kendi evlerinden ayrı ve memleketlerinden uzak bir şekilde, çadırlarda ve çok kötü ve olumsuz hayat şartlarında, temel ihtiyaç ve haklardan mahrum bir halde yaşamaya devam ediyordu. Bu dramın hemen kısa bir süre içerisinde düzeltilebilmesi de mümkün değildir. Çünkü bu insanların terk ettikleri evleri, mahalleleri ve köyleri, Esed güçleri tarafından, Rusya ve İran’ın da desteği ile bombardıman sonucu yerle bir edildi.
BM’nin raporlarına da yansıyan rakamlara göre, Suriye’de yaşayan insanların yarısından fazlası mülteci durumuna düşmüştür. On milyon kadar insan da bir şekilde yol bularak ülke dışına çıkmıştır. Ülke dışına kaçan insanların yaşadıkları insanı dramları anlatabilmek mümkün olmadığı da elbette takdir edilir. Bu ülkeler arasında elbette Türkiye’ye çok ayrı bir sayfa açmak gerekir. Tahrik ve provokasyon gayretlerine kadar uzanan bazı kışkırtma ve çalışmalara rağmen, hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, her hal ve her şartta, siyası olarak bazı büyük riskleri de göze alarak, komşuluk hakkını en iyi şekilde gözeterek ve Ensar ruhu ile hareket edip bu mazlum insanlara sahip çıkmaya devam etti. Vatandaşlarımızın çok büyük bir çoğunluğu da yapılan tahriklere kapılmayarak ve provokasyon söylemlerine hiç aldırmayarak mümince ve insanca tavırlarını sonuna kadar sürdürdüler. Bu elbette tarihin altın sayfaları arasında yerini almayı hak edecek kadar asil ve ulvi bir tavır olarak kayıtlara geçmiştir.
BM’nin raporlarına göre Suriye’ye komşu bölge ülkeleri tarafından kabul edilen mülteci sayısı 6 milyon civarındadır. Bu ülkeler içinde Türkiye 3 milyon 744 bin 926 kişiyle en fazla Suriyeli mülteciyi barındıran ülke konumunda olmuştur. Sonraki yıllarda bunlardan bir kısmı geri dönmüş ve fırsat bulan bir kısmı da başka ülkelere sığınmıştır. Lübnan bir milyon civarında, Ürdün 700 bin, Irak 250 bin ve Mısır 200 bin civarında Suriye’li mülteciye kapılarını açmıştır. Fırsat ve imkân bulan bazı Suriye’liler çeşitli yolları kullanarak bazı Avrupa ülkelerine kaçmıştır. Bunların bir kısmı sınır dışı edilmiş ve önemli bir kısmına da iltica imkânı tanınmıştır. Avrupa’da en fazla Suriye’li mülteci kabul eden ülke bir milyon kişiyi ev sahipliği eden Almanya olmuştur. İsveç’te 140 bin, Avusturya’da ise 50 bin, Fransa’da 50 bin, Norveç’te 40 bin, Danimarka’da 40 bin ve Kuzey Amerika’da 150 civarında Suriye’li mülteci bulunmaktadır. Kuzey Afrika ülkelerine sığınan Suriye’li mülteci sayısı 150 bin civarındadır. Diğer ülkelerde de farklı sayılarda Suriye’li mülteci bulunmaktadır.
Ülke içinde memleketlerinden ayrılıp bir şekilde hayata tutunmaya çalışan 7 milyon civarında insanın büyük bir çoğunluğu, ülkenin kuzey batı bölgelerinde, Özgür Suriye Ordusunun kontrolü altında bulunan bölgelerde, çok olumsuz şartlarda ve çadırlarda uzun yıllardan beridir yaşama devam ediyorlar. Geçen yıl bu bölgelere, bazı sivil toplum temsilcileri ile birlikte yaptığımız bir gezi sırasında, Azez ve Afrin bölgelerinde kurulan çadır kamplarda, çok zor şartlar altında yaşayan insanları ziyaret etmiş ve bu büyük dramı bizzat müşahede etmiştik. Bu insanlar her türlü hayat standartlarından, temel geçim kaynaklarından, sağlık hizmetlerinden mahrum bir şekilde, çok zor şartlar altında kendilerine ulaştırılan çok yetersiz gıda maddeleri ile ve eğitimden yoksun bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
Bu kamplarda sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimin yanı sıra gıdaya ve temiz suya erişim imkânları da oldukça sınırlıdır. Hijyenden, güvenlikten ve birçok temel ihtiyaçlardan yoksun olan mülteciler, soğuk kış günlerinde ısınma ve barınma problemleriyle mücadele etmektedir. Eğitimden mahrum olan çocuk sayısının 2,5 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu büyük tahribat ve yıkım sonucu, Suriye nüfusunun % 70’ten fazlası insani yardıma muhtaç bir şekilde ve çok olumsuz şartlarda yaşamaya devam ediyor.
Bu büyük dramatik tabloyu BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, “2023’te de Suriye halkı büyük bir karmaşa ve neredeyse hayal edilemeyecek ölçekte derin bir insani, siyasi, askerî, güvenlik, ekonomik ve insan hakları krizi içerisine sıkışıp kalmıştır.” sözleri ile ifade etmeye çalışmıştır. Kuzey-Batı Suriye’de, bu şekilde ayakta kalmaya çalışan insanların % 95’ten fazlası aşırı yoksulluk içinde, kendilerine uzanacak yardım ellerini bekliyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.