Atilla Yargıcı
Hayali Ameliyat Vurgunu: Bazı Doktorlara Ne Oluyor?
Son 25 yılda Türkiye’de şahit olduğum bir durum var. Bazı doktorların ve eczacıların ve hastanelerin milyonluk vurgunları. Başka sahtekarlık yapanlar, devleti zarara uğratanlar, kamu hakkını gasp edenler de yok değil. Ama benim dikkatimi bazı doktorlar çekiyor.
Türkiye’de zeka seviyesi bir hayli ileride olan kişilerin arasında hiç şüphesiz doktorlar da var. Tıp fakültesini bitirir bitirmez ataması yapılan nadir bölümlerden mezun oluyorlar. Sonra uzmanlık filan da yapanlar oluyor. Devlet hastanelerinde çalışırken de döner sermaye gelirleriyle toplum ortalamasının üzerinde gelir sahibi oldukları açık. Özelde çalışanlar ise daha çok para kazanıyor.
Devlet tıp fakülteleri kurmuş, insanlar yetişsinler, ülke insanına fayda sağlasınlar diye. Milyarlık yatırımlar yapmış. Mezun olup para kazanmaya başlayınca nedense bazılarının gözleri doymuyor. Kimi doktorlar bilirim devletteki kendi işinin yanında müteahhitlik gibi başka işler de yapıyor. Daha çok kazanmak istiyor. Aslında bir devlet çalışanının aynı anda başka bir iş yapması yasak. Ama kanundaki boşluklardan yararlananlar yine kendi devlet işinden çok başka işlerle uğraşıyor. Aslına bakarsanız sadece doktor değil, bazı öğretmenler de imamlar da ikinci bir işin içindeler.
Ama benim derdim bunlarla değil, diğerleriyle. Bazı doktor ve eczacılar biliyorum. Normal bir gelirle yaşanamayacak lüks hayat yaşıyor. Altındaki arabadan, oturduğu yazlık kışlık evlerden, yaptığı tatile kadar baktığımızda normal geliri olan birisinin böyle yaşaması imkansız diyorsunuz. Zaten bu gibi bazılarının başka işlere bulaştıkları, devleti dolandırdıkları ortaya çıkıyor zamanla.
İşte bununla ilgili organize suç haberi de bu düşüncemizi destekliyor. Haber şöyle:
“Hayali ameliyatla 63 milyonluk vurgun. Ücretsiz göz tansiyonu ölçtüklerini söyleyip muayene olan vatandaşların kimlik bilgilerini alan şebeke, büyük vurguna imza attı. Göz ameliyatı yapıldığına dair sahte belge düzenleyen şebeke devleti 63 milyon lira dolandırdı.”
Haberin devamı şöyle:
“Operasyon için harekete geçen ekipler, İstanbul merkezli 5 ilde aralarında 29 doktor ve 2 hastane yöneticisinin de yer aldığı 40 şüpheliyi yakalamak için çalışma başlattı. Operasyonda 28 şüpheli gözaltına alındı. Hakkında arama kararı bulunan 3 şüphelinin yurt dışına firar ettiği belirlendi. Adreslerinde bulunamayan 9 şüphelinin yakalanması için çalışmalar sürüyor.”
Neymiş efendim, içlerinde 29 doktor ve 2 hastane yöneticisinin yer aldığı 40 şüpheli varmış. Bu bir değil, iki değil, üç değil. Ben beni bildim bileli buna benzer vurgunlar, doktor, hastane eczacı üçgeninde gerçekleşiyor.
Bir başka olayı da yeni duydum. Bir şehrimizde ünlü bir psikolog günlük 15 bin lira kazancını yeterli bulmayıp günlük 30 bin lira daha illegal gelir elde etmek için kırmızı reçeteyle satılan uyuşturucu ilaçları 1500 lira ücret mukabilinde telefonla reçete yazıp para kazanıyor. Hem haram para kazanıyor, hem de devleti zarara uğratıyor. Uyuşturucu kullananlara resmi kanaldan uyuşturucu temin etmiş oluyor. Adam kazandığı parayla da kilo kilo altın alıyor. 6 aylık takip sonucu psikiyatrist doktor ve eczacılar ve bu işe karışanlar yakalanıyor.
Şimdi yüksek eğitim almış, kafaları çalışan sözüm ona ülkenin zeka tarlaları sayılacak kişiler akıllarını ne için kullanıyor? Hırslarının peşinde koşarak akıllarını sahtekarlık için kullanmış oluyorlar. Devleti dolandırıyorlar, tüyü bitmedik yetim hakkına girmiş oluyorlar.
Sadece pozitif bilimlerle eğitim alan kişilerde, dini terbiye ve eğitim almamış, ya da yarım yamalak duyduklarıyla kendilerini idare etmeye çalışan kişilerin en büyük problemi bu. Bediüzzaman’ın Münazarat isimli eserinde söylediklerine bir bakalım:
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”
Din ilimleriyle fen ilimleri birlikte verilmediği takdirde, yalnızca dini ilimleri öğrenen kişilerde “taassup” yani, körü körüne bağlanma, yalnızca fen ilimleri öğrenenlerde de “hile ve şüphe” meydana gelir. Devletin koyduğu cezalar da caydırıcı olmadığı takdirde manevi olarak da bir yasakçı bulunmayınca işte zaman hilenin ve sahtekarlığın önüne açılıyor. Hırs peşinde koşan, lüks içinde yaşamak isteyen kişiler, paranın meşru ya da gayr-i meşru olduğuna, haram mı helal mi olduğuna bakmadan saldırıyor.
Bir çocuk küçük yaşta dini değerleri ailesinden öğrenmemişse, büyüdüğü zaman gittiği fakültelerde bu değerleri öğrenme imkanı bulamıyor. Orta ve lise okullarında öğretilenler ise genelde etkili olmuyor ve yetersiz kalıyor. Bu durumda çabucak köşeyi dönme, kısa süre ultra lüks hayat yaşama hırsı insanın gözünü karartıyor ve nasıl olsa anlaşılmaz, gemisi yürüten kaptandır anlayışıyla en korumasız bulduğu devletin tarlasına dalıyor. Ne alırsak, ne koparırsam o kârdır yanlış fikriyle yola çıkıyor. Organize oluyor. Ama sonunda yakayı ele veriyor.
Bütün meslekler gibi doktorluk ve eczacılık da şerefli mesleklerdir. Bu mesleklerden kazandığı parayı yeterli bulmayan insanlar, sahtekar, dolandırıcı damgasını yiyeceklerine, meslek değiştirip daha çok para kazandırabilecek mesleklere yönelseler, kazandıklarıyla yetinseler daha şerefli ve haysiyetli bir yol olmaz mı? Elbette olur.
Ama bir ata sözünü hatırlatmak istiyorum son olarak: “Gözü tanede olan kuşun, ayağı tuzaktan kurtulmaz.” hırsla sürekli tane peşinde koşanların, bir gün ayakları ayaklarına dolanır ve yakayı ele verirler. En iyisi kanaat sahibi olmaktır. Kazandığı ile yetinip Allah’a şükretmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.