Raşit Duran
İnsanlık, İnsaniyetini Arıyor
Antik çağdan yükselen ses: “Kendini bil!” (Sokrat) Bu sesin çağımızda yankılanması: “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!” (Bediüzzaman) İnsan, kendini bilmez, tanımaz veya okumazsa? Çağın Mimarı, yukarıdaki sözünü şöyle tamamlıyor: “Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.” Câmid; ruhsuz, şuursuz, hissiz, sert ve katı madde. Taş ve toprak gibi. Böyle bir insanı tasavvur ve tahayyül bile edemeyiz.
Aradığımız; kendini insan bilen insan ve inancımızın ‘insaniyet-i kübra’sıdır. Kestirmeden söylersek; yitiğimizi, kaybetmekte olduğumuz insaniyetimizi arıyoruz.
Yunus’un kendini, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” ifadesiyle tanımlaması cismâniyete; bir başka halk ozanı ve âşık, Kaygusuz Abdal da bir başka zaviyeden bakıp;
“Bu âdem dedikleri
El ayakla baş değil
Âdem mânâya derler
Sûret ile kaş değil.” demesi maneviyata işaret ediyor.
Demek insan; cihazat-ı maddiye ile cihazat-ı maneviyenin tecessüm etmiş halidir.
Bir materyalist filozof da “İnsan, insanın kurdudur” demiş. (T. Hobbes) Hayat mücadele ve cidaldir yahut menfaat ve çıkardır diyenler için insan, elbette insanın kurdu olacaktır. Oysa aklın ve mantığın ve kalbin kabul edeceği gerçek ise, insanın kurdu, olsa olsa şeytandır. Hayata ve insana nereden, hangi pencereden baktığımıza bağlıdır bu mesele.
Kendini Arayan İnsan kitabında Rolla May, “Zannımca dünyanın en büyük ve en müthiş keşfi, insanın kendini keşfi olacaktır.” diyor. Bu keşifle, aynı zamanda, üç müthiş ve müşkül sualin de cevabı verilmiş olacaktır.
“Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır… Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana 'ene' namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar… Eğer onun hakiki mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi kâinat dahi açılır.” (Sözler) İnsan da küçük bir alemdir. Anahtarı elindedir.
Aynı kitapta Rollo May, “İyi toplum, insanına en fazla özgürlüğü veren toplumdur.” diyor. Yani, buna, insanının istidat ve kabiliyet, potansiyel ve becerisine en fazla katkıda bulunan toplumdur da diyebiliriz. Şartı: hürriyettir. Hürriyet ne isyandır ne isyankârlık ne de sorumsuzluktur. Tanımını dosdoğru yapmak koşuluyla, inanca has bir özelliktir. Hürriyeti ekmeğe tercih eden Bediüzzaman, ““Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” demiş; hürriyetin dosdoğru tanımını da yapmıştır: “Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine ne gayrine zararı dokunmasın.” Kısa, net, özlü, anlaşılır.
İnsanın kendini tanıma süreci, ‘beşikte’ başlayıp ‘mezarda’ bitecek bir çabayı gerektirir. Bu arayışın ve sürecin ipucu, şu Nebevi (as) beyanda verilmiş olsa gerektir. “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” Yunus da bu Nebevî (as) beyana adeta şerh düşmüş: “İlim, kendin bilmektir.” Men arefe gerçeği.
İşin sırrı, üç mühim sualin keşfinde; üç mühim sualin sırrı da insaniyet-i kübra olan İslâm’dadır. Arayan bulur yahut bulanlar, arayanlardır. Mesele; neyi, nerede, nasıl aradığımıza bağlıdır. Kaynak, memba önemlidir.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.