Levent Ertekin
Bir Sürgün İki Eser!
Yıl:1826
Yer: İstanbul
Mekan: Topkapı Sarayı….
Osmanlı payitahtında (Başşehir) iktidar koltuğunda 2. Mahmud..
Yeniliklere açık. 600 yıllık çınarın artık revizyona ihtiyacının olduğunu gören bir zihniyet..
Hem iç aleminde hem de farklı platformlarda gördüklerini hissettiren süper gücün bir numaradaki şahsiyeti.
Kafasında revizyonu tamamlamış.
Devlet mühendisliğinde viranelerin (devletin eskiyen kurumları) hafriyat işlerinin zaman ve zeminini kollamakta..
Ancak köklü değişimi öngören çalışmalardaki öncülerin başına neler geldiğini bir an unutmamış. Hele tarihsel sürecini tamamlamış, yenilenmeye direnen yeniçeri ocağını kaldırma teşebbüsünün kurbanı halefinin başına gelenleri..
Yedikule zindanlarında eşkiyalığa soyunan ocağın önde gelenlerinin Genç Osman’a reva gördüğü yağlı kemendi aklının önündeki vitrine yerleştirmiş… Tüm bu zihinsel prangaların hareket alanlarını daralttığı sarayda 2. Mahmud kafasının içinden geçenleri değil başkasına anlatmak, eğer bildiğine emin olsaydı sakalının tellerini kopartıp atabilecek hassasiyetleri koruyordu.
Öte yandan Padişahın hekimbaşısı (bugünkü karşılığı Sağlık bakanı) Şanizade Ataullah Efendi toplumun her kesimiyle olduğu gibi yeniçeri ocağının ileri gelenleri ile hem kişisel hem de kurumsal anlamda ilişkileri üst düzeydeydi. Bunu bilen Sultan 2. Mahmud’un çevresi padişahın kulağına kar suyu kaçırır. Suikast ve zehirleme dahil entrikaları farklı senaryolar ile 2. Mahmud’un zihin haritasının rengine oldukça koyu renkleri ilave ederler.
Saray entrikalarının kol gezdiği puslu ortamda gerçekle hayaller, senaryolar birbirine karışır. 2. Mahmud çok sevdiği, yeniliklere açık Avrupa’nın aydınlanma sürecinde tıp kitaplarının tercüme ederek Osmanlı mülkünde tıp biliminin olması gereken ilmi platformlarını oluşturan Şanizade’yi gözden çıkartmak istemez. Ama küçük de olsa zihnine yerleşen “acaba? ” sorusu da beynini kemirir durur.
“En kötü karar, kararsızlıktan evladır” der ve itibar ettiği, sevdiği Şanizade’yi kısa süreli de olsa meselenin aydınlanmasına kadar, ikaz mahiyetinde sürgüne göndermeye karar verir. Meraklısına kısa bir bilgi notu: Tire, Manisa, Tokat gibi Osmanlının şehirleri Osmanlının çok sevilen, itibarlı devlet adamlarının küçük hata ve kusurlarına karşılık “ihtar”, ”uyarı” anlamında cezaların kesildiği “sevimli sürgün” yerleriydi.
Böyle bir sürgün için Tire’ye gönderilen Şanizade Ataullah Efendi, Sultanın değerli bir bürokratıydı. Sultan bu bürokratına herhangi bir zarar gelmemesi açısından yol emniyetini sağlaması için İstanbul’dan bir tabur silahlı asker ve başlarında da Saray Baruthane Nazırı (Mühimmat, silah, cephane bakanı) Necip Paşa’yı görevlendirir.
İstanbul üzerinden yola çıkan Şanizade ve yakın koruması Baruthane Nazırı Necip Paşa salimen Tire’ye intikal ederek varırlar. Tire mutludur. Dünyanın süper gücünün sağlık bakanı Tireye “zorunlu misafir!” olmuştur. Bunu en iyi şekilde değerlendiren Tire ilim erbabı, Hacı Ali Paşa konağındaki (Yanık konak diye tanınır) misafirin etrafında pervane olur. İlim meclisleri her akşam bu konakta toplanır. Aydınlanma, şehrin ilim çevrelerinden başlayarak dalga dalga bütün şehri ve bölgeyi kaplar.
Bu toplantıların birinde Şanizade Ataullah Efendi insanların sağlık hizmetlerini sağlıklı ve sistematik biçimde almaları için Yeni Cami avlusundaki 2 odalı binayı ŞEHRİN İLK DEVLET HASTANESİ olarak hizmete açar. Bugün bölgenin en eski devlet hastanesi unvanına sahip olan bu yapı 1873 yılına kadar burada hizmet verdikten sonra bu tarihten günümüze kadar bugünkü binasında insanlığa şifa dağıtır.
Öte yandan Osmanlı devletinde görev yapan 131 şeyhülislamın iki tanesini yetiştiren ve bunlardan 7 yıl 9 ay 18 gün gibi uzun yıllar görev yapmış olan Bostanizade Mehmet Efendinin mezun olduğu İbni Melek medresesinin avlusundaki talebelerin, ağaçlar altında kitap okuduğunun gören Necip Paşa, medresenin müderrisleri ve talebelerinden kütüphane ihtiyacı olduğunu öğrenir.
Derhal talimat vererek bir yıl gibi kısa sürede kütüphane yapılır ve hizmete açılır. Bugün bile 2500 civarında el yazması eseriyle Türkiye’nin el yazması eserlerinin sergilendiği nadide kütüphanelerin başında gelen NECİP PAŞA KÜTÜPHANESİ 1826 YILINDAKİ SÜRGÜNLE TİRE’NİN KAZANDIĞI ESERDİR. Üstelik saraydaki kişisel kütüphanesinde bulunan çok sayıda tek nüsha kitabı da bağışlar. Böylesine zengin olan kütüphanenin vakıf gelirleriyle yaşaması için kendi gelirinden zengin vakıflar bırakır.
Görünüşte bir sürgün, gerçekte iki hizmetin Tireye gelmesi kaderin Tire halkına bir hediyesidir. Adeta “Beşer zulmeder, Kader adalet eder” hakikati aynıyla tecelli eder.
Tire insanının ise -daha sonra bir başka yazıda bahsedeceğimiz- Şanizade’yi hatırlayıp ona şükran borcunu yerine getirmesi, yaşadığımız toprakların bize yüklediği bir tarihsel görevdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.