Habip Artan
Risale-i Nur Talebelerinin Hususiyetleri-3
□ Cemaat içinde şahsî cesareti kullanmamak.
□ Birbirini enaniyet ve sadakatsizlik ile ittiham etmemek.
□ Birbirine tesellici ve numune-i imtisal olmak.
□ Birbirinin kuvve-i imaniyesini takviye etmek.
□ Risale-i Nurlara sadakat, sebat ve metanetle bağlanmak.
□ Keramet ve keşfiyat aramamak.
□ Dünyanın ücret yeri değil, hizmet yeri olduğunu bilmek.
□ Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez.
□ Nur Talebeleri diğer dindarlarla münakaşaya girmez.
□ Nur Talebeleri sair alimlerin eserlerine karşı tavır almaz.
□ Vazifenin hizmet; neticenin ise Allah’a ait olduğunu bilmek.
□ İhlasla hizmete hırs ve kanaatsizlik, neticelerine ise kanaat göstermek.
□ Dine hizmette nefse hisse vermemek.
□ Kusur ve rekabete karşı saffet ve ihlası kullanmak.
Konu ile ilgili Risale-i Nur’dan derlenmiş hususlar:
Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofi meşrep zatlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikatten gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirtlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki ab-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa, Risale-i Nur’a karşı rakibane başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metîn cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; zındıkaya bir nevi yardım olur. [7]
Sakın, sakın, dünya cereyanları, husûsan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin. [5]
Selamet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. [5]
Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selamet-i kalbini ve istirahat-i rûhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü bunlar Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkiki derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rubûbiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı-teslimiyetle gülerek karşılıyorlar- rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-i uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini, isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risale-i Nur’un imani ve Kur’an’i derslerinde bulabilirler. [5]
Risale-i Nur dünya işlerine alet olamaz, dünya işlerine siper edilemez. Çünkü ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez; istenilse, ihlas kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. [5]
Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkarane yalnız rıza-yı İlahi için rekabetsiz hizmet etmektir. [5]
Risa1e-i Nur’un şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lazım ve elzemdir. [5]
Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle, ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftûn kör hissiyat-ı insaniye, fani, hazır bir meyveyi, baki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar. [5]
Risale-i Nur’un hakiki şakirtleri, hizmet-i imaniyeyi herşeyin fevkınde görür;-kutbiyet de verilse ihlas için hizmetkarlığı tercih eder.[5]
Evet, Risale-i Nur’un o kadar dehşetli muannidlere karşı galibane mukavemeti, sırr-ı ihlastan ve hiçbir şeye alet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i imaniyeden başka bir maksat takip etmemesinden ve bazı ehl-i tarikatin ehemmiyet verdikleri keşf ve keramat-ı şahsi· yeye ehemmiyet vermemekten ve velayet-i kübra sahipleri olan Sahabiler gibi, veraset-i nübüvvet sırrıyla yalnız iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmaktır.[5]
Evet, Risale-i Nur’un o kadar dehşetli zamandaki kazandırdığı iki netice-i muhakkakası her şeyin fevkındedir; başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor. [5]
Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine giren, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var. [5]
Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrür ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle her bir hakiki sadık şakirdi, binler diller ile, kalbler ile dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melaike gibi kırk bin lisan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı şerifteki hakikat-i Leyle-i Kadir gibi, kudsi ve ulvi hakikatleri yüz bin el ile aramaktır. İşte, bu gibi netice içindir ki, Risale-i Nur Şakirtleri, hizmet-i Nuriyeyi velayet makamına tercih eder, keşf ve keramatı aramaz ve ahiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz. Ve vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şan ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekatını onlara bina etmezler. Halisen, muhlisen çalışırlar, "Vazifemiz hizmettir, o yeter" derler. [5]
"Bu dünya darü’l-hizmettir, ücret almak yeri değildir. A’mal-i salihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi etmek demektir. O amel-i salihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez; edilse teşvik için verildiğini düşünüp, şükreder." [5]
Hem, madem Nur Şakirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar; sen ey nefsim, neden fedakarlıkta en geri kalmak istersin? [1]
Hem, katiyen bil ki, çok bîçarelerin hayat-ı bakiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fani ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir. [1]
Nasıl ki aciz, zayıf bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde, on batman yük, üstüne yığılmış bulunsa ve dostları onu çok kuvvetli bilip, ona, gizli zaafına yardımdan ziyade, ondan yardım istedikleri halde, o biçare de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye çalışmak, çok elim ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de, ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare, bu adi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkınde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’an’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlahiye ile elimize verilen Risale-i Nur’daki hakîkatlere o şahıs masdar ve menba ve medar olamaz. [1]
Onun için, bu hayat ve bu dünya bizi kovmadan evvel ve "Haydi dışarıya" demeden, biz kemal-i izzetle "Allah’a ısmarladık" deyip, izzetimizle bu fanî zevklerimizi bırakmalıyız. [1]
Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz, sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakarane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız. Bid’at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi’lerle uğraşıp onları, dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rast gelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur. [1]
Resmen iki büyük merkezde, iki heyet-i ilmiye, beyanı münasip olmayan çok esbaba binaen, her vesileyle hoca kısımlarının Risale-i Nur’dan çekilmeleri için çok vasıtaları istimal ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maişet belasıyla biçare hocaları dairelerine çekip, Nurlardan uzaklaştırıyorlar. Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derdi maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimat edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dini kendi imanını kurtaracak derecesindedir zannıyla lakayd kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetva buluyor. [1]
Hem, Risale-i Nur şakirtlerinin yüz mislinden ziyade zatlar o kitaplarla meşguldürler ve o vazifeyi yapıyorlar. Biz de o vazifeyi onlara bırakmışız. Yoksa, haşa ve kella, o kudsî üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh u canımız kadar severiz. Fakat, her birimizin bir kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var; vaktimiz dar, en son silah, mitralyöz gibi Risale-i Nur bürhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz. [5]
Cenab-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû-i edeptir, ubudiyete münafidir." Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamalı. "Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlup etmek Onun vazifesidir." Evet, insanın elindeki cüz’-i ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakka ait netaici düşünmemek gerektir. Öyle ise, işte ey kardeşlerim, siz de, size ait olmayan vazifeye harekatınızı bina etmekle karışmayınız ve Halıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız. [7]
Bu meş’um asır, öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki, Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler, o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derece bırakıp, o cereyanların hükmüne tabi olarak, hem fikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velayeti tenkit ve adavet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar. [5]
Bir sonraki yazımız Risale-i Nur Talebelerinin Hususiyetleri-4
Allah’a emanet olunuz.
[1] Emirdağ Lahikası
[2] Mektubat
[3] Şualar
[4] Barla Lahikası
[5] Kastamonu Lahikası
[6] Lem’alar
[7] Mesnevi-i Nuriye
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.