Bediüzzaman Perspektifinden "Gurbet"

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri büyük bir İslam âlimidir. Fakat o sadece bir âlim değil aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı'nda gönüllü milis alay kumandanı olarak Doğu Cephesi'nde Ruslara karşı mücadele etmiş bir mücahittir.

1916 yılında Rus güçleri Bitlis'i kuşattığında Bediüzzaman, talebeleri ve gönüllülerle birlikte şehri savunmak için direnişe geçer. Bu çarpışmalar sırasında birçok talebesini kaybeder.

Çatışmalar sırasında geri çekilmek zorunda kalan Bediüzzaman, bir su kemerinden atlarken görünmeyen bir taşa çarparak ayağını kırar. Yaralı halde talebeleriyle birlikte bir su arkının içine sığınır. Burada yaklaşık 34 saat saklandıktan sonra, Rus askerleri tarafından bulunarak esir alınır.

Esir düştükten sonra Rusya'nın Kosturma şehrine götürülen Bediüzzaman, yaklaşık iki buçuk yıl esarette kalır. 1917'deki Bolşevik İhtilali'nin karmaşasından faydalanarak firar etmeyi başarır ve uzun bir yolculuktan sonra İstanbul'a döner. Yurda dönüşünde bir kahraman gibi karşılanır.

Bir kaç yıl İstanbul'da kalarak Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye' de hizmet eder.

Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye, Osmanlı Devleti'nin son döneminde, 1918-1922 yılları arasında faaliyet gösteren, adeta bir "Yüksek İslam Şûrası" veya İslam Akademisi niteliğinde bir devlet kurumudur.

Osmanlı Devleti'nin dağılma sürecinde, İslam aleyhine yapılan yayınlara cevap vermek, dini meselelere çözüm bulmak ve toplumun manevi değerlerini korumak amacıyla kurulmuştur. Kurumun en önemli görevi, o dönemde yaygınlaşan Batı hayranlığı ve dinsizlik akımlarına karşı İslam'ın hakikatlerini savunmak ve halkın maneviyatını güçlendirmekti.

Üstad Hazretleri fıtratına uymayan, İstanbul'daki şaşaalı hayattan sıkılarak çok özlediği memleketine gittiğinde Rus işgalini fırsat bilen Ermeni çetelerinin yakıp yıktığı bir viraneyle karşılaşır. Talebeleri ile ders yaptığı Horhor medresesi yıkılmış, bütün ahbabı öldürülmüştür. Korkunç bir manzaraya şahit olur,büyük bir üzüntü duyar. Duygularını şu cümlelerle anlatır :

"Ben gurbetten vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâesefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm... Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki binler gözüm olsaydı, beraber ağlayacaktı."

Rusya'daki esareti sırasında hissettiği gurbetin, yalnızlığın, hüznün kat kat fazlasını vatanında yaşar. Bu derin üzüntüsüne karşı imanından gelen nur ile teselli bulur, gurbete ilahî bir anlam yükler. Şöyle ki ;

Bediüzzaman Hazretleri için gurbet, yalnızca fiziki olarak bir yerden uzaklaşmak değil, aynı zamanda ruhun kendi hakiki vatanına olan hasretini ifade eden derin bir manadır. Sürgün hayatında Anadolu'nun farklı köşelerinde yaşadığı gurbet onun için dünyadan ayrılık ve ahirete, yani vatan-ı aslîye yönelmeye vesile olmuştur.

Risale-i Nur'da sıklıkla vurgulanan bir tema olan bu düşünce, dünya hayatının geçiciliğine ve insanın bu dünyadaki durumunun bir yolcu misali olduğuna işaret eder. Esasen insan, bu dünyaya ait değildir; o, ahiret yurdu için yaratılmıştır. Hele de Müminler bu durumu daha fazla idrak etmişlerdir. İki cihan serveri, efendiler efendisi ne diyor :"Mü'min garip doğar, garip yaşar, garip ölür."

