Hümeyra Yıldız Dülek

Hümeyra Yıldız Dülek

Candan Öte: Çocuklarımız!

Ne güzel güler çocuklar, masumane pırıl pırıl, çıkarsız, samimi...

Sen hep gül çocuk, gözlerin güneş, yüreğin billur, gönlün hep yeşil olsun. Sen gül ki dünyamız aydınlansın, insan olduğumuzun daha çok farkına varalım.

Gözlerine hüzün, yüreğine acı uğramasın, edep ve ahlakına karanlık, aklına şeytan dokunmasın, seni dünyanın yanlışlıkları kandırmasın çocuk.

Tertemiz hicret ettiğin dünyadan göçüp gidinceye dek, her zaman faydalı işlerle hemhal olmayı nasip etsin sana Rabbim.

Ah çocuk, seni yetiştirmek başlı başına bir sanat, bitmek bilmeyen bir okul, emekliliği olmayan bir iş biliyor musun? Ne çok iş düşüyor ebeveynlere, şimdilerde pek bir dertli anne babalar; zira zaman değişmiş, çocuklar çok zekiymiş ve anneler, babalar gerçekten çok efor harcıyormuş evlatlarını yetiştirirken. Oysa, artan imkanlar, ben yaşayamadım evladım yaşasın, başkalarının çocuklarına özenmesin zihniyetiyle çocuğu oyuncağa boğmak, her istediğini alarak ona iyilik ettiğimizi zannetmekten öteye gitmeyen bir davranış gibi geliyor çoğu zaman bana. Haa birde ne kadar çok oyuncak, o kadar çok gelişmiş bir zeka gibi algılıyoruz bazen. Halbuki şöyle çocukluğuma uzandığımda eli kolu oynamayan, genelde daha alındığının ikinci günü gözlerinden birinin mutlaka düştüğü için tek gözlü kalan bir plastik bebek. Öyle şarkı söylemez, masal anlatmaz, gözlerini kapatıp açmaz, sadece mavi tek gözüyle size bakar durur. O bakıştan karnı acıktığını, altının kirlendiğini, biraz gezmek istediğini, uykusunun geldiğini anlarsınız. Hasılı siz küçücük yaşta güzel bir anne olup çıkıverirsiniz.

Hep düşünmüşümdür, bizdeki annelik duygusunun ve hayal dünyamızın kocamanlığı, ufkumuzun bu denli geniş olması eli kolu oynamayan bir plastik bebeğin bize anlatmak istediklerinde mi? gizliydi. İki sandalye ayağının arasına yapılan ipten bir beşikte ya bez veya plastik bebeğimizi sallarken o küçücük yaşımızda nasılda olgunlaştığımızın, azla yetinmenin, çoğu bilmemenin huzuru içindeymişiz.

Biz güzeldik, masumduk, saftık, korkusuzduk, lakin zaman bize neler etti; büyük annelerimizden, büyük babalarımızdan aldığımız güzellikleri yavrularımıza, torunlarımıza biraz eksik, biraz yamalı çokça kirlenmiş sunmaya başladık. Biz az biraz galiba canavarlaştık.

Hiç unutmam torunumu yaşı geldiğinde ana okuluna yazdırmaya gittiğimizde; Ona okulu sevimli göstermeye çalışırken;

- ‘Bak ne güzel oyuncaklar gel biraz oynayalım.’ dediğimde, torunum, çevresine biraz bakındıktan sonra, benim odamdaki oyuncaklar daha güzel, ben burada kalmak istemiyorum, hadi evimize gidelim, diye tutturmuştu. O zaman anlamıştık ki, durmadan yeni şeyler almak çok da doğru olmaya biliyor. Galiba ilgi alanları genişleyen anne babalar olarak çocukların meşguliyetini arttırırsak, bizimle zaman geçirmekten ziyade kendi odalarında olmayı daha çok severler ve bizi, bize daha çok bırakırlar ümidiyle çocukların bir dediğini iki etmemeye başladık biz.

Şair kısa ama öz olarak,

Kim demiş çocuk küçük bir şeydir,
Belki de çocuk en büyük şeydir.

Demiş çok da anlamlı ve doğru söylemiş.

Çocuklar ailenin aynası olduğuna göre vazife ağır, işimiz zor. Bu zorlukları kolaylaştırabilmek için dikkat edilmesi gereken hususlar var elbet. Bu hususların en önemlisi yavrularımızın maneviyatlarının kuvvetlendirilmesidir.

“İnsanın en birinci Üstadı ve tesirli muallimi onun validesidir” diyor, Bediüzzaman. Ve kendi üzerindeki tesirini şu sözlerle ifade ediyor:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş.”

Evet çocuğun fıtratını en çok etkileyen evin içinde anne babanın hal ve etvarıyla örnek teşkil etmek olduğunun bilincinde olmak gerek. Yabancı bir düşünür; “Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerine ne düşse iz bırakır” der.

Ben bu sözü ilk okuduğumda omuzlarımda bin tonluk bir ağırlık hissetmiştim, canım acımıştı adeta. Nasıl bir yük, nasıl bir sorumluluk, ne ağır bir vebaldi bu Rabbim!

Öyle ya; masum yürekler bize, Rabbimizin emaneti ve biz o emanetlere sevgi, şefkat, merhamet ve donanımlarımızla sahip çıkmalıyız, sahip çıkarken onları geleceğe, manevi kal’aları kuvvetli bir şekilde yetiştirmeliyiz. Çok söze gerek yok sadece; “Daha küçük, büyüsün öğrenir” ifadesinden kendimizi sıyırıp ağaç yaşken eğilir mantığıyla yola çıkarak evlatlarımıza fen ilimleri yanı sıra, onun ruhunun inkişafını tamamlayacak, imanını kuvvetlendirecek olan dini vecibeleri önce yaşantımızında hayata geçirip, daha sonra onun tertemiz aklına, fikrine, gönlüne en uygun şekilde sunmamız gerek.

Mesela;

Dinî bilgileri öğrenmede zorlayıcı olmamalı, sevdirmeliyiz.

Dinin güzelliklerini göstererek ya da hakikî dindar Müslümanları ve tarihimizdeki büyük dinî şahsiyetlerin hayatlarını, yaptıkları hizmetleri anlatmalıyız.

Maneviyatımıza faydası olan kutsal yerlere, camilere götürmeli, mukaddes mekânlarımızı sevdirmeliyiz.

Günah ile hatanın sınırlarını belirlemeli, günaha hata, hataya da günah dememeliyiz.

Her yaramazlık ve kusurun karşısında Cehennem ile korkutmamalıyız.

Çocuklarımıza neye niçin inanması gerektiğinin şuurunu vermeliyiz.

Dinî vecibelerini yalnız Allah için yapmanın gereğini anlatmalıyız.

Allah’ın bizlere karşı anne babamızdan daha şefkatli, merhametli olduğunu; bütün nimetleri bizim için yapıp verdiğini söylemeliyiz.

Hatta çocuğumuza istediği şeyi aldığımız zaman ona “Allah bize bu imkânı verdi, biz de sana alabildik” diyerek her şeyin Allah’ın izni dairesinde olduğunu belirtmeliyiz.

Çocuklar anne-baba başta olmak üzere çevresindeki büyükleri model alarak büyürler. Biz farkına bile varmadan davranışlarımızı izler, bizi taklit ederek kişiliklerini geliştirir ve kimlik kazanırlar.

Bunun için çocuğumuza nasihat vermek yerine örnek olmalıyız.

Çocuklarımız bizim her şeyimiz. Umutlarımız, yarınlarımız. Gönüllerimizde yaşattığımız özlenen ülkenin kurucusu yine onlar. Bunun için, onlara değer vermeliyiz. Onlara karşı şefkatimizi, acımak duygumuzu, merhametimizi nerede, hangi durumlarda ve nasıl kullanacağımızı iyi bilmeliyiz.

Çocuklarımızın karınlarını ve zihinlerini doyurduğumuz kadar, ruhlarını da beslemeliyiz ki o masum yürekleri şefkatimizle sarıp sarmalarken, hırs, kıskançlık, enaniyet, en çok da bencillik kirlerinden uzak tutabilelim. Elbette önce kendimizden başlamalıyız ıslah hareketine. Her ne olursa olsun kendimize, çevremize, eşimize dostumuza yalan söylememek, karşılıksız yardım etmek, sabırlı, ferasetli, akılcı olurken, menfaat, gurur, kibir, riya, dedikodudan uzak davranarak, çevremizdeki insanlar için bir lütuf olabilme yolunda başarılı olursak, bilin ki biz çocuk yetiştirme sanatını da öğrenmişiz oluruz.

Ulaşamadığına tevekkül, ulaştığına rıza, kaybettiğine sabır gösteren, ruhu, gönlü, yüreği güzel çocuklar yetiştirip onlarla şen kahkahalar atarak, huzurlu yaşamak duasıyla, Rabbime emanetiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.