İnsaniyeti Yutan Ejderha: Enaniyet

Gök, zemin, dağ, tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir veçhi “ene”dir. Evet, “ene” zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nuranî bir Şecere-i Tuba ile müthiş bir Şecere-i Zakkumun çekirdeğidir.”

(30. Söz)

Bediüzzaman, Ene ve Zerre Risalesi, Otuzuncu Sözde “Ene” nin (Ben ve Benlik) mahiyet ve neticesinden bahsederken, orada “ene” için “anahtar”, “enaniyet” için “tılsım” metaforlarını kullanır ve bir sualle “enaniyetin” işlevine dikkat çekmiştir. Sual şudur: “Niçin Cenab-ı Hakkın sıfat ve esmasının marifeti, ‘enaniyete’ bağlıdır?” Sual kendi içinde enaniyetin veriliş hikmetini ve görevini izah ediyor: “Allah’ın (cc) isimlerinin ve sıfatlarının bilinmesi.” Marifetullah için insana verilen bu anahtarın mahiyeti ve veriliş hikmeti anlaşılmaz ise nimet iken nikbet -hatta başa bela- olur; cisimleşmiş bir hale gelir ve öyle kalınlaşır ki, tıpkı kozmik canavar karadelik ya da Bediüzzaman’ın ifadesiyle “koca bir ejderha” gibi insanı ve insaniyeti yutar. Evet, “ene” ve “enaniyet” denen bu çekirdek ya cennet meyvesi verecek bir Tuba ya da cehennem meyvesi verecek bir Zakkum ağacı olacak ve kendi cinsinden semere / meyve verecek şekilde insanın eline emaneten verilmiştir. “Ene” anahtarıyla insan, Allah’ın (cc) sıfat ve isimlerini ve fiillerini gösterecek âlemin kapısını açacaktır. Bu anlamda kısaca, “Men arefe…” diye bilinen, “Nefsini bilen Rabbini bilir.” hakikati, darb-ı mesel olmuştur.

Psikolojide Karanlık Dörtlü diye isimlendirilen ve sahibini karanlık bir âleme çekip hapseden, “sadizm, narsisizm, Makyavelizm ve psikopati (suça meyil)” gibi kötü kişilik hallerinin bugün, şahsî ve içtimai / toplumsal hayatta cisimleşmiş hale geldiği, artış ve toplumsallaşma eğilimi gösterdiği “kitlesel çapta bir etik yozlaşma” gerçeği ile karşı karşıyayız. Var olan bir gerçeğe ya da probleme karşı gözümüzü kapamak yahut yokmuş gibi davranmak yerine, geleceğimiz adına çareler aramalıyız. Zira, “Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez'a (ağlayıp sızlanmak, dövünmek) iltica etmemek gerektir.” (Bediüzzaman, Hakikat Çekirdekleri, 46)

Hz. Mevlânâ şöyle demiş: “Suya düştüğünüz için değil, sudan çıkamadığınız zaman boğulursunuz.” Aynen öyle de “enaniyet” denen esaret çemberinden ve insanı yutan karadelikten çıkamadığımız zaman boğuluruz. Bu halin sebebi, insana fıtri olarak verilmiş enaniyet anahtarını niçin ve nasıl kullanıldığına bağlıdır. Kişi, Allah (cc) hesabına kullanırsa ilim ve marifet; kendi nefsi hesabına kullandığında azap olur. Dünün ve bugünün gaddar ve zalimleri, tıpkı hiss-i havf yani korku gibi enaniyet anahtarını, şerre ve fenalıklara kapı açan yönüyle kendi egoları ve “deli gömleği” denen (C. Meriç) egoizm hesabına kullanmış; psikoloji ilminin haber verip uyardığı, dört karanlıkla ifade ettiği kötü kişilik karakterine esir düşmüş ve firavunlaşmışlar; dünyayı, kendileri için yalancı cennete çevirirken, başkalarına cehennem yapmışlardır.

Özetle; mesele, “ene” ve “enaniyet” anahtarını, mana-i ismiyle kendi menfaatimiz ve kendi adımıza mı, yoksa, mana-i harfiyle Allah (cc) hesabına, O’nu tanımak ve O’nu bilmek hesabına mı kullanılacağıdır. İşte bu noktada, ‘ene’ ‘enaniyet’ ve daha başka, mesela, hiss-i havf / korku hissi gibi insana verilen fıtri anahtarların hem gerçek mahiyetini, hikmetini, lüzumunu ve işlevini tam manasıyla anlamak ve kavramak hem koca bir ejderha olup sahibini yutmasını önlemek için Risale-i Nurların dersine ve rehberliğine şiddetle ihtiyaç vardır.

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum