Habip Artan
Nefsin kusurunu görmemek, tevbe istiğfar yolunu kapar
İnsan bu beşer bazen şaşabilir, bilerek veya bilmeyerek kusur işleyebilir. Bazen işlediği kusurun farkına daha sonra varabilir. İnsan kusuru kendi Rabbine karşı veya diğer insanlara ve topluma karşı işleyebilir. Allah’a karşı işlediğimiz şahsi kusurlarda derhal tevbeye sarılarak rabbimizden affımızı ve mağfiretimizi dilemeliyiz. İnsanlara ve topluma karşı işlediğimiz kusurlara karşı ise özrümüzü beyan ederek bir daha o kusuru işlememeyi kendimize hedef ittihaz etmemiz gerekir. Bir kusur işlediğimizde nefsimize ve enaniyetimize kapılmadan kusurumuzu telafi etmemiz gerekir. Bu devir özellikle bazı insanlarda enaniyetin en üst seviyelere çıkmış olduğu ahir zaman devridir. Bir mü’min olarak her zaman itidal içerisinde, hoşgörü çerçevesinde hareket ederek bunu kendimize asli vazife olarak bilmeliyiz. Rabbim bizleri, ruhumuzu cesedine, kalbimizi nefsine hâkim olan insanlardan eylesin. Amin. Risale-Nur dersleri bizlere manen bu konuda şu öğütleri vermektedir:
Nefsin kusurunu görmemek, tevbe istiğfar yolunu kapar
Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir; ta ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem, nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin. Evet, şeytanı dinleyen bir nefis kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez, şeytana maskara olur. Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. itiraf etse, affa müstehak olur. [1]
Nefs-i emmarenin desiselerine aldanmamalı ve ihlasla mukabele etmeli
Bir zaman, evliya-i azimeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlak-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve asab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngahı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi ahir ömre kadar devam ettiren bir manevi nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakiki nefs-i emmareden değil, belki mecazi bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbani dahi bu mecazi nefs-i emmareden haber veriyor. Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip -veya tam bir fedailiğe- her hissini maksadına feda etsin ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, her şeyini, enaniyetini bıraksın. Bu acib asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile hem hakiki, hem mecazi iki nefs-i emmare ittifak edip, öyle seyyiata, öyle günahlara severek giriyor; kâinatı, hiddete getiriyor. Hatta kendim, bir dakika zarfında, yirmi paralık bir sıkıntı ile altmış liralık bir haseneye tercih etmeye çalıştım. Hem, on dakika zarfında, büyük bir mücahede-i manevide, benim cephemde, kırk ikilik bir top gibi düşmanlarıma atıp yol açtığı halde, o iki nefs-i emmarenin, muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgamlık ve meyl-i tefevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı hissiyle, büyük bir şükür ve teşekkür yerine, "Ne için ben atmadım?" diye, en çirkin bir riyâ ve rekâbet damarını hissettim. Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhassa İhlas Risaleleri, o iki nefsin bütün desaisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki haletleri, birden izale etti ve manevi bir isliğfar olan kusurumu bildim. O hatanın muaccel cezası olan içindeki elemden ve azaptan kurtuldum. [2]
Desise ve hilelere metanet ve sebatla mukabele etmek gerektir
Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zahiri dinsizliğe alet edip, bize hücumları akim kaldığı ve Risale-i Nur’un fütuhatına menfaati olan eski planlarını bırakıp, daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plan çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O planların en mühim bir esası, has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek, mümkünse Risale-i Nur’dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi gül ve nur fabrikasının kahraman şakirtleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadâkat ve metanet lâzım ki, dayanabilsin. Bazı da, dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. "Aman, aman, Said’e yanaşmayınız; hükümet takip ediyor" diye zayıfları vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hatta bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar. Hatta, Risale-i Nur erkânlarına karşı da, benim şahsımın kusuratını, çürüklüğünü gösterip, zahiren dindar ehl-i bid’adan bazı şöhretli zatları gösterip, "Biz de Müslümanız, din yalnız Said’in mesleğine mahsus değil" deyip, bize karşı perde altında cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i diyanet ve hocaları alet edip, istimal ediyorlar. İnşaallah bunların bu planlarıda akim kalacak.
Böyle heriflere dersiniz: "Biz, Risale-i Nur’un şakirtleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirttir. Risale-i Nıır’un menbaı, madeni, esasıda Kur’an’dır. Yirmi senedir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da ispat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hatta Said de-el-iyazübillah-Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alakamızı inşaallah sarsmayacak" deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir. [3]
[1] : Lem’alar
[2] : Kastamonu Lahikası
[3] : Emirdağ Lahikası
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.