Adil Bir Dünya Anlayışını Benimseyebilmenin Gücü

Gün geçmiyor ki gündemde iç parçalayan şiddet haberlerinin ardı arkası kesilsin. Maalesef haberlerin çoğu sosyal medyada şiddet içerikli görüntülerle paylaşılıyor. Şiddetin paylaşıldıkça arttığının tehlikesinin farkında mıyız!? Bu tarz haberleri duyurmak, durdurmak adına önemli ancak şiddet içerikli görüntüleri paylaşmak ve izlenmesi artarak devam etmesine de katkı sağladığını fark etmeliyiz.

Gelelim geçtiğimiz günlerde vuku bulan iç parçalayıcı habere: Sosyal medyada “#konyadakatliamvar” hashtagi (etiketi) ile köpeklere yönelik yapılan vahşet gündeme oturdu. Paylaşılan görüntüde Konya’da barınağa kapatılan köpeklere yapılan bir işkence videoya alınmış ve videoda belediye görevlisi olan biri kürekle köpeğin kafasına vuruyor!? Yetmiyor ikinci hamle ile tekrar vuruyor. Çevresindekiler ise seyirci… Dehşet verici! Vuran kişiden söz ederken insan demeye dilim varmıyor. Hiçbir insanoğlu bir cana böyle kayıtsızca zarar veremez, şiddet gösteremez! Bu kadar şiddeti kayıtsız şekilde ancak bir psikopat, sosyopat görüntülüyebilir. Videoyu izlemek bile güç, orada olup da tüm bunları gerçek bir duyarlılığa sahip birinin izleyebilmesi mümkün değil! Tabii tepkiler sadece o görüntüye değildi, en büyük tepki ve isyan bir belediye tarafından sokak köpeklerinin bir barınakta hapsedilerek orada çeşitli işkencelerle yok edilmesine idi.

Biz ne zaman bu kadar merhametsiz, vicdansız, duygusuz insanlardan oluşan bir topluma dönüştük?! Böyle bir vahşete sessiz kalmak sadece izleyip geçmek ya da sadece sosyal medyadan kınayıp geçmek de bu vahşetin büyümesine neden oluyor. Sessiz kalmak da kürekle o köpeği acımasızca katleden caniyi izlemekten öte geçmeyen bir canilik! Eğer içinde yaşadığımız toplumda sosyopatların daha fazla çoğalmasını istemiyorsak kendimizden başlayarak bir şeyleri değiştirmeliyiz. Eğer buna izin verir ve sosyopatları beslersek neler mi olur?

“Adil bir dünya” inancı kişisel bir sözleşme olarak toplumun en küçük yapı taşı olan birey ile başlayarak aile içinde değerler ve toplum kültürü ile yeşerir. İnsanoğlu dünyanın iyi bir yer olduğuna inanmak için iyilerin ödüllendirildiği ve kötülerin cezalandırıldığı bir yerde olduğunu görmek ister. Bu inanç insanın yaşamdan aldığı doyumla paralel olarak gelişir. Adil bir dünya anlayışına sahip bireyler kendi sahip olduklarını kabul ederken, sahip olamadıklarına adil olarak kavuşmak için çaba sarf eder. Öte yandan diğer insanların da adil olarak yaşamaları için çevresindeki dezavantajlı kişilerin durumlarını da görüp onlara yardım eder. Yapılan araştırmalarda “yüksek adil dünya” inancına sahip kişilerin ruhsal iyi oluş hallerinin de yüksek olduğunu tespit etmiştir. Yani bizler bu dünyayı tüm canlılarla paylaştığımız bilinciyle dürüst, adil ve vicdanlı davranarak sevgiyle hareket ettiğimizde adil bir dünya anlayışını da geliştiriyoruz. Adil dünya inancını yaşatmak sadece toplumun adalet kurumu tarafından sağlanmaz. Toplumu oluşturan bireyler tarafından adalet duygusu içselleştirildiğinde, adil olmak için çabalayan bireyler olduğumuzda adil bir dünya anlayışı ile iyi, refah bir topluma kavuşabiliriz.

Gelgelelim bu adil dünya anlayışına engel teşkil eden ve kötülüklerin yayılmasına sebep olan durumlara... Bunların en başında değerlerin yozlaştırılması, medya algısı ile tutum ve davranışların olumsuz şekilde değişmesi ve toplumun en küçük ve en önemli yapı taşı olan “aile” kavramının içinin boşaltılması gelmektedir.

Kadına şiddet ve hayvanlara eziyet gibi konularla son zamanlarda gündeme sıkça gelen, vahşetle izlenen olayları gerçekleştiren kişileri sosyopat veya psikopat olarak görebiliriz. Halk arasında “psikopati” ya da “sosyopati” olarak bilinen durum psikiyatride “Antisosyal Kişilik Bozukluğu” olarak tanımlanmaktadır. Antisosyal Kişilik Bozukluğu (AKB); insanlara zarar veren ve bundan dolayı pişmanlık duymayan, kuralları çiğneyen, vicdani sorumluluk hissi duymayan karakter özelliklerine sahip olan kişileri tanımlamak için kullanılır. AKB tanısı alan kişilerin çoğunluğunun çocukluklarında hayvanlara eziyet ettikleri görülmektedir. Ayrıca bilimsel araştırmalarda AKB olan kişilerin beyinlerinde vicdandan sorumlu olduğu bilinen “amigdala” bölgesinin aktif olmadığı görülmektedir. Katiller, soygun yapanlar, insanlara bilerek ve tasarlayarak zarar verenlerin bu tip kişilik bozukluğuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu tip kişiler, toplumsal kuralların olmadığı ya da insan ve canlılara zarar verilen durumlarda caydırıcı bir cezai yaptırımın olmadığı toplumlarda hızla gelişmektedir. Bunun yanı sıra kültürlerin de bu tip kişiliklerin gelişiminde etkili olduğu görülmektedir. Ahlaki değerler açısından sevgi, merhamet, diğergâmlık, yardımseverlik gibi değerlerin ön planda olduğu Asya kültürlerinde sosyopatlara daha az rastlanırken, bireyselciliği bencilce ve narsisistik şekilde ön plana koyarak yaşam amacını haz almaya odaklayan hedonist felsefenin baskın olduğu Avrupa ve Amerikan kültürünün hakim olduğu yerlerde duygusuz, vicdansız, sevgisiz sosyapatlara dönüşen bireylerin sık görüldüğü bilinmektedir. Burada önemli mevzulardan biri ise şudur: Teknolojinin gelişimi ve medya ile artık her kültürün diğer kültürlerin değerleri üzerinde değişikliklere yol açtığı rahatlıkla söylenebilir. Yani aslında sevgi, merhamet, yardımseverlik gibi kişisel gelişime katkı sağlayan değerler medya ile kolayca ve etkili bir biçimde yozlaştırılmaktadır. Amerikan kültürü gibi hedonist kültürler, bireyselliği ön plana çıkarmak suretiyle narsisist, vicdansızca ve duygusuzca durumları TV, dizi, film ve sosyal medya gibi medya ürünleri aracılığıyla aktararak kültürlerin etkisini değiştirmektedir.

Hayatın anlamı güçlü bir adil dünya inancını benimseyerek bulunabilir. Nedir “güçlü adil bir dünya” anlayışı? Yaşadığımız dünyanın iyi bir yer olduğuna inanmak isteriz, çoğu zaman bu dünyada meydana gelenler herkes için eşit olmasa da iyi bir dünya içinde yaşama arzusu ile adil olmak adına hareket ederiz. Bu dünyayı diğer canlılarla paylaşarak hem tüm canlılara karşı hem de bizden sonra geleceklere karşı sorumlu olduğumuz bilinciyle yaşamalıyız. İyi ve güzel bir dünyada yaşamaya hakkımız olduğu gibi bu hakkı sevgiyle, dünyaya gelmiş ve gelecek olan diğer canlılarla paylaşma arzusuyla çoğaltabiliriz. Evet, bu dünyada zorluklar, olumsuzluklar var; her şey adil değil. Ancak sahip olduklarımıza şükredip, adil ve sorumluluk duygusu ile bu dünyada sahip olamadıklarımızı kazanmak için motivasyon duyarak ve bizim sahip olduğumuz şeylere sahip olmayanlara yardım ederek adil dünya bilincini yaşatabiliriz. Ve işte o zaman böyle bir inancı yaşatan bir toplumda refah ve huzurla yaşayabiliriz. Aksi takdirde bize düşen sorumluluklarımızı yerine getirmezsek dünyadaki felaket ve kötülüklerin hepsinde bir katkımız olacaktır.