Dolayısıyla, bu dünya insan, özellikle de Müslüman için bir gurbet diyarıdır. Burada yaşanan sıkıntılar, yalnızlıklar ve ayrılıklar, aslında insana hakiki vatanını hatırlatır. Bu durum, gurbetin acı veren bir kader olmaktan çıkıp, insana manevi bir uyanış ve arayış ruhu kazandıran bir lütuf olarak görülmesini sağlar.

Bediüzzaman, gurbet hissini, kainatın bir mescit ve bütün mevcudatın Allah'ı zikrettiği bir tefekkür mekanı olarak görme anlayışıyla aşar. Sürgün edildiği yerlerde, doğanın güzellikleri ve yaratılışın mucizeleri ona yalnızlığını unutturur. Her bir çiçeğin, her bir yıldızın ve her bir canlının ona sonsuz kudret sahibi bir Sani hatırlattığını düşünerek, kendini yalnız hissetmez. Bu sayede gurbet, onun için tefekkür ve marifet yolunda atılan önemli bir adım olur.

Sonuç olarak,

Bediüzzaman Said Nursi'nin gurbete bakışı, sıradan bir hasret duygusunun çok ötesinde, derin manevi ve felsefi anlamlar taşıyan bir konudur.Onun perspektifinden gurbet, sadece vatanından uzak kalmak değil, aynı zamanda bu dünyada bir misafir ve yolcu olduğunu hissetmek, asıl yurduna yani ahirete olan özlemle yanıp tutuşmaktır. Bu anlayış, eserlerinde sık sık işlediği "firak" (ayrılık) ve "vuslat" (kavuşma) temalarıyla iç içe geçer.

"Ey gurbet diyarında bir yolcu gibi yaşayan ruhum! Bil ki, bu dünya sana bir yurt değil, bir hanedir. Bu hanenin her bir köşesi, sana asıl vatanını, ebedi yurdunu hatırlatmak için yaratılmıştır. Her bir ayrılık, her bir hasret, sana o ebedi buluşmanın lezzetini müjdeleyen birer işarettir."

Bediüzzaman'ın gözünden gurbet, bir musibet değil, bir idrak vesilesidir. İnsan, vatanından uzak kaldığında kendi özüne, kimliğine ve varlığının amacına daha yakından bakar. Tıpkı bir ağacın köklerinden ayrılıp yeni bir toprağa dikildiğinde, o yeni toprağa tutunma çabasıyla daha da güçlenmesi gibi, ruh da bu fani dünyanın aldatıcı cazibelerinden uzak kaldığında asıl varlığına, yaratıcısına daha sıkı tutunur.

Bu gurbet, sevdiklerinden, hatıralarından, toprağından uzak kalmanın verdiği bir acı olabilir. Ancak Bediüzzaman, bu acıyı bir fani kayıp olarak değil, beka'ya (ölümsüzlüğe) uzanan bir köprü olarak görür. Her an, her geçen dakika, bizi gerçek yurdumuza biraz daha yaklaştırır. Bu yüzden gurbet, bir firak (ayrılık) makamı olsa da, aslında bir vuslat (kavuşma) hazırlığıdır.

Öyleyse, bu gurbet diyarında kendini yalnız hissettiğin anlarda, bil ki sen yalnız değilsin. Senin bu yolculuğun, milyarlarca insanın da yolculuğudur. Her birimizin ruhu, vatan-ı aslîsine kavuşmayı bekleyen bir gurbetzededir.

Öyleyse gurbeti dert değil, bir fırsat olarak gör, bu fırsatla fâni olanın değil, bâki olanın peşine düş. Gözlerin bu dünyanın güzelliklerine takılıp kalmasın, asıl vatanının eşsiz güzellikleri hayal et.

Unutma, her fani gurbetin sonunda, bir ebedi vuslat vardır. Bu dünyadaki yolculuğun bittiğinde, bugünkü gurbetini tebessümle hatırlayacak, "Elhamdülillah, bu yolculuk bitti!" diyeceksin.

Gurbet, bir son değil, bir başlangıçtır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum