Yitiklerimizin Mağduruyuz

“Hikmet müminin yitiğidir onu bulduğu yerde alır.” (Hadis)

Dursun Gürlek’in Karınca Huzura Varınca, Kültür Sohbetleri; dün sahip olduğumuz, bugün ise yana yakıla aradığımız yüzlerce yitik tarihî hikâyelerin anlatıldığı, hikmetli işler hikmetli sözler kitabıdır. Kitabı okuyunca hayıflanmamak elde değildir. Bugün yaşadığımız esef verici ahvale bir de şu pencerelerden bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
Meselenin daha net anlaşılması için yüzlerce tarihî yitik hikâyelerimizden bir ikisini anlatarak başlayalım: Devir; batılıların Muhteşem Süleyman dediği, “Muhibbî” takma ismiyle şiirler yazan şair-sultan Kanuni devridir. Şeyhülislâm da meşhur Ebussuud Efendi’dir. Hoca Çelebi namıyla da bilinen Ebussuud Efendi de tıpkı Kanuni gibi şair-âlimdir. İki şair: Biri ümeradan / yönetici, diğeri ulemadan / âlim. İnsanın, “Hey gidi günler hey!” diyesi geliyor.
Şair-Sultan; bahçesinde, gövdesini karıncaların sardığı bir ağacı kesmek için şair-âlimden olur veya izin ister:
“Dırahta ger ziyân etse karınca,
Ziyânı var mıdır ânı kırınca?”
Şair-âlim aynı şekilde cevap verir:
“Yarın Hakk’ın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca!”
Dün; karıncanın hukukuna bile riayet eden ilim, irfan, kültür ve medeniyet anlayışından bugün, hak ve hukukun hiçe sayıldığı bir zamana evrildik. Yalnız insanların değil; bitkilerin, hayvanların da hak ve hukuku… Son günlerin moda deyimiyle söyleyelim: Nereden nereye!
Keza, yine Kanuni ile süt kardeşi âlim bir zat olan Beşiktaşlı Yahya Efendi arasında geçen ibretlik tarihi bir başka yitik hikâyesi vardır: Sultan Süleyman, kendi el yazısıyla yazdığı bir mektupla “Osmanlının akıbetini” Yahya Efendi’ye sorar. Cevap gayet kısa ve nettir: “Neme lâzım Sultanım!” Cevaptan tatmin olmayan şair-sultan, süt kardeşi Yahya Efendi’nin ayağına gider ve merak ettiği sorunun cevabını alır:
“Bir yerde zulüm yayılırsa,
Haksızlıklar ayyuka çıksa,
Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,
Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,
Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,
Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,
Herkes, sadece “ben-ben” derse,
Ve tüm bunları görüp işitenler, “Neme lazım.” derse;
İşte o zaman, devletin sonu gelir, Osmanlı yıkılır.”
Yahya Efendi’nin hak ve hakikate yaslanan şu hikmetli sözleri, sanki Hz. Ömer’in (ra) “Adalet mülkün temelidir.” ve Hz. Ali’nin (ra) “Devletin dini adalettir.” sözlerinin şerh ve izahı olmakla; 18. Yüzyıl Fransız siyasal bilimci ve düşünür Montesquieu’nün şu meşhur tespitini teyit eder gibidir: “Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden fazla ise, o ülke batar.” Evet, şu iki tarihi olay bir yitiğimizin de inancımızın olmazsa olmazı, sıdk / doğruluk ve dürüstlük olduğunu kendi lisanı ile bize söylüyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Yalan, yalana mukaddem.” olur, başka yalanlara, kötülük ve fenalıklara kapı aralar.
Post-modern zamanın, insanları kendisine Sâmirî’nin Altın Buzağısına tapanlar gibi perestiş ettiren iki modern buzağısı vardır: Maddiyat ve menfaat. Fakat hayat-ı dünyevi için lazım olan maddiyatı ve menfaatin celbini kötülediğimiz zannedilmesin. Bizim anlatmak istediğimiz mesele, Bediüzzaman’ın, “Ey dünyaperest nefsim!.. Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” sualindeki hakikatin bilinmesidir. Elbette dünya hayatı için her ikisi de (maddiyat ve menfaat) hem önemli hem gereklidir. Keza, “Dünyanın kesben değil, kalben terkedilmesi” lâzım geldiğini söyleyen de Bediüzzaman’dır.
Mehmet Akif, Seyfi Baba şiirinde bu manada,
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.” demiştir.
Rumî’nin Mesnevisi, Şirazlının Bostan ve Gülistan’ı, Yesevi’nin hikmetleri, Yunus ve Mısri’nin ilahileri, irfan mektebinden Hacı Bayram Veli’nin ve Hacı Bektaş Veli’nin deyiş ve nefesleri, cümle halk ozanlarımızın türkü-destanları ve daha başkaları, yitiklerimizi terennüm eden hikmet ve hakikat yüklü söz ve işlerle doludur.
Yitiklerimizi saymaya kalksak, sizi temin ederim ki ortaya dev bir Yitikler Külliyatı çıkar. Bediüzzaman’ın “milletin kalp hastalığı” dediği zaaf-ı diyanet ve lâkaytlık yitiğimizin müsebbibi olarak hal-i hazırdaki içtimai / toplumsal ve iktisadi / ekonomik manzaramız bize, yitiklerimizin resmedildiği kocaman canlı bir memleket tablosu sunmaktadır. Gözlerimizi ve gönüllerimizi müteessir eden bu tablo insanı gayriihtiyari hüzünlendiriyor.
“Derdim çoktur hangisine yanayım?
Yine tazelendi yürek yarası.
Ben bu derde nerden derman bulayım?
Meğer dost elinden ola çaresi.” (Pir Sultan Abdal)
Dert belli, derman olacak reçete de: Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum