Maruf Özülkü
Büyük olsun herkesin olsun
Manevi hizmetlerin kendine özgü yapısı vardır. Şevk-motivasyon, niyet-amaç ve mükafat-karşılık unsurları birbirine benzer gözükse de anlam olarak muhteva olarak farklıdır.
Ancak sanayi toplumlarının daha çok üretim daha çok kazanma hırsıyla geliştirdikleri işletmecilik çabaları ile siyasal liberalizmin geliştirdiği "bireysel"ci ve şımarıklığa karşılık gelen "özgüven"ciliği manevi hizmetlerde bulunan insanlarda da kafa karışıklığına yol açmaktadır.
Bu hizmetlerin temelinde, tamamen manevi olan ve amacı Allah rızası olan karşılığı ise, Sebe Suresinin 47. Ayetinde geçen "inecriya illa el Allah" yani "ücretimi ancak Allah'tan alırım" gerçekliği vardır. Bu aşındığı yada kaybedildiği zaman içerik boşalmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi, "Mühim ve müthiş bir sual" diye değerlendirdiği soruyu cevaplarken önemli tespitlerde bulunur.
Soru şudur:
"Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?"
Özetle, neden dine hizmet edenler birlik olamıyorlar da diğer insanlar sıradan dünya işleri yapanlar veya dalalet gaflette bulunanlar birlik olabiliyorlar. Oysa birlik ve dirlik en çok dindarların hakkı değil midir?
Bu soru dünün sorusu olduğu kadar bugünün de en temel sorusudur muhtemelen yarının da gündem maddesidir.
Üstadın verdiği cevap yedi sebepten oluşur. Mevzumuzu kapsayan kısmı ise ilk cümlelerdir.
"Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikattarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mektep gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzaheme ve münakaşayı ve rekabeti intâc edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler."
(Risale-i Nur Külliyatı. BSN.Lem’alar.Yirminci Lem’a)
Burada manevi merkezli alanların dışında faaliyet gösterenlerin yapısı işleyişi hiyerarşik düzeni, sınıfsal oluşumu ve makam mevki durumları yani organizasyonu bu dünyada belirlenmiştir. Her şey tayin edilmiştir. Ancak dine hizmet edenlerin durumu ise farklıdır. Kimin doğru, kimin üstün ve kimin en makbul olduğu hususunun tam açıklığa kavuşacağı yer burası değildir.
O işlerin neticesi dünyevî değil uhrevîdir. Ehli dünyanın ittifakının zilletinden olduğunu ehli diyanetin ihtilafının ise izzetinden olduğunu beyan eder. Bu nedenle ikisinin birbiriyle mukayesesi doğru olmadığını kaydeder.
Bu tespite rağmen zaman zaman ehl-i diyanetin de bunu farklı yorumlayıp manevi hizmetleri diğer seküler oluşum ve uğraşlara benzetme çabalarına başvurduğunu görebilmekteyiz.
Cemaat ve benzeri oluşumları şirket gibi yönetme, hiyerarşik düzenleme ile ast üst ilişkileri kurma ve makamlar mevkiler ihdas ederek kurumsallaşma gibi gayretler çoğu kez iyi niyetle ve hizmet hamlesi olarak öne sürülmektedir.
Özellikle kişisel gelişim öğretilerinin ölçme yönetme ve şekillendirme kavramlarıyla bu alanları profesyonelleştirme daha doğrusu ruhsuzlaştırma çabaları başlamaktadır.
Denilebilir ki kurumsallaşma ve aşırı organize olmanın mahzuru ne olabilir?
Birçok mahzurunun yanısıra en önemlisi dış etkilere açık hale getirilmesidir. Buraları dünyevi bir şirketin bir türevine dönüştürdüğünüz zaman dışarıda fırsat bekleyen zındıka komitelerinin müraî unsurlarına -çoğu kez farkında olmadan- alan açmaktasınızdır.
Dünyevi hizmetlerin kar ve zarar ölçütleri ölçülebilir, geliştirilebilir nesneler olmaktadır. Burada şevk unsuru reel başarı ve fazla kazançtır.
Manevi hizmetlerde bulunanların aşk şevk ve gayretlerinde temel saik Allah rızasıdır; ihlastır. Şevk dediğimiz olay burada üç adet bir-in yanyana gelmesiyle yüz on bir (111) olmakta, dört tane dört sırt sırta verdiğinde dörtbin dörtyüz kırk dört (4444) olmaktadır. Oysa dünyevî işlerde iki kere iki zam yoksa devalüasyon yoksa hep dörttür. Bereket feyiz ve keramet din orjinli çarpıcı manevi kazançlardır.
Bir diğer husus da, bu davranışların farklı mizaç ve meşrepteki insanların tek tipleştirilmesi meselesidir. Organizasyonun dışına çıkmak söz konusu göreceli ölçülerin dışına çıkmanın abartılı yaklaşımlarla ihanet biçiminde yorumlanma tehlikesidir.
Bakınız muhterem Üstad daha o günlerde endişesini nasıl ifade etmektedir:
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Birden ruhuma gelmiş bir endişeyi beyan ediyorum.
Ehl-i dalâlet, Risale-i Nur’un elmas kılıçlarına mukabele edemedikleri için, şakirtleri içinde, derd-i maişet cihetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek, meşrepler veya hissiyatları muhalefetinden zayıf damarları bulup, şakirtleri içindeki tesanüdü sarsmak istediklerini hissettim ve anladım. Sakın, çok dikkat ediniz, içinize bir mübayenet düşmesin. İnsan hatadan hâli olamaz; fakat tevbe kapısı açıktır.
Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: "Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir" deyip nefsinizi susturunuz. Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.
Umum kardeşlerimize birer birer selam ederiz.
(Risale-i Nur Külliyatı. BSN. Kastamonu Lahikası)
Bediüzzaman'ın hayattayken kasıtlı olarak siyasetçilik ve cemiyetçilikle sık sık suçlanması ve buna karşın cevap verirken sergilediği net kesin ve açık karşı duruşu dikkat çekicidir.
Evet bugün geldiğimiz noktada Bediüzzaman'ın telif ettiği Nur Risalelerinin sadece Nur talebelerinin sahiplendiği değerler değil, tüm ümmetin sahiplenmesi ve duru sahih ve yeni bir bakışla okuyup refere ettiği kaynaklar olduğu hususunda tavır beklenmektedir. Bunu temin etmenin yolu "küçük olsun benim olsun"cu, yada tekelci, tasnifçi veya ötekileştirici yaklaşımlar değildir.
Eserler ümmetin bahtını açsın gözünü açsın gönlünü ferah etsin de varsın benim grubum kliğim alanım geride dursun.
Yani belki de bize düşen temel görev; kişisel eneden kurtulmak olduğu kadar, grupsal-cemaatsel egolardan kurtulmak meselesidir.
Buradan bakınca manevi hizmetlere dört duvar örmek, çatı kurmak yerine tüm İslam efkar-ı ammesini içine alan ve ardından tüm insanlığa hitap eden yeni idraklere uygun İslam çağrısını halen ve kalen ortaya koyma ihtiyacı en önemli mesele olarak durmaktadır.
Belki de, hizmetlere bir açıdan fütur verdiren bir açıdan da mensuplarına durum analizi için fırsat veren meşum hadiselerin verdiği tahribat sürecinin ardından ders çıkarma zamanıdır.
Belki de cemiyetçilik siyasetçilik ve kadroculuk virüslerine karşın sağlam sahih ve ajandasız bir telifatın neşriyatın ve yeni bir manevi inkişafın arefesindeyizdir.
Asr-ı saadet asaleti, sadakati ve istikametiyle yeni bir eylem zamanıdır.
Dar hesaplar küçük kavgalar ve minyatür kale sistemlerle oyalanırsak çağın da gerisinde kalırız, olacakların da. Hayırlı gelişmeler de başkasına nasip olur.
Sesli düşündüm. Abarttığımı düşünüyorsanız saygı duyarım..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.