Abdulkadir Menek
Gürcistan, Tiflis ve Şeyh San’an Tepesi
Ahıska’dan sonra Gürcistan’ın içlerine, başkent Tiflis’e doğru yolumuza devam ediyoruz. Yerleşim yerlerinde çok belirgin bir geri kalmışlık ve zorlu şartların bütün izlerini görmek mümkün. Birkaç köyde küçük ve büyük baş hayvan sürülerine rastlıyoruz. Bazı bölgelerde geçim genelde hayvancılık üzerinden sağlanıyor. Ülke olarak alınması gereken çok büyük mesafeler var. Bu arada Gürcistan hakkında genel bir bilgi vermekte fayda görüyorum.
Gürcistan, Türkiye’nin kuzeydoğusunda bulunan komşu bir ülke. Yetmiş yıl kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bağlı bir ülke olarak devam ettikten sonra 1991 yılında bu birliğin dağılması üzerine, yeniden bağımsız bir ülke olarak yoluna devam etmeye başladı. Fakat diğer bütün birlik ülkelerinde olduğu gibi Rusya Cumhuriyeti ile çok sıkı organik bağları hep devam etti. Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılıp bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetleri, uzaktan idare etme ve müdahale etme heves ve teşebbüsünden hiç vazgeçmedi. Gürcistan’ın sınırları Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye ile çevrili. Karadeniz üzerinden dünyaya açılan önemli liman ve kıyılara sahip. Bu limanların en önemlisi Batum.
Gürcistan’ın toplam nüfusu 4 milyon civarında ve bunun yaklaşık 1,5 milyon kadarı başkent Tiflis’te hayatına devam etmektedirler. Ülkede son yıllarda nüfusta belirgin miktarda bir azalma göze çarpıyor. İnsanlar, daha iyi bir hayat yaşayabileceklerini düşündükleri ülkelere ilk fırsatta göç etmeye devam ediyorlar. Ekonomik olarak turizm gelirleri ile birlikte, bazı madenler de ülke ekonomisi içinde önemli bir yer tutmakta. Karadeniz kıyısında bulunan ve Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan Batum şehrinin nüfusu 200 bin ve buraya gelen turist sayısı, yıllık yaklaşık olarak 4,5 milyon civarında. Bunun 3 milyon kadarı da Türkiye’den gelen turistler. Pasaporta gerek kalmadan, Türk turistlerin kimlik ile girebildiği bir ülke olması da bunda en büyük etken.
Tiflis, Abbasiler döneminde İslam toprakları arasına katıldı. Yönetim birçok sefer el değiştirdi. Şehir 1578 yılında 3. Murat döneminde Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlılar ve İranlılar tarafından zaman zaman el değiştirdi. Selçuklular, Safeviler, Gürcü güçleri, Osmanlılar ve Rus Çarlığı bu bölgede uzun yıllar hâkimiyet kurdular. Gürcistan, Sovyetler Birliğine katıldığında Tiflis ve çevre illerde 200 civarında cami bulunmaktaydı. Bu camilerin hemen hemen tümü komünist rejim tarafından ya tahrip edildi veya başka amaçlarla kullanılmaya başlandı. 1991 yılından itibaren birçok bölgede ihtiyaca binaen bazı camilerin yapılmasına izin verildi. Bütün ülke düzeyinde halen 100 civarında camii hizmet vermeye devam etmektedir.
Ülkenin yüzölçümü 70 bin km2. Ülkede çok sayıda yüksek dağ ve tepe bulunmakta. Ülke nüfusunun % 84’ü Gürcülerden oluşuyor. % 6,5 Azeri ve % 5,7 Ermeni kökenli insan yaşamakta. Bunlardan farklı kökenden olan insanların oranı da % 4 civarında.
Ahıska’dan sonra Borjomi ve Gori şehirlerine uğruyoruz. Borjomi, Gürcistan’ın ilginç şehirlerinden bir tanesi. 15 bin nüfuslu bir ilçe olan Borjomi de yoğun bir kalabalık göze çarpıyor. Turistik amaçlı olarak bölgeyi çok sayıda insan ziyaret ediyor. Gürcistan’ın başta gelen ihraç ürünlerinden biri olan maden suları bu ilçede bulunmakta. Borjomi Kharagauli Milli Parkı da bu ilçenin sınırları içinde ve Avrupa’nın en büyük milli parklarından birisi olarak yoğun bir trafiğe sahne olmaktadır. Çok sayıda müze, kilise ve manastır da, yeşili ve oksijeni bol olan bu şehirde, turist çeken ve ilgi gören yerler olarak dikkati çekiyor. Daha önceki yazılarımızda tarihin en acımasız diktatörlerinden birisi olan Stalin’in memleketi Gori’den kısaca bahsetmiştik.
Tiflis; köklü bir geçmişe, ilginç ve gezilmeye değer tarihi ve kültürel bir dokuya sahiptir. İsmi, Gürcüce sıcak su anlamına gelen Tbilisi’den gelmektedir. Tiflis’in birçok bölgesinde, sıcak su kaynakları bulunmakta. Tiflis şehri, Kura nehrinin iki yakası kenarında kurulmuş güzel bir şehir. Kura nehri, şehre apayrı bir güzellik vermekte. Nehrin üzerinde sandallarla turistik geziler yapılmakta. Nehrin her iki yakasında bulunan tepeler üzerinde görkemli katedraller ve kiliseler yükselmekte. Bu bakımlı ve görkemli ibadethaneler, Ortodoks olan bu şehir halkının inançlarına ve ibadet yerlerine verdiği büyük önemin bir göstergesi. Tiflis Özgürlük Meydanından, Barış Köprüsü’ne uzanan alanda, çok sayıda ilginç ve tarihi bina göze çarpmakta. Şehirde gezilip görülmeye değer çok sayıda müze, tarihi eser, park, manastır ve ilginç mekânlar bulunmakta ve bunlar her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmektedir. Bakü-Ceyhan Petrol boru hattı, Tiflis’in hemen yakınından geçmektedir.
Şehirde açık olan, önceki dönemlerde tadilat ve tamiratlardan geçtiği anlaşılan bir de camii bulunmakta. Bu caminin eski fotoğraflarına baktığımızda, bir Osmanlı eseri olduğu anlaşılmaktadır. Cuma Camii olarak bilinen bu ibadethane, Tiflis’i ziyaret eden Müslümanların akınına uğramakta. İki mihrabı olan camide, sünni ve şii Müslümanlar ayrı ayrı ibadet edebilmektedirler. Artık son yıllarda bir ayrılığa gerek kalmadan ibadetler toplu olarak yapılmaktadır. Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’an-ı Kerim’lerden bir nüsha da bu camide muhafaza edilmektedir. İki rekât namazı kılma fırsatı bulduğumuz bu camide, Kafkaslarda ve bütün dünyada yaşayan Müslümanlara dualar ettik. Yaklaşık beş asır boyunca İslam medeniyetinin yaşandığı bir şehir olan Tiflis’te çok sayıda İslam âlimin de yetiştiği bilinmektedir. Evliya Çelebi Tiflis’i, camileri ve âlimleri ile "Müslüman Bir Şehir" olarak tavsif etmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri 1910 yılının bahar aylarında, İstanbul’da "İki Musibet Mektebinden Şehadetnamesini-Diplomasını" aldıktan sonra Karadeniz üzerinden Van'a dönmek üzere yola çıkar. Batum’a uğradıktan sonra, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'i ziyaret eder. Buralarda ne kadar süre ile kaldığına dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu seyahat esnasında şehre hâkim bir mevkide bulunan Şeyh San'an tepesine çıkar. Şeyh San’an Tepesi, şehrin hemen yanında, şehre hâkim bir bölgede bulunan ve bütün Tiflis’i temaşa edebileceğiniz konumda bir mekân.
Şeyh San’an tepesi, Gürcüler tarafından "Kutsal Tepe" olarak kabul edilmektedir. Bugün bu tepede geniş bir park ve dinlenme alanları bulunmaktadır. Aynı şekilde çok yüksek bir televizyon alıcısı da buradan hizmet etmektedir. Çocuklar için de oyun alanları bulunmaktadır. Bu tepeye ismini veren Şeyh San’an’dan da (Şeyh Senan) kısaca bahsetmemiz gerekir. Bu tepeye adını veren Şeyh San’an hakkında farklı bazı kitaplarda, farklı bazı rivayetler anlatılır. Tiflis’te bulunan Şeyh San’an tepesi ile ilgili olarak anlatılan hikâyelerin en meşhurunu, Feridüddin Attar tarafından kaleme alınan “Mantık-ut Tayr” isimli kitaptan kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Şeyh San’ân, Abdülkadir-i Geylâni (R.A.) Hazretleri zamanında yaşamış ve onun müritlerinden olan veli bir zattır. Bu zat hakkında anlatılan çok sayıda menkıbe bulunmaktadır. Gürcü Penek Krallığının bölgeye hâkim olduğu 1130’lu yıllarda Gavs-ı Geylani, müridlerinden Şeyh San’an’ı bu bölgeye İslam’ı yaymak vazifesi ile gönderir ve şöyle bir tembihte bulunur: “Sen Penek’e git ve İslam’a hizmet et. Eğer görevini aksatırsan, umarım ki domuzların ayakları senin omuzlarında olur.” Şeyh San’ân, Şeyhinin bu emri üzerine Penek’e gider ve şehre hâkim bu tepeye yerleşir. Bölgede yaşayan insanlara İslam’ı tebliğ etmeye başlar. Bir müddet sonra Gürcü Kralı’nın kızını görür ve ona âşık olur. Aşkı öyle bir seviyeye ulaşır ki, kızın talebi üzerine Hristiyan olur. Kral kızına daha yakın olmak için kralın domuz çiftliğinde çobanlık yapmayı kabul eder. Şeyhliği ve Müslümanlığı geride bırakır ve burada bir köle gibi yaşamaya başlar.
San’ân, tam yedi yıl boyunca Penek Kralı’nın çiftliğinde domuzlarına çobanlık yapar. Bir gün, bir domuz yavrusu ayaklarını kaldırarak San’an’ın omuzuna çıkar. Birden Şeyhi, Abdulkadir Geylani’nin kendisini yollarken yapmış olduğu ikazı hatırlar ve aklı başına gelir. Bu hadiseyi Kralın kızına anlatır. Kralın kızı Müslüman olmayı ve kendisi ile evlenerek buradan gitmeyi kabul eder. Gizlice Tiflis’ten ayrılırlar. Bunu haber alan Penek Kralı bazı askerlerini peşlerine takar. Gaybi olarak olaydan haberdar olan Abdulkadir-i Geylani Hazretleri de, kırk müridini onları karşılamak için gönderir. Kralın askerleri ile Gavs-ı Azam’ın müridleri Allahuekber dağlarında karşılaşırlar. Seyh San’an, eşi ve kırk mürid burada şehit olurlar. Tiflis’e nazır olan bu tepe, sevenleri ve müritleri tarafından Şeyh San’an Tepesi olarak anılmaya devam edilir. Ancak bu tepenin ismi Gürcüler tarafından Sololaki olarak ifade edilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Şeyh San’an tepesinden Tiflis’i temaşa ederken yanına bir Rus polisi yanaşır ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
"Niye böyle dikkat ediyorsun?"
Bediüzzaman der: "Medresemin plânını yapıyorum."
O der: "Nerelisin?"
Bediüzzaman: "Bitlisliyim."
Rus polisi: "Bu Tiflis'dir!"
Bediüzzaman: "Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir."
Rus polisi: "Ne demek?"
Bediüzzaman: "Asya'da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkasından inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım."
Rus polisi: "Heyhat! Şaşarım senin ümidine."
Bediüzzaman: "Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır."
Rus polisi: "İslâm parça parça olmuş."
Bediüzzaman: "Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir...
Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir. (Tarihçe-i Hayat, Sayfa;103-104)
1910 yılında Tiflis’te, Şeyh San’an tepesinde, Bediüzzaman Hazretleri ile Rus polisi arasında geçen konuşmada haber verilen müjdelerin önemli bir kısmının sonraki yıllarda bir bir gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Rus Çarlığı yıkıldıktan sonra kurulan Sovyetler Birliği de dağılmaktan kurtulamadı. Bu dağılmanın sonucu çok sayıda İslam devleti yeniden bağımsızlığına kavuştu. Aynı hususları Hindistan, Pakistan, Orta Doğu ülkeleri, Mısır ve bazı Afrika ülkeleri için de ifade etmek gerekir. Asya ve Afrika’da da birçok İslam ülkesi bu süreçte bağımsızlığını elde etti. Son yıllarda, bağımsızlıkların daha da tahkim edildiğine şahit oluyoruz. Yılların tahribatını kısa bir zamanda tamir etmek elbette kolay değildir. Global tahribat ve dejenerasyonun eklenerek fitne ve ifsadın hızlandığı bu süreçte, yeniden manevi ve kültürel değerler ile buluşmak için önemli gayret ve faaliyetlerin de devam ettiğini kaydetmeliyiz.
İlk Nur Medresesi-Dershanesi 1991 yılında Tiflis’te açılmış ve Şeyh San’an tepesinde bu müjde verildiğinden 81 yıl sonra tahakkuk etmiştir. Tiflis ve Bitlis şehirleri de doksanlı yıllarda birbirlerini karşılıklı olarak "Kardeş Şehir" ilan ettiler. Tiflis ile birlikte bütün Orta Asya Cumhuriyetlerinde çok sayıda iman ve Kur’an eksenli dersanenin açıldığı ve on binlerce insanın iman ve Kur’an hakikatleri ile yeniden buluşmasına vesile olduğu da bilinmektedir.
Diğer bütün müjdelerin de en kısa zamanda ve kâmil manada tahakkuk etmesi için hem daha fazla gayret etmeli ve hem de Rabbimize dua, ihlas ve mahviyet ile iltica etmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.