Çileli Sevda - Emin Fırat’ın kitabına Takriz

Şiire istidadım yoksa da şiiri ve şairleri severim. Hele insanın ruhunda titreşimler hasıl ediyorsa… Kıymetli eğitim emekçisi Emin Fırat’ın ÇİLELİ SEVDA kitabını, şiir ve şaire işte bu muhabbet duygusuyla okudum.

Şair Emin Fırat ile aynı kuşağın insanlarıyız. Ben de tıpkı kendisi gibi bir köyde doğdum ve büyüdüm (1959). Üniversite yıllarına kadar kesintisiz, sonraki yıllarda da sık sık gelip gitmek suretiyle hayatımın 30 yılı köyde, köylüler arasında geçti. Diyebilirim ki köy yılları, hayatımın en güzel, en renkli, en tatlı vakitleridir. Bende unutulmaz anıları vardır. Köyüme olan vefa borcumu ödemek niyetiyle, köyü ve köy hayatını anlatan İnsanlardan Bir İnsan kitapçığını (KYD) kaleme almıştım.

Aşk olmayınca meşk olmaz sözü, şöhret-şiar olmuş eskimeyen sözlerdendir. Meşk, aşkın çile kısmıdır. Çileli Sevda, sevdanın çilesini çekenlerin şiir diliyle dile gelişidir. Kelimelerle, sevda ve çilenin tecessüm etmiş halidir. Bizim kuşağın çok iyi bildiği bir zamanların zirve türkülerinden birisi de “Sevda yüklü kervanlar.” idi. Sevda taşıyan o kervanlar, aynı zamanda sevdanın çilesini de sırtlarında taşıyorlardı.

Hele bir de “Çile bülbülüm çile” şarkısı vardır ki, sevdanın çilesini çekenlerin sesi soluğu gibidir. Şarkılar ve türküler, insanın ruhunda hasıl ettiği duygu ve düşünceye göre hüküm alırlar. Rabbanî aşklar ve hüzünler verenler ya da vermeyenler gibi.

Kitaptaki ilk şiir TEL DOLAP, benim için tam bir tevafuk oldu. Zira tel dolap, özellikle ortaokulu okuduğumuz yıllarda (1972), bekar evinin birinci sınıf eşyasıydı ve çok severdik onu. Tel dolap; -olsa da alamayacağımız- yokluk yıllarında, en lüks buzdolabından daha değerli bir eşyaydı. Hatta o yıllarda, gelinlik kızlara çeyiz olarak verilirdi tel dolaplar. Şairin dizelerindeki Tel Dolap; yalnızca basit bir eşya değil, bir devrin ve o günkü içtimai / toplumsal hayatın panoramasıdır. O hayatı birebir yaşadım desem yalan olmaz. Dizelerde dile gelen, içinde bizzat insan gibi insanın ve insani duyguların yoğun olarak yaşandığı günlerdi. Yokluk vardı ama ona inat ne çok insani şeyler, huzur ve mutluluk vardı.

Şairin, Anadolu’nun hak aşıklarının ve halk ozanlarının ezgilerine benzeyen şiir dizeleri, bazen okuyucuyu alıp ta yıllar öncesine götürüyor. Eskimeyen, yâd-ı cemil olmuş hatıraları tahattur ettiriyor. Kalbinde ve ruhunda farklı ihtizazlar hasıl ediyor, kâh neşelendiriyor kâh hüzünlendiriyor.

Karacaoğlan misali, sevdiceğine KURBAN OLDUĞUM ve NAZLI YÂRİM diye seslenen şair, eski aşkları yeniden hatırlatırken; Yunus misali, DEĞİL deyip sevdiğine, GÜCÜM KALMADI ile dünyaya gönül koymuş. Anneler için en çok şiir yazanlardan birisi olan Yavuz Bülent Bakiler gibi, HİÇ UYANMASAM şiiriyle, annesine olan hasretini terennüm etmiş. Bozkırın tezenesi, abdallardan olduğu söylenen, gönül insanı Neşet Ertaş misali, GİDER dizeleriyle, gönülden gönüle giden yolları hatırlatmış. İnanç zafiyetinden kaynaklanan adaveti, UNUTTU şiiriyle ne güzel dile getirmiş. En kötü unutmak da insanın kendini unutması olsa gerektir. Maalesef gerçek şu ki, uhuvvet ve muhabbetin -nadanların eliyle- hayli örselendiği zamanları yaşıyoruz. Asıl garip, yaşadığı zaman diliminde -hal itibariyle- anlaşılmayan; asıl gurbet de yaşadığı zaman diliminin -mana itibariyle- uzağına düşmüş insandır.

Dillere destan, eskimeyen aşkları UNUTTUK dizeleriyle tekrar hatırlatan şair; Leyla ve Mecnun’u, Yusuf ile Züleyha’yı, Tahir ile Zühre’yi, sevdiği Şirin için dağları delen Ferhat’ı bir kez daha dile getirip, sanki, “Olacaksa aşk böyle olmalı.” diyor.

İkinci ve üçüncü bölümde şair, sesli düşünmemizi istercesine sesleniyor.

Kanaatimce, altı asırlık Osmanlıyı bitirenlerin birincisi devşirmeler ise ikincisi de neme lâzımcılıktır. NE DİYEYİM ile bu acıyı dile getirmiş. Ümitvar oluşumuzu GÜNEŞ YİNE DOĞACAK deyip seslendirmiş.

“Dermân aradım derdime,
Derdim bana dermân imiş.
Bürhân aradım aslıma,
Aslım bana bürhân imiş.” (Niyâzî Mısrî)

İnsanın Yaratan’ına en yakın bulunduğu zaman dilimi, dertli olduğu vakitlerdir. Tazarru, niyaz ve yakarışlarını en çok bu vakitlerde dile getirir. “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider." (Bediüzzaman)

Hasılı; dünyanın ve insanın değiştiği, daha doğrusu insanın kendisine yabancılaştığı şu zamanda şair, bunların ızdırabını derinden hissetmiş. Dizelerinden bu hissedişin iniltileri aşikare okunuyor. Lakin bu iniltiler, bize ümitsizlik aşılamak için değildir. Bilakis, her şey zıddıyla bilinir fehvasınca, umulur ki, bu inleyişlerden okuyucu, bir iç/ deruni ve vicdani bir duyuş hissetmiş olsun.

“La ya'lemü'l-ğaybe İllallah" ilahi fermanınca, kimin bahtına hazan düştüğünü ancak O (cc) bilir. Zulmeden beşermiş, kader adalet edermiş. Kimi deftere “zalim” diye kaydedilir, kimisi de “mazlum” diye yazılır. Sonra her ikisine de “Oku, kitabını!” denilir. Mesele, zulme ve zalime meyletmemektir.

Reca ile ümidin iç içe geçtiği ÇİLELİ SEVDA şiir kitabı; okuyucusuna, sanki hayal kırıklığı yaşatıyor gibi görünüyor olabilir, ancak bir yandan ümit veriyor diğer yandan da kendisiyle yüzleşmesini istiyor.

“Güneş battı diye üzülme, yine tekrar doğacak,

Bak göreceksin her şey yarın daha güzel olacak.” dizeleriyle kitabını bitiren şair, sanki yazdıklarını özetleyivermiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum