Sadakat Timsali Bir Osmanlı: Sudanlı Zenci Musa

Sudanlı Zenci Musa’nın Trablusgarp’tan başlayıp Millî Mücadele’ye uzanan hayat hikâyesi; evveli ve ahiri ile hepimize ders verecek ve ibret olacak bir “sadakat ve hizmet” öyküsüdür ki, okumaya, okutmaya ve anlatmaya ziyadesiyle değer. Milletlerin kurtuluş mücadelesinde Zenci Musa ve benzeri şahsiyetlerin hakkı, ödenmeyecek kadar çoktur. Bu hikâyeyi de yine İdris Koç’un Dost Seçme Sanatı isimli kitabının Dostluk Hikâyeleri bölümünden özetle aktaralım:

“Trablusgarp cephesinde “Kuşların Şeyhi” lakabıyla tanınan Kuşçubaşı Eşref Bey ile tanışır ve “Komutanımı babam bildim” deyip emrine girerek onun emir eri olur. 1912 yılında Balkan Harbi çıkınca komutanıyla birlikte cepheye gider. Devlet-i Âliyye için cansiperane mücadele eder. Balkan Harbi henüz bitmişken Birinci Dünya Savaşı patlar. Osmanlı; Çanakkale, Kafkasya, Filistin, Kanal ve Hicaz cephelerinde sömürgeci işgalcilere karşı savaşmaktadır.

Osmanlı Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref Bey’e yeni bir görev verir: Yemen’deki askerlerimize ve Yemenlilere (300 bin altın) yardım götürmek. Ancak İstanbul ile Yemen arasındaki Orta Doğu bölgesi işgal altındadır. Bu parayı ancak Kuşçubaşı Eşref götürebilecektir. Eşref Bey, emir eri Sudanlı Zenci Musa ve güvendiği yetmiş kadar adamıyla ve Arap kıyafetleriyle, Medine’de buluşmak üzere yola çıkarlar. Bu sırada Fahrettin Paşa Medine müdafaası yapmaktadır. Paşa, ordusuyla Eşref Bey ve adamlarını Hayber’e kadar götürür. Kuşçubaşı ve adamlarını Hayber dışında kuşatan İngiliz-bedevi birlikleriyle çatışan Eşref Bey esir düşer. Kendisini yayan ve perişan bir vaziyette Lawrence’in bulunduğu çadıra götürürler. İngilizleri kendisiyle meşgul eden Kuşçubaşı, emir eri Zenci Musa ve arkadaşlarına, kendilerine emanet edilen altınları Sana’ya ulaştırmasını emretmiş; onlar da görevi yerine getirmişler, altınları Ali Sait Paşa’ya teslim etmişlerdir. Bu olay, 12 Ocak 1917 tarihli London Times Gazetesinde manşetten verilmiş, İngilizlerden kaçarak 300 bin altını Paşa’ya teslim ederek sadakatle vatana hizmet eden Sudanlı Zenci Musa’dan sitayişle bahsetmiştir. Zenci Musa emaneti teslim ettikten sonra gönüllü olarak Yemen’deki direnişe katılır. Büyük kahramanlıklar gösterir fakat İngilizlere esir düşer. Birinci Dünya Savaşı bitince hürriyetine kavuşur. 1919 yılına kadar Yemen’de kalır. Anadolu’da Millî Mücadele’nin başladığını duyar duymaz İstanbul’a gelir. Ne bir kuruş parası ne kalacak bir yeri vardır.

Bir ikindi vakti Beyazıt Cami çıkışında kendisini Yemen’den tanıyan Ali Sait Paşa ile karşılaşır. Paşa, “Musa, bu vatana çok hizmet ettin, emeklilik için dilekçe ver, kabul edeyim.” der. Sudanlı Zenci Musa etrafına şöyle bir bakar ve “Paşam! Ben bu fakir milletin parasını kabul edemem.” deyip teklifi reddeder. Birkaç gün sonra Paşa, hamallar kâhyası Ferit Bey ile anlaşarak, Zenci Musa’nın haberi yokmuş gibi Karaköy Gümrüğü’nde kahyalık teklif ettirir. Bu teklife de Sudanlının cevabı, “Beyim, benim gücüm kuvvetim yerinde hamdolsun. Kâhyalığı siz yaşlı bir Müslüman’a verin, ben hamallık yapayım.” der ve hamallığa başlar.

İki metre on santim boyuyla gücü-kuvveti yerinde olup, gündüzleri gümrükte hamallık yapan Zenci Musa, geceleri Özbekler Tekkesi’nden Anadolu’ya giden silah sevkiyatı için çalışmaktadır. Bu arada Mondros Antlaşması’nın imzalanması üzerine İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetlerini Payitaht’ta görmek Zenci Musa’ya çok ağır gelir. Zenci Musa’dan haberdar olan işgal kuvvetleri komutanı Harrington, gümrüğe giderek, kendileri için çalışması halinde onu altına boğacağını söyler. Teklif karşısında bir Osmanlı vatandaşı ve Kuşçubaşı Eşref’in emir eri olarak oturduğu yerden bütün heybetiyle doğrulur ve işgalci komutana, “Komutan! Her teklif herkese yapılmaz. Senin bu teklifin beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmani. Bir bayrağım var, o da ay yıldızlı bayrak. Benim bir tek komutanım var, o da Kuşçubaşı Eşref. Şunu iyi bil ki, bu iş ve sizinle mücadelemiz daha bitmedi.” diye haykırır.

Zenci Musa, uzun süre gündüz ve gece vatani hizmetlerine devam der. Bedeni onca savaşa ve içinde yaşadığı elim duruma daha fazla dayanamaz vereme yakalanır. Bir sanatoryuma yatıp tedavi olmasını teklif edenlere, “Oraya maddi gücü olmayan fakirler yatsın, ben inşallah iyileşirim.” diyerek tahta bavulunu alır ve Özbekler Tekkesi şeyhi Ataullah Efendi tarafından kendisine tahsis edilen odaya yerleşir. Az bir vakit sonra bedeni hastalığa yenik düşer ve vefat eder. Kendisinden geriye miras olarak tek bir tahta bavul kalmıştır. Bavul açıldığında içinden; bir adet Mushaf-ı Şerif, bir adet ay yıldızlı bayrak, beyaz bir kefen bezi, bir Osmanlı haritası, Kuşçubaşı Eşref’in solmuş bir fotoğrafı çıkmıştır.” Tıpkı, “dünyayı bir sepete sığdıran” Bediüzzaman Hazretleri gibi.

İşte ülkelerin kurtuluşu Sudanlı Zenci Musa gibi er oğlu erlerin fedakâr yiğitlerin, sadakatli vatan hizmetleri sayesinde olmuştur. Bizim onlara karşı dua ve minnet borcumuz kıyamete kadar devam edecektir. Kuşçubaşı Eşref’le birlikte Nasihat Heyeti olarak Arabistan’a seyahati sırasında Zenci Musa ile tanışan Mehmet Akif, abide bir Osmanlı şahsiyeti olan Sudanlı Zenci Musa’nın yaptığı hizmetin ulviliğine işareten aşağıdaki mısrayı kaleme almıştır:

“Eşref Bey’in emir eri Zenci Musa,

Omuzundan arşa yükseldi Nebi İsa”

Binler rahmet duasıyla…

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum