Abdulvahap Yiğit
Kadere Ait Bir Mesele
İmanın altı esasından birisi olan “kadere iman”, anlaşılması ve izahı en zor olan iman ile ilgili meselelerden birisidir. Bu konuda çok sayıda sapık inançlar olduğu gibi İslamiyet içinde de istikametini şaşıranlar, farklı mezhepler ve sapıklıklar ortaya çıkmıştır. “Cebriye” ve “Mutezile” bunlardan en çok bilinenleridir. Kadere iman ile ilgili birçok meseleler vardır. Burada hayır ve şer ile ilgili kısım üzerinde durulacaktır.
Hayır ve şerrin yaratılması konusunda Mecusîler sapıklığa düşerek "Yezdan" namıyla hayırları ve "Ehriman" namıyla şerleri yaratan ilahları kabul etmişlerdir. İslam içinde ortaya çıkan Mutezile imamları, şerrin icadını şer telâkki ettikleri için; şer, küfür ve dalâletin yaratılışını Allah'a vermemişlerdir. Böylece Allah’ı takdis ettiklerini zannederek şirke girmişlerdir. "Beşer kendi ef'âlinin hâlıkıdır" diyerek, insana yaratıcılık vasfı verdiklerinden, sapıklığa düşmüşlerdir.
Kuran-ı Kerimde tek yaratıcının Allah olduğu ile ilgili yüzlerce Ayet-i Kerime bulunmaktadır.
“Rabbiniz Allah işte O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratandır. Öyleyse yalnız O’na kulluk edin. Her şeyin dizginini elinde tutan, her işte kendisine güvenilip dayanılan O’dur”, En'âm / 102. Ayet.
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şey üzerinde görüp gözetici ve mutlak tasarruf sahibidir.”
Zümer / 62. Ayet.
Öncelikle kaderle ilgili olan, insanın tercihlerine bağlı olan yaratmayı anlamak için, Risale-i Nur külliyatına bakacak olursak şu ifade yer almaktadır:
“İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir.” Sözler, 26. Söz.
Bu ifadeden anlaşılacağı üzere; insanın iradesiyle (cüz-ü ihtiyariyesiyle) seçtiğini Cenab-ı Hak yaratmaktadır. İnsanın cüz-ü ihtiyariyesinin de bir “ emr-i itibarî” olduğu yani vücud-u haricisi olmadığı(varlık değil) ifade edilmektedir. Yani insanın cüz-ü ihtiyariyesi bir varlık ve mahlûk değildir. Yani sağ ve sol gibi veya ekvator çizgisi gibi “emr-i itibarî” olarak tanımlanmıştır. Olduğu kabul edilen ancak varlık olmayan şeylere “ emr-i itibarî” denilmektedir. Kütle çekim kuvvetini de buna örnek verebiliriz. Kütleler arası çekim kuvveti kâinatta var olan bir şeydir fakat bu kuvvet bir varlık değildir.
Hayır-şer, hasenat-seyyiat her şeyi yaratan Allah’dır. Hayır-Şer ve Seyyiat-Hasenat birbirine zıt anlamlara gelmektedir. Eh-li Sünnet, her şeyin ve her fiilin yaratıcısının Allah olduğunu kabul eder. Hayır-şer ve hasenat-seyyiat ile ilgili Risale-i Nur Külliyatında farklı bahisler yer almaktadır Öncelikle hayır ve hasenat Rabbimizin yapmamızı istediği ameller iken şer ve seyyiat ise yapmamamızı istediği amellerdir. Hasenat ve seyyiâtın; insan tarafından tercih edilip Allah tarafından yaratılmasındaki mesuliyet yönü şu şekilde izah edilmiştir:
“Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur. “ Sözler, 26. Söz.
Burada insanın işlediği günahlardan tamamen mesul olduğu, hasenatta ise payının çok küçük olduğu ve dolayısıyla gurura düşmemesi gerektiği izah edilmektedir. Yukardaki ifadede aynı zamanda seyyiât, şer ve tahribatın kolay olduğu ve insanın küçük bir seyyie ile çok tahribat yapabileceği ifade edilmektedir.
Seyyie ve tahribin “adem”(yokluk) olduğu ve hasenat ve hayır ise” vücudî”(varlık) olduğu konusu ise anlaşılması oldukça zor bir konudur. Risale-i Nur Külliyatındaki şu ifadeler konuyu açıklamaktadırlar:
“Çünkü küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki, azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüp edebilir. Nasıl ki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri iptal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüp ediyor. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev'inden olduğu için, cüz-ü ihtiyarî, bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müthiş netâice sebebiyet verebilir.”
Sözler, 26. Söz
“Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir. Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir.”
Lemalar, 13. Lema.
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere, dalâlet ve şer adem olarak yani yokluk olarak tanımlanmış, “ hayır ve mehâsin” ise “vücudî” yani varlık olarak tanımlanmıştır. Ademe (yokluğa) dayanan şer ve tahribin kolay olduğu, varlık olan hayır ve hasenatın ise nispeten zor olduğu ifade edilmektedir.
Risale-i Nur külliyatında geçen izahlardan sonra şu sonuca varılabilir. Şer, tahribat ve seyyiat ademidir. Çünkü, isteyen ve tercih eden insanın cüz-ü iradesi (varlık değil), yaratan da Allah olduğu için bu fiillerin, insana bakan yönü ile, oluşumu varlık âleminde değildir yani ademe (yokluğa) dayanmaktadır.
Diğer taraftan hayır ve hasenatın ise varlık olduğu ifade edilmektedir. Bunun sebebi ise, bu tür fiilleri yaratan Allah'tır. Ancak hayır ve hasenatları isteyen “ rahmet-i İlâhiye” Vacib-ül Vücud olduğundan bu tür fiiler “vücudîdir” yani varlık âlemindendir. Cenab-ı Hak ile ilgili şu ifade hasenatın neden varlık âleminden olduğunu açıklamaktadır:
“Şu kâinatın Sâni-i Zülcelâli, Vâcibü'l-Vücuddur. Yani, Onun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir, zevâli muhaldir ve tabakat-ı vücudun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir.”
Mektubat, 20. Mektub.
Hayır - hasenata olan meylimiz artırmanın ve şer-seyyiata meylimizi azaltmanın sihirli formülünü ise Bediüzzaman hazretleri şu şekilde vermektedir:
“Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.”
Sözler, 26. Söz.
Maneviyatımızı güçlendirmenin en önemli vesilesi olan dua ve tövbe-istiğfarı dilimizden düşürmemeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.