Sokrates’ten bugüne insanoğlu düşünsel birikimini ahlaki değerler üzerinden kurmaktadır. İnsanoğlu özgürlük, günah, ödev, sorumluluk, öteki dünya gibi kavramlar üzerinden hayatını anlamlandırmaktadır. Ahlaki anlamda iyinin ve kötünün ne olduğu bilinci insanın daha iyi bir dünyada yaşamasını sağlamaktadır. İnsan yaratılışı itibariyle kötülüklerden kurtulmak için yüksek ve ilahî bir Güç’e inanmaya ihtiyaç duymaktadır. Yaşam içinde “Ben kimim?”, “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularının yanıtlarını ararken hayatını anlamlandırmaya çalışır. Bu dünyadaki eylemleri de Allah sevgisi üzerinden iyi olanı yapmaya çalışarak edindiği sorumluluk ve öteki dünyada ödüllendirilecek olma bilinciyle anlam kazanır. İnsan bu dünyaya kendi potansiyelini gerçekleştirmek üzere gelmiştir. Her birey kendi hayatının anlamını keşfettiğinde kendi potansiyelini de gerçekleştirmiş olur. İnsanın kendi değerini belirleyen en temel ölçüt ise hayatının anlamı için öteki dünyaya bakmak ve değerlerin dünya üstü anlamlarını aramaktır. Ancak insan haz ilkesi, kendine odaklılık ve sürü psikolojisiyle çoğu zaman yaşamının gerçek anlamını kaybetmektedir.

Adil dünya anlayışını bir derviş hikâyesi ile anlatmak isterim. Günlerden bir gün köyün birinde yağmur yağmadığı için ekinleri ürün vermedi diye dertli olan köylüler ne yapacaklarını bilemedikleri için bir Derviş’e gitmişler. Derviş’ten yağmur yağması için dua etmesini istemişler. Derviş dertli köylüleri dinledikten sonra onlara duadan önce köyünüzdeki herkesten haberdar mısınız diye sormuş. Derviş’in sorusunu anlamayan köylüleri görünce Derviş onlara köyünüzü gezelim demiş. Köylüler ve Derviş köyde gezerken derme çatma bir ev görmüşler. Derviş; “Bu hane sahiplerinin hali hatırı nicedir bilir misiniz?” diye sormuş. Köylüler bilmediklerinde sessiz kalınca Derviş “gelin halini hatırını soralım” demiş ve içeri girmişler. Bahçede oynayan üstü başı dökük, ayakları çıplak küçük çocukları görmüşler. Derviş çocuklara “Siz Allah’a nasıl dua edersiniz?” diye sormuş. Çocuklar da; “biz yağmur yağmasını istemiyoruz çünkü ayaklarımız ıslanıyor” demişler. Derviş bu defa evin içine girmiş. Evde yine üstü başı dökük, zar zor ısınan damı açık olan evde oturan nineyi görmüşler. Derviş bu kez nineye “Sen Allah’a nasıl dua edersin? diye sormuş. Nine de “Ben de yağmur yağmasını istemem oğul dam başımıza akıyor.” demiş. Bunun üzerine Derviş köylülere dönerek; “Önce bunların ihtiyaçlarını görün ki sizinle aynı duayı etsinler. Allah önce mazlumların duasını kabul eder.” demiş.

Hikâye böyle ki kendimiz için bir şeyler isterken, çareler ararken aynı dünyayı paylaştığımız her canlıyı görebildiğimizde, ihtiyaçlarını duyabilmeyi öğrendiğimizde kendi isteklerimiz için de çabalamış oluruz. Ekinleri ürün vermesi için yağmur duasına çıkan köylüler gibi köyü beraber yaşadığı diğerlerini de gördüklerinde duaları için bir çaba sarf etmiş olurlar. Yaşamda da bu hayatı beraber paylaştığımız insanları, hayvanları, bitkileri hepsiyle bu dünyayı paylaştığımız idrakiyle sorumluluklar alıp, kendimiz için olduğu kadar onlar için de kendi gücümüzle bir şeyler yaptığımız zaman adil bir dünya anlayışını benimsemiş oluruz.

Peki, sevgi dolu adil bir dünya için başka neler yapabiliriz?

  • Bu dünyayı tüm canlılarla paylaştığımız bilincine vararak
  • Sahip olduklarımıza şükrederek,
  • Sahip olamadıklarımız için çabalayarak,
  • Hak ettiğimiz şeyler ve adalet için motive olarak,
  • Dezavantajlı kişilere yardım ederek,
  • Bu dünyanın hayvanların ve diğer tüm canlıların evi olduğu bilincine vararak,
  • İnsanoğlunun rahatlığı için, bu dünyada yaşadıkları alanlar kısıtlanan sokak hayvanlarına yardım ederek,
  • Çocuklarımıza (gelecek nesle) hayvan sevgisini aşılayarak,
  • Kötülükler karşısında susmadan sesimizi daha iyi bir dünya için mücadele ederek çıkartarak,
  • Kendi kültürümüzden gelen diğerkâmlık, yardımseverlik, sorumluluk gibi değerleri besleyerek,
  • Toplumun en küçük en önemli yapı taşı olan ailenin anlamını ve gücünü fark ederek.

Adil bir dünya bilinciyle daha iyi bir dünyaya kavuşabilmek dileğiyle...

Sağlıcakla kalın.

Gaye Kağan
Uzman Klinik Psikolog

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum