Abdulkadir Menek
Bediüzzaman ve Diyarbakır
Kadim bir İslam şehri olan Diyarbakır’ı anlattığımız bu çalışmamızda, Bediüzzaman Hazretlerinin Diyarbakır ile olan münasebetlerine de kısaca değinmek istiyorum. Bediüzzaman Hazretleri Doğu illerinde açmak istediği ve bu bölgenin eğitim yönünden dertlerine ve problemlerine bir çare olarak projelendirdiği Medreset-üz-Zehra’nın Van ile birlikte Diyarbakır ve Bitlis’te de şubelerinin açılması gerektiğinden bahseder. Münazarat’ta bu talep şu şekilde ifade edilmektedir: “Câmiü’l-Ezher’in kızkardeşi olan, Medresetü’z-Zehrâ namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz” Bediüzzaman Hazretleri, bütün hayatı boyunca; Arapça, Türkçe ve Kürtçe dillerinde eğitim vermesini istediği, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bu projenin tahakkuku için gayret göstermiş ve vefatına kadar bu gayesinin peşini asla bırakmamıştır.
Bediüzzaman Hazretleri, bu projenin gerçekleşmesi için ısrarla çalışmasının sebeplerini ise şu şekilde açıklar: ”Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “Mü’minler kardeştir” (Hucurat s. 10. a.) Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâsında, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risâle-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım.” (Emirdağ Lâhikası., Cilt: II)
Bediüzzaman Hazretleri Meşrutiyet’in ilanından sonra, halka ve aşiretlere bu yeni durumu anlatmak ve hüsn-ü telakki etmelerini sağlamak maksadıyla Van’a döner. Bu çerçevede birçok şehri ve aşiret merkezlerini ziyaret eder. Sual ve cevap tarzında halkı aydınlatmaya çalışır. Şam’a kadar uzanan uzun bir seyahat gerçekleştirir. Bu seyahati çok büyük bir ilgi ile karşılanır. Daha sonra bu sohbetler, soru ve cevaplar tarzında Münazarat ismi ile yayınlanır.
Bu seyahat kapsamında 1910 yılının sonlarına doğru Diyarbakır’a da uğrar. Medreselerde âlimlerle görüşür. Çeşitli mekânlarda halk ile bazı toplantılar yapılır. Meşrutiyet ile ilgili olarak görüşlerini anlatır ve sorulara cevap verir. Diyarbakır’dan sonra sırasıyla Şanlıurfa, Birecik, Kilis ve Halep’e de uğradıktan ve çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra Şam’a gider ve Emevi Camii’nde meşhur hutbesini verir.
Bediüzzaman Hazretleri Diyarbakır’da kaldığı süre içerisinde, şehir halkı ve medrese ehli tarafından büyük bir alaka ile karşılanır. Medreselerden, bazı konuların anlatılması ve müzakeresi için çok sayıda davet alır. Kaldığı yerlerdeki süreler göz önüne alınırsa Diyarbakır’da üç ay gibi bir süre ile kaldığı anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Hz. Ömer Camii'nin emekli imamı Abdullah Orhan ve Ulu Camii emekli imamı Hafız Ali Mülayim’in de teyit ettiği bir bilgiye göre, Hz. Ömer Camii’nin üst katındaki odada, Şam'a gitmeden önce 40 gün kadar itikâfta kalır. (Abdulaziz Yatkın, “Sahabenin Diyar-ı Bekir Fethi” Sayfa: 178) Aynı şekilde Bediüzzaman Hazretlerinin, Diyarbakır Ulu Camii yanındaki Zinciriye Medresesi’nde 15 gün kadar kaldığı, Diyarbakırlı âlimlerin sorularını cevapladığı, bazı sohbetlerde bulunduğu ve talepler dahilinde bazı önemli konularda fetvalar verdiği de kayıtlara geçen konular arasında bulunuyor.
Prof. Dr. Kenan Haspolat’ın “Bediüzzaman ve Diyarbakır” adlı kitabında konumuz ile ilgili olarak çok ilginç ve değerli bilgiler bulunmaktadır. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Prof. Haspolat’ın Diyarbakır ile ilgili olarak bundan başka diğer bazı değerli çalışmaları da bulunmaktadır.
Diyarbakır ve Bediüzzaman denince akla gelmesi gereken önemli bir diğer nokta ise bu şehirde telif edilen risaleler olduğunu belirtmek gerekir. Münazarat ve Muhakemat’ın yazıya dökülen ilk hallerinin Diyarbakır’da gerçekleştirildiği de ifade edilmektedir. İşârâtü’l-İcâz’ın Diyarbakır’da Cevdet Bey’in evinde tebyiz edildiği, yani müsveddesinden temize çekildiği bilgisi de bu kitapta yer alıyor. Ayrıca Türkiye’de Osmanlıcadan Latin harflerine geçişin Diyarbakır’da Bediüzzaman’ın izniyle yapıldığı ve Ramazan, İktisat ve Şükür risalelerinin de burada Latince harflerle yazılmaya başlandığı ifade ediliyor.
Bediüzzaman Hazretleri, veda yolculuğu esnasında Urfa’ya geldiği zaman bir sepet ile bazı eşyalarını Mehmet isimli bir genç vasıtasıyla Diyarbakır’a gönderiyor. Üstad Bediüzzaman Urfa’da vefat ettiği için, eşyaları da Urfa’ya geri gönderiliyor. Ancak sepet Hüseyin Bozkurt isimli bir talebesinde kalıyor ve o da bu sepete gözü gibi bakıyor. Gönderilen bazı şahsi kitaplar ve mektuplar önce Üstad’ın talebesi Mehmet Kayalar’a ve daha sonra sırasıyla Şerif Nazıcan’a, daha sonra da emekli imam Halit Akboz’a kadar intikal ediyor.
Çok sayıda Peygamberin mezarı ile birlikte şehirde mezarı bulunan sahabe ve tabiinin sayısı 900 civarında olduğu bilinmektedir. Ve bu açıdan bakıldığı zaman bu bölgeler için kutsal kelimesini rahatlıkla kullanabiliriz. Bu özelliklerinden dolayı, bu çevrenin ve ziyaret yerleri ile birlikte tarihi eserlerin herkes tarafından gezilmesi ve görülmesi çok büyük bir önem taşımaktadır. Diyarbakır’ın manevi yönlerinin öne çıkarılması ve bunlara vurgu yapılması, iman kardeşliğinin sağlam bir şekilde tesisi ve ülke insanlarının kaynaştırılması açısından da çok büyük önem kazanmakladır. Hâlbuki Şeyh Said hadisesi ile birlikte ve sistematik bir şekilde bölgeye olan bakış açısı, bazı çevreler tarafından art niyetli bir şekilde, menfi bir mahiyete büründürülmek istenmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, Diyarbakır’da kaldığı süre içerisinde, bölgedeki âlimlerin yanı sıra, şehrin ileri gelenleri tarafından da büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Bunlardan birisi de Diyarbakır’ın önde gelen şahsiyetlerinden Cemil Cemiloğlu’dur. Bu ziyaret esnasında vaki olan ısrarlı davet üzerine bir hafta süre ile Cemiloğulları’nın konağında ikamet etmiştir. Diyarbakır Nur Talebelerinden Askeri Yıldız’ın, Mola Hamid ve Esat Cemiloğlu’na dayanarak aktardığı hatıralar birçok yönüyle çok önemlidir.
Rüstem Garzanlı’nın aktardığı bu hatıralara göre, Cemil Cemiloğlu’nun oğlu Esat Cemiloğlu şunları anlatmaktadır. “Bediüzzaman, Diyarbakır’a geldiğinde tahminen 31-32 yaşlarında, ben de 7–8 yaşlarında idim. Bediüzzaman, evimizde bir hafta kaldı, evin bir hizmetçisi Üstadın hizmetine verilmişti, zaman zaman Mesudiye Medresesine gider Ulu Cami’de vaaz verirdi. Babam, Bediüzzaman’a çok kaliteli ve pahalı bir takım şal ve şapık aldı, (yöresel bir kıyafet) ısrarla hediye etti. 2–3 gün sonra biri kapıyı çaldı, Bediüzzaman Hazretleri, hizmetçiye sordu: “kapıyı çalan kimdir?” Hizmetçi: “eski elbise isteyen bir fakir” dedi. Babamın hediye ettiği elbiseyi, “fakire verin” diyerek hizmetçiye verdi. Babama da, “Senin hediyeni aldım, kabul ettim, hayrına fakire verdim.” dedi.
Bediüzzaman Hazretleri çok şık giyiniyordu. Tabancası belinde, kabı ve kabzası gümüşten bir kaması vardı, sedeften olan tespihini tabancasının kabzasına bağlardı. Üstad’ı, çok sever ve hürmet ederdik. Bir gün beni yanına çağırdı, “gel sana bir duâ ezberleteceğim” dedi. Birkaç kez okuduğu duayı bana ezberletti, o günden beri her gün o duâyı okuyorum” diye ifade etmiş.
Yine Rüstem Garzanlı’nın aktardığına göre, Askeri Yıldız Ağabey’in, Molla Hamit Ağabeyden naklen anlattığı bir başka hatırası ise şu şekildedir: “Mola Hamit Ekinci Ağabey 1930 yılında Diyarbakır’da asker iken, arkadaşları ona kaderle ilgili soru sorarlar. Molla Hamit Ağabey de bu meseleyi iyice öğrenip, arkadaşlarına izah etmek için Diyabakır’da Âlim ve müderris olan, Molla İbrahim’e gider. Kaderle ilgili meseleyi anlatır. Molla İbrahim: “Sa’di Taftazâni’nin halledemediği bir meseleyi ben nereden bileyim, git Bediüzzaman’ın eserlerini oku, o bu meseleleri halletmiştir.” der. Molla Hamit: “Seyda (hoca) sen Üstadı nereden tanıyorsun?” Molla İbrahim: “Bediüzzaman Hazretleri Cemil Paşagilde iken Said-i Meşhur ismiyle yâd ediliyordu. Ben de Mesudiye Medresesinde talib (mezun) idim. O zaman Bediüzzaman Hazretleri Diyarbakır’da çok konuşuluyordu.
Mesudiye müderrisleri en muğlâk 14 soruyu hazırladılar. Bediüzzaman’ı medreseye dâvet edip, imtihan etmeye karar verdiler. Bu dâvet işini de bana verdiler. Bir arkadaşımla beraber Bediüzzaman’ın kaldığı Cemil Paşa konağına gittik. Cemil Paşanın evine gittiğimizde, bir genç bizi misafir odasına aldı. Orada oturan bir kişinin üzerinde çok güzel şark kıyafeti, belinde gümüş bir kama ve tabanca vardı. Çok asil bir duruşu vardı. Her halde bu Cemil Paşaların ileri gelenlerindendir dedik. Bize kahve ikram edildi. Kahvemizi içtikten sonra, erkân-ı harp gibi başında sarıklı oturan zat, dedi ki: “Bizim şark âdetlerimizde, misafir geldiği zaman ya yemeğini yedikten veya kahvesini içtikten sonra muradını sorarız.” dedi. Ben de dedim ki: Efendim sizde misafir bulunan Said-i Meşhur ismindeki zâtı, Mesudiye Medresesine dâvet etmek üzere hocalarımız tarafından gönderildik. Bediüzzaman Hazretleri: “Said benim; ama meşhurluğu filan yoktur. Madem dâvet ediyorsunuz geleyim” dedi. Mesudiye Medresesine vardığımızda arkadaşlar çay hazırlamışlardı. Bediüzzaman çay esnasında “denilebilir ki”; diye sözlerine başladı. Hocaların hazırladıkları soruları daha sormadan sırasıyla cevap vermeye başladı. “İşte o zamandan beri Bediüzzaman’ı tanıyorum” dedi.
Bediüzzaman Hazretlerinin Diyarbakır ile ilgili hatıraları elbette bunlarla sınırlı değildir. Fakat bu aktardığımız hatıralardan anlaşıldığına göre, ziyaret ettiği diğer bütün şehir ve bölgelerde olduğu gibi, bu şehirde de çok büyük bir tesir bırakmış, hem ilim ve medrese çevreleri tarafından, hem de şehrin ileri gelenleri tarafından çok büyük bir alaka ve muhabbet ile karşılanmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.