Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Terörsüz Türkiye Süreci (3)

Şeyh Said Hadisesinden sonra Doğu vilayetlerinde ikamet eden binlerce insan sorgusuz sualsiz bir şekilde evlerinden alınarak Batı vilayetlerine sürgüne gönderilmiştir. Bu insanlar özellikle Kürtler arasında muteber kabul edilen ve sözü dinlenen âlimler, tarikat şeyhleri, medrese hocaları, resmi din görevlileri, aşiret beyleri, ağalar ve ileri gelen insanlardan oluşuyordu. Bu insanların her biri yanlarına çok az eşya almalarına izin verilerek tamamen yabancısı oldukları bölgelerde ikamete mecbur bir şekilde sürgüne tabi tutuldular.

Birçoğu gurbet ellerde aile ve sevdiklerinden uzak bir halde yaşadıkları zorluklara ve hasrete dayanamayarak hayatlarını kaybettiler. Bir kısmı ise yokluk içinde alışık olmadıkları işlerde çalışarak geçimlerini sağlamaya çalıştılar. Bir örnek olması açısından, geçimlerini sağlamak amacıyla, daha sonraları Bediüzzaman Hazretleri ile tanışıp talebesi olma şerefine kavuşan ve en az on bin kişilik bir aşiretin reisi olan Van’lı Yemen (Emin) Bey, Kastamonu Nasrullah Camii yanında bir çay ocağı işleterek ve Adilcevaz’lı Bekir Ağa ise Isparta’da çerçilik yaparak geçimlerini sağlayıp sürgün hayatlarını tamamlamaya çalıştılar.

Bediüzzaman Hazretleri de 1926 yılının çetin kış aylarında Van’da Nurşin Camii’nden alınarak ve Van Müftüsü Şeyh Masum Efendi ile birlikte kelepçelenerek kızaklarla önceleri Erzurum’a götürüldü. Burada bir müddet kaldıktan sonra Trabzon’a nakledildi. Trabzon’da da bir camide yirmi gün kadar tutulduktan sonra bir gemi ile İstanbul’a götürüldü. İstanbul’da Şeyh Said Hadisesi başta olmak üzere birçok konu ile ilgili olarak ifadesine başvuruldu. Bu işlemlerin ardından ve bu olaylarla hiçbir alakasının olmadığı ortaya çıkmasına rağmen hakkında verilen sürgün kararı sonucu gemi ile önce İzmir’e ve ardından Antalya’ya nakledildi. Buradan da dokuz ay kadar sürecek olan ilk sürgün mekânı Burdur’a götürüldü.

Bediüzzaman Hazretleri, Bakanlar Kurulu Kararı ile Barla’ya sürgün edildikten sonra 1927 yılının Mart başında bu nahiyeye getirildi. Burada bütün hayatı boyunca peşinden koştuğu ve maddi olarak gerçekleştirme imkanına sahip olamadığı Medresettüzzehra’yı bütün ülke sathında bir ‘’Sivil Üniversite’’ manasında uygulayacak olan Risale-i Nur eserlerini yazmaya başladı. Bütün baskı, zulüm, mahkeme, takip ve hapislere rağmen bu eser külliyatı milyonlarca insana ulaştı. Ve tahkiki iman dersleri ile milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile oldu.

Bu eserler doğudan batıya, Türklerden Kürtlere kadar bütün vatan sathına ulaştı. Müslümanları, ırk ayrımlarını tahrik ederek birbirine düşürmek ve kırdırmak isteyen şer güçlerin oyunlarını önemli ölçüde bozarak geniş bir kardeşlik halkasının oluşmasına büyük oranda hizmet etti. Aslında bu imani eserler ve hizmet metodu ile bütün yöneticilere, meselenin kardeşlik zemininde çözümü için çok önemli bir yol haritası sunulmuş oldu. Fakat evham, korku ve ön yargılarla bu konuya mesafeli davranıldığı için büyük bir şans önemli oranda heba edildi.

Fakat her şeye rağmen, Risale-i Nur Külliyatı vasıtasıyla bütün ülke zemininde kurulan ‘İrfan Mektebi’’ yoluyla ‘’Terörsüz Türkiye Sürecine’’ bu isimsiz kahramanlar tarafından yüz yıla yakın bir zamandır ve gönüllülük esasına dayalı olarak çok muhteşem bir katkı ve büyük hizmetlerin yapıldığını da özellikle not etmek gerekir.

Ayrıca Terörsüz Türkiye Süreci ve Gazze konusu başta olmak üzere İslam âlemindeki birçok önemli meselenin çözümünü de, sağlam bir zemine oturtulan İslam Birliği’nde aramak gerekir. Bediüzzaman Hazretleri konu ile ilgili olarak Divan-ı Harbi Örfi eserinde şu ilginç ifadeleri kullanmaktadır: ‘’ Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir. İhfa ve havf, riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâm’dır… Bu ittihadın meşrebi muhabbettir; husumet ise cehalet ve zaruret ve nifakadır.’’

Bu birlik ve beraberliğin sağlanması halinde bütün İslam milletleri Rabbimizin meşru gördüğü bütün haklarını en kamil manada kullanabilecekleri gibi, bu dayanışma ve birlikteliğin getireceği büyük kuvvet ve sinerji ile Müslümanlara yönelik bütün saldırı ve düşmanlıkların da önüne geçilebilecek ve bu potansiyel büyük ve caydırıcı bir güç olacaktır.

**********

Tek parti zihniyetinin egemen olduğu yıllarda, büyük bir istibdat ve zulüm furyası bütün ülke sathında acımasızca estirildi. Şeyh Said hadisesi, Ağrı hadisesi, Menemen tezgâhı, Dersim olayları ve daha onlarca hadise bahane edilerek katledilen on binlerce masum insanın yaralı yüreklerde meydana getirdiği travmanın unutulduğunu ve iyileştiğini söylemek, bugün için bile mümkün değildir. Bu olayların detaylarına burada değinmeyeceğiz ancak, yapılan zulümlerin ve işlenen cinayetlerin izleri çok kolay silinmiyor.

Çok Partili siyasi hayata geçiş ile birlikte Rahmetli Adnan Menderes, bölgede temayüz etmiş birçok şahsiyetin siyasi hayata aktif olarak katılmalarının yolunu açmaya çalıştı. Daha önceki seçimlerde bölge illeri ile hiç alakası olmayan ve bazılarının hayatlarında bir kez bile uğramadıkları illerden milletvekili olarak seçildikleri göz önüne alınırsa, Merhum Menderes’in bölge insanlarına uzattığı bu kardeşlik ve barış elinin elbette çok büyük bir önemi vardır.

Bu dönemde önemli bazı adımlar atılmış olmakla birlikte devlete hâkim olan tek parti zihniyetine mensup bürokratik oligarşi, birçok hayırlı icraatın önünü kesmek için her türlü yola başvurdu. Bu dönemde kurulan bazı partiler ve atılan bazı demokratik adımlar, bu zihniyet tarafından engellendi. 49’lar hadisesi de bu dönemde yaşanan önemli bir olay olarak kayıtlara geçti. Netice itibarıyla Merhum Adnan Menderes, ezanın aslı gibi okunması ve milletin vicdanında yer bulan diğer bazı icraatların bu kesimlere verdiği tahammülsüzlük sonucu, basit bazı bahaneler ileri sürülerek iki değerli arkadaşı ile birlikte idam edildi.

1960 ihtilalinden sonra Doğu ve Güneydoğu illerinden seçilen ve çoğunluğu ağa, aşiret reisi, tarikat şeyhi ve medrese hocası olan 485 kişi evlerinden alınarak Sivas’ta bir kampta bir araya getirildi. 1960 ihtilalinden hemen sonra ihdas edilen bu Sivas kampında Nur Talebesi olarak: Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı, Mehmet Serçil, Yavuz Telli, Hilmi Ardos, Maraş’tan Mustafa Ramazanoğlu. Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar. Malatya’dan Said Çekmegil ve Tarık Aktekin bulunuyordu. Şeyh Said’in bütün oğulları ve torunları ile Demokrat Parti İl Başkanları da Sivas’a götürülenler arasındaydı.

Dokuz aylık bir sürenin ardından Sivas Kampı dağıtılarak, Milli Birlik Komitesi tarafından Demokrat Parti’yi destekliyorlar gerekçesiyle; aralarında Giyasettin Fırat, Kutbettin Septioğlu, Kinyas Kartal, Mehmet Celal Bucak, Mehmet Kayalar, Cemil Küfrevi, Sait Ensarioğlu, Zeynel Abidin İnan, Abdulkadir Ekinci ve Sait Ramanlı’nın da bulunduğu 55 kişi ülkenin çeşitli bölgelerine sürgüne gönderildi. Mehmet Kayalar 1,5 yıl kadar Çanakkale’de hapishanede çok çileli ve serapa zulüm ile dolu bir sürgün hayatı yaşadı. Diğer 54 sürgün de aynı işkencelerden fazlasıyla nasiplerini aldılar. Bu sürgünler de ‘’55’ler Olayı’’ olarak hafızalara kazıldı. Bu sürgün kanunu 1962 yılında kaldırıldı.

**********

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.