Abdulkadir Menek
Kadim Bir İslam Şehri: Diyarbakır (3)
Diyarbakır, kadim geçmişine ve tarihi birikimine yakışır bir şekilde tarihi eserlere, anıt yapılara, camii ve mabetlere sahiptir. Şüphesiz ilgisizlik, bakımsızlık ve yılların geçmesi ile birlikte ortadan kalkan veya büyük ölçüde zarar gören çok sayıda tarihi eserler de vardır. Ancak bütün bunlara rağmen, Suriçi olarak ifade edilen eski Diyarbakır bölgesinde, bu tarihi havayı solumak ve görkemli manzaraları seyretmek mümkündür.
Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun surları olarak kabul edilen ve 5,5 kilometre uzunluğunda olan Diyarbakır Surlarının tarihi Milattan Önce 4 bin yılına kadar uzanmakla birlikte, günümüzdeki hâli, 349 yılında Roma İmparatoru II.Constantinious tarafından yaptırılmıştır. Bu muhteşem surların duvar yüksekliği 10 -12 metre arasında değişmekte ve genişliği de bazı bölgelerde beş metreye kadar ulaşmaktadır. Bu surlar, yüzden fazla burç ile desteklenmiş ve bu burçların üzerine de, güneş ve yıldız sembolleri ile çeşitli hayvan kabartmaları işlenmiştir. Halen bu burçların seksen kadarı varlığını devam ettirmektedir. Burçların yüksekliği ortalama yirmi metre civarındadır.
Diyarbakır surlarında şehre giriş ve çıkışı kontrollü bir şekilde sağlamak amacıyla dört tane kapı yapılmıştır. Bu kapılar 20. Yüzyılın başlarına kadar güneşin doğuşu ile açılır ve batışı ile kapanırdı. Bu kapılar, sürekli olarak nöbetçiler tarafında korunurdu. Surlar; Dağ Kapı (Harput Kapısı) ile kuzeye, Urfa Kapı (Rum veya Halep Kapısı) ile batıya, Mardin Kapı (Tell Kapısı) ile güneye, Yeni Kapı (Deriyé Şat veya Dicle Kapısı) ile doğuya açılmaktadır.
Diyarbakır Surları, Hevsel Bahçeleri ile birlikte 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer almıştır. Diyarbakır Surları, günümüze kadar çok sayıda bakım ve onarımdan geçmiş ve titizlikle korunmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda bu onarımları yapanlar tarafından da farklı dönemlere ait kitabeler ve kabartmalar eklenmiştir. Bu surlarda Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılara ait kitabeler bulunmaktadır.
Hevsel Bahçeleri UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası’na dâhil edilirken, gerekçe olarak şu ifadeler kullanılmıştır: “Hevsel Bahçeleri, bahçe kültürünün çok önemli olduğu bir coğrafyada yer alan tarihi boyunca halkın kullanımına açık sivil bir bahçe olarak özgün bir değer ortaya koymaktadır. 30’dan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bir bölgede 8 bin yıl gibi çok uzun süredir bahçe olarak var olmasıyla, tarımsal değerinin dışında, kültürel ve tarihi olarak da özgün bir yere sahiptir.’’
Hevsel Bahçeleri, Diyarbakır Kalesi ile Dicle Nehri vadisi arasında yer alan yaklaşık yedi yüz hektarlık verimli bir araziyi içine alan, çok farklı türlerin ihtiyaçlarına cevap verebilen ve aynı zamanda Güneydoğu Anadolu Bölgesinin “Kuş Cenneti” denebilecek kadar farklı türleri barındıran ve onların barınağı vazifesini gören bir bölgedir. Bu bölgeye has bazı kuş türlerinin de burada yaşadığı ve yılın her mevsiminde buralarda barınabildiği tespit edilmiştir. Hevsel Bahçeleri’nde yetişen kavun, karpuz, urmu dut, beyaz dut, şeftali, incir ve nane sokaklarda en çok satılan ürünlerdendi. Köklü bir tarihe sahip olan Hevsel Bahçelerine, arazi yapısından dolayı tarım aracı girememekte ve hâlâ eski usullerle tarım yapılmaya devam edilmektedir.
**********
Şeyh Mutahhar Camii’nden de kısaca bahsetmek istiyorum. Akkoyunlular Döneminde 1500 yılında Sultan Kasım tarafından yaptırılan cami kendisinden daha çok Anadolu’da benzeri bulunmayan dört ayaklı minaresi ile ün yapmıştır. Bu minarenin dört ayağı İslam’ın dört hak mezhebini simgelemektedir. Benzeri bulunmayan dört ayaklı minare, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmekte ve her yıl on binlerce insan tarafından ziyaret edilmektedir. Turistik öneme sahip tarihi ve kültürel unsurlar barındıran kare formlu minare, dört yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiştir.
Dört Ayaklı Minare’den bahsederken burada yaşanmış ve o dönemlerde kamuoyunda çok büyük tepkilere neden olan üzücü bir hadiseden de kısaca bahsetmek gerekir. Diyarbakır Baro Başkanı Av. Tahir Eiçi, 28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır'ın tarihi simgelerinden olan Dört Ayaklı Minare’nin yanında, Suriçi’nde meydana gelen çatışmalardan kaynaklı tahribatı kamuoyu ile paylaşmak, kültürel mirasa sahip çıkmak, silaha ve çatışmaya hayır demek için basın açıklaması yaptığı sırada meydana getirilen bir kargaşa içinde silahlı suikasta uğramış ve öldürülmüştü. Soruşturma sonucu şüpheli olarak yargılanan üç polis memuru mahkeme tarafından suçsuz bulunarak beraat edildi. Olayın aydınlanması ile ilgili olarak yapılan çalışmalardan bugüne kadar maalesef herhangi bir netice alınamadı.
**********
Diyarbakır Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camilerindendir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen ve önceleri Mar Toma Kilisesi olarak kullanılan bu muhteşem mabed, Diyarbakır’ın 639 tarihinde İslam Orduları tarafından fethedilmesinin hemen ardından cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Diyarbakır’da hâkimiyet sürmüş bütün devletler tarafından Ulu Cami’ye büyük önem verilmiş ve her bir dönemde buraya önemli katkılarda bulunulmuştur. Bunun önemli bir işareti olarak Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve Osmanlı padişahlarından birçoğu ile Artuklular ve daha birçok medeniyete ait kitabe ve fermanlar caminin çeşitli yerlerinde bulunmaya devam etmektedir. Özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde camide çok önemli onarım ve ilavelerin yapıldığı bilinmektedir.
Diyarbakır Ulu Cami, İslam âleminde (Kâbe, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Şam Emeviye Camisi’nden sonra) beşinci Harem-i Şerif olarak kabul edilmektedir. Cami birçok gözlemci tarafından, planı itibariyle Şam Emeviye Camisi’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanır.
Ulu Cami, sadece namaz kılınan bir mabet olarak değil, büyük bir külliye görünümündedir. Farklı zamanlarda yapılan eklemelerle birlikle, birçok büyük hizmeti beraber görebilecek bir mahiyete kavuşturulmuştur. Ulu Camii ve külliyesi, ortadaki dikdörtgen biçimindeki büyük avlunun etrafında yer alan çeşitli bölümlerden oluşur. Avlunun güneyinde Hanefiler bölümü, kuzeyinde Şafiiler bölümü ve Mesûdiye Medresesi, batısında Zinciriye Medresesi ile doğusunda revaklı bölümler bulunmaktadır. Camiye giriş üç ayrı kapıdan yapılmaktadır. Zinciriye Medresesinde dini ilimlerle birlikte fen ilimleri de okutulmuş ve El Cezeri burada dersler vermiştir.
Yapının içinde orta bölümün tavanı kalem işleriyle süslenmiştir. Buradaki yazı şeridi şeklindeki kalem işleri daha çok Osmanlı dönemi süslemelerinin özelliklerini taşımaktadır.
Ulu Cami’nin avlusunda bulunan tarihi güneş saati, Sibernetik biliminin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri tarafından Artuklular döneminde yapılmıştır. Yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken ve 900 yıldan uzun bir geçmişi olan güneş saati, yuvarlak bir mermer üzerine yerleştirilen metal parçasının güneşin hareketiyle oluşturduğu gölge sayesinde zamanı göstermektedir.
Burada ilginç bir noktaya değinmekte fayda görüyorum. Yaz mevsiminin sıcaklığı ile bilinen Diyarbakır’da, Caminin avlusunda, Osmanlı çağına ve 16. yüzyıla âit olduğu düşünülen beş satırlık bir vakfiyede, şehir eşrâfından Seyyid İbrahim bin el-Seyyid Şemseddîn el-Amidî’nin Uzun Çarşı’daki bütün dükkânlarını ve on iki bin gümüş parayı vakfederek, dükkânların satışından elde edilen parayla camide içenlere sebille su dağıtılacağı, buz ve kar ile soğutulmuş suyun Haziran ayının ilk gününden itibaren 90 gün süreyle mevcut olacağı, vakfın mütevellisinin cami imamı olduğu, buz ve kar ücreti ile mütevelli ve sakanın ücretlerinin vakfiyede yazılı olduğu belirtilmiştir.
Kesme taştan iki katlı olarak inşa edilen ve külliyenin içinde yer alan Mesudiye Medresesi, doğu-batı yönünde uzanmakta ve ortada kareye yakın bir avlusu bulunmaktadır. Avluda iki katlı kemerler ve süslü kemer taşları yapıya mimari açıdan zengin bir görünüm kazandırmıştır. Medrese günümüzde Yazma Eserler Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir.
**********
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